Kuvvet Komutanlıkları yeniden Genelkurmay Başkanı'na bağlanıyor, Yüksek Askeri Şûra üyeliklerine getirilen İçişleri, Dışişleri ve Adalet Bakanları oradan yeniden çıkartılıyor, Milli Savunma Üniversitesi diye bir üniversite yeniden ortadan kalkıyor, askeri hastaneler Sağlık Bakanlığı'ndan yeniden alınıyor.
Ve son OHAL kararnamesi ile hangi kurum, nereye bağlanmış, yetki nasıl dağıtılmış ise, yeniden eski haline geliyor.
Ne zaman?
OHAL kalktığı zaman.
Koskoca bir orduyu, yaklaşık yüz elli yıldır süregelen yapıyı, daha da ötesi, emir-komuta zincirini olmadık biçimde, bir kanun hükmünde kararname ile bir gecede altüst edecek kadar, tarihsel ve ciddi bir adımda bu ölçüde komikliğe az rastlanır.
Sokaktaki çocukların oyunu gibi, “bir, iki,üç olmadı baştan.”
Bütün hukukçuların üstünde birleştiği, ama öyle iktidarın emrinde at oynatmaya hevesli olanların değil, “gerçek ve salt hukukçuların” üstünde birleştiği, hukuk hocalarının kitaplarında çok net biçimde ele aldıkları bir olay var.
10 Ocak 1991 ve 3 Temmuz 1991 tarihli Anayasa Mahkemesi kararları.
OHAL ile ilgili bu kararlar Anayasa Mahkemesi içtihadı. Özeti ve özü şu:
“OHAL döneminde çıkartılan kanun hükmünde kararnameler yasalara uygun olmalı. OHAL kararnameleriyle yasalarda değişiklik yapılamaz.”
Günümüz açısından çok çarpıcı bir içtihat.
AKP son OHAL kararnamesi ile ne yapıyor?
Yasal değişiklik gerektiren kararları Kanun Hükmünde Kararname ile hayata geçiriyor.
Bunlar OHAL devam ettiği sürece geçerli.
OHAL kalktığı anda, Anayasa Mahkemesi içtihadı doğrultusunda, bunların hepsi geçersiz.
Onun için başa dönüyoruz, OHAL kalktığı anda, ordudaki son düzenlemeler yasal dayanaktan yoksun olduğu için, hepsi geçersiz sayılacak. Çünkü, düne kadar varolan düzen yasaların sonucu.
Traji komik bir durum.
OHAL kalktığı anda, ne Milli Savunma Üniversite var, ne Kuvvet Komutanlıkları'nın Milli Savunma Bakanlığı'na bağlanması, ne askeri okulların kapatılması, ne de emir-komuta zincirini altüst eden yetkilendirmeler, hepsi çöpe. Beyhude bir KHK.
Bunu ben söylemiyorum, ülkenin en yetkili hukukçuları bu noktada birleşiyor.
Bir tür “yaz-boz oyunu.”
Bu akıl almaz durum aslında Türkiye’nin her durumda nasıl yönetildiğinin aynası.
15 Temmuz darbe girişimine adım adım nasıl geliyorsak, darbe sonrasında “toparlanma” için de, aynı cehalet ve hukuksuzluk söz konusu.
Kaldı ki:
Alınan bu kararlar ordu içindeki FETÖ’cüları temizlemeye ne ölçüde katkı sağlar? En temel soru bu.
Kuvvet komutanlıklarını Milli Savunma Bakanlığı'na bağlayınca, FETÖ artıkları temizlenmiş mi olacak?
Yüksek Askeri Şûra’ya İçişleri, Dışişleri ve Adalet Bakanlarının katılması FETÖ’cuların orduda işini bitirecek mi?
Subay terfileri, teğmenlikten başlayarak albaylığa kadar, generaller zaten öyle, zaten Cumhurbaşkanı'nın imzasına (onayına) gidiyor. Askeri şuraya üç yeni bakan, dört başbakan yardımcısı katılsa ne olur, katılmasa ne olur? FETÖ’nün orduda sonu mu gelir?
Darbe girişimi üzerinden on beş gün geçiyor, binlerce insan tutuklanıyor, görevlerine son veriliyor.
En yetkili makamın ağzından: “İstihbarat zafiyeti var.” Herkes yerinde.
Cümle alemin gözü önünde: “Darbe girişimi başlıyor, kuvvet komutanları birbiriyle haberleşmekten bile aciz.” Herkes yerinde.
Ve siyaseten: “Son on beş yıl FETÖ devletin tüm kurumlarında istediği gibi at oynatıyor, örgütleniyor.” Herkes yerinde.
Şu ana kadar sadece “sonuçlar” üzerinden değerlendirmeler var. Kangren olmuş yapıya henüz nasıl inileceği belli değil. Bir telaş ve aceleyle bir takım adımlar atılıyor, onlar da “hukuku alabildiğine zorluyor.”
Bu arada Başbakan Binali Yıldırım darbeye dönük ağzını ne zaman açsa, sabahtan akşama kadar
“Bu kahraman millet” diye başlıyor, “Tankların üstüne çıktı, demokrasiye sahip çıktı” diye devam ediyor.
Başka bir içerik yok, bol hamaset, içerikten yoksun bol nutuk. Aynı anlama gelen seksen cümle ve sürekli tekrar.
Bir de, “şu FETÖ’cüler nasıl temizlenecek”, siyasi sorumlularla ilgili nasıl karar verilecek, onları duysak, sabah akşam aynı nakarattan kurtulsak...
Ele geçmiş, deşifre olmuş olanları tutuklamak ya da kamu görevlerinden atmakla, iş halloluyor mu, kimse emin değil.
Son bir not.
Milli Savunma Bakanı Fikri Işık 30 Ağustos törenleri ile ilgili olarak önce “Yapılmayacak” diyor, aradan 24 saat geçmeden, bu kez “30 Ağustos’ta tören yapılıp yapılmayacağına hükümet karar verecektir” diyor. Ne diyor bu Bakan?
Son yıllarda ulusal törenler hep “güme” gidiyor, AKP'nin adeti. Mutlaka bir gerekçe buluyor. Terör, vs. gibi. Fikri Işık da, eh hazır ordu kendi derdine düşmüşken, fırsatı kullanmaya çabalıyor.
Ama, AKP şimdi bütün iktidarı boyunca olmadığı kadar “Atatürk’e” sarılıyor. 30 Ağustos Zafer Bayramı, Kurtuluş Savaşı'nın bittiğini ilan eden zafer. Atatürk’ün tarihsel miraslarından biri.
Onu şimdi iptal etmenin anlamı ne? Bu mızrak bu kez bu çuvala sığmıyor.