Arabanız ister sıradan bir marka olsun, ister en lüks marka... Sonuçta, gideceğiniz yol aynı, gideceğiniz yer aynı...
Konuştuğunuz cep telefonu ister eski bir model, ister son model olsun, konuştuğunuz kişi aynı...
Uçakta ister ekonomi sınıfında uçun, ister business sınıfında, ineceğiniz alan aynı...
Kolunuzdaki saat ister sıradan bir marka olsun, ister en lüks marka, gösterdiği zaman aynı...
Giydiğiniz elbise ister sade bir marka olsun, ister en lüks marka, sonuçta açıkta kalmamak aynı...
Lüks... Lüksü yaratan hırs... Daha çok para, daha çok para...
Yaşamın standardını yükseltmek için çok çalışırken, standart yaşamayı unutuyoruz. Lüks araba kullanın, en pahalı saati takın, sorun yok ama, yaşam standardınızı yükseltirken, standart yaşamdan ödün veriyorsunuz.
Yaşam standardını yükseltmek için uğraşırken, standart yaşamı, bizi gerçekten mutlu kılan küçük ayrıntıları kaçırıyoruz.
Patlayan tomurcukları, suda yüzen balıkları, yeni doğan köpek yavrusunu, gülen çocuğun sevincini, kırların yeşilliğini, ağaçların dallarını, köpüren suların çağladığını görebiliyor, rüzgarın çığlığını hissedebiliyor, yakınlarımızla, sevdiklerimizle paylaşabiliyor muyuz? O gördüklerimiz bize mutluluk aşılıyor mu?
Bazı insanlar öyle yoksul ki, sahip oldukları sadece hırs ve para. Nasıl bir yoksulluktur bu!.. Böyle bir yoksulluk ancak yaşamayı kısıtlıyor.
Ne kadar zengin olduğunuzu bilmek istiyorsanız, gözyaşı dökün, kaç el gözyaşınızı silmeye gelecek bakalım!..
Mutluluk ve zenginlik bize ait insanlarla içten ve derin sevgi bağlarına dayanıyor. Sevgi... Paylaştığımız bağlar hayatımıza değer katıyor, neşe katıyor, yaşama sevinci aşılıyor.
Sevgi... En yüce değerlerin başında...
Koronavirüs yeni felsefeler yaratıyor, o felsefeye uygun yaşam tarzları...
Haftalardır eve kapanan insanlar, hayatlarını belki yeniden gözden geçiriyor. Kendileriyle yeniden hesaplaşıyor. Sahip oldukları ve fakat Koronavirüs günlerinde uzak kaldıkları ufak tefek ayrıntıların, insanlara ne kadar sevinç verdiğini, ne kadar anlam kattığını belki şimdi çok daha iyi görüyor, çok daha iyi kavrıyor. O ayrıntıları, çok daha değerli olan, sevgi bağlarını özlüyor.
Hep söyleniyor ya, "Koronavirüs'ten sonra hiç bir şey eskisi gibi olmayacak" diye... Doğru, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak; ne yaşam tarzımız, ne ekonomi, sosyal ilişkiler, ne değer yargılarımız... Her şey değişecek.
Nazım’ın dediği gibi, "Heraklit, Heraklit, her şey değişip akmada, bu hâl beni hayran bırakmada".
Bu sefer fena akıyor.
Buraya kadar felsefe...
Kısa adı TEPAV, Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı. Vakıf TOBB’a bağlı, Yönetim Kurulu Başkanı TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu.
Vakıfta uzmanlar ve bilim insanları çalışıyor. Onlardan Prof. Dr. Türkmen Göksel ile Doç. Dr. Yetkin Çınar tarafından yapılan bir araştırma var:
"Korona Salgınında Türkiye’de Zirve Noktası ve Normalleşme Dönemine Kademeli Geçiş Zamanı Tahminleri" başlıklı bilimsel bir araştırma.
Sağlık Bakanlığı verilerinden yola çıkarak, iki bilim insanı Koronavirüs'ün Türkiye’de etkisinin ne zaman zayıflayabileceğine ilişkin tahminler yürütüyor, matematik analizlerle. Siyasetin etkisi dışında bir araştırma, simülasyona dayalı.
Araştırmanın özeti dün T24’te yayımlanıyor, ben biraz daha ayrıntıya giriyorum.
Katı ve gevşek tahminler
İki bilim insanı Sağlık Bakanlığı'na ait 17 Mart ile 18 Nisan arasındaki verileri dikkate alarak, iki seçenek üzerinde duruyor, katı ve gevşek önlemlerden hareketle.
Katı Önlemler: Eğer siyasi iktidar Koronavirüs ile mücadelede katı önlemlere başvurursa:
Koronavirüs mayıs başında pik noktasına, yani hastalığın zirve yaptığı noktaya ulaşıyor, sonra inişe geçiyor ve hayat haziran başında normalleşmeye başlıyor.
Bugünden bakarsak, yaklaşık bir buçuk ay sonra ve fakat eğer "katı önlemler" uygulanırsa...
Gevşek Önlemler: Eğer siyasi iktidar Koronavirüs ile mücadelede, gevşek önlemleri sürdürürse:
Korona ancak temmuz başında pik noktasına, yani hastalığın zirve yaptığı noktaya ulaşıyor, sonra inişe geçiyor ve hayat ancak ağustos başında normalleşmeye başlıyor.
Yavaş yavaş sosyal yaşama dönüş, okulların açılması, ekonomik faaliyetlerin normale dönmesi gibi.
Araştırmayı okuduktan sonra, dün araştırmayı yapanlardan Prof. Türkmen Göksel ile konuşuyorum.
"Katı ve gevşek önlemin" ölçüsü izolasyon, temastan kaçınmak, evde kalmak. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın her konuşmasında, attığı her tweet'te vurguladığı izolasyon.
Ne demek izolasyon? Sokağa çıkma yasağı...
Eğer sokağa çıkma yasağı daha kapsamlı ve daha uzun uygulanırsa, haziran başında hayatın normale dönmesi mümkün.
Hayır, eğer bugünkü gibi, sokağa çıkma yasağı sadece hafta sonları ile sınırlı kalır, sadece 65 yaş üstü ve 20 yaş altı ile sınırlandırılmaya devam ederse, en iyi olasılıkla ağustos başını buluyoruz.
Koronavirüs'ün pik yapması, araştırmada "günlük hasta sayısı + günlük iyileşen hasta sayısı + günlük vefat edenlerin sayısının toplamına eşit" olarak tanımlanıyor. Pik, bulaşın en yüksek noktası, zirvesi, bir süre yatay seyretmesi, sonrasında inişe geçmesi anlamında.
Pik, hayatın normalleşmesi bütünüyle izolasyon uygulamalarına, sokağa çıkma yasağı kapsamının geniş tutulmasına, aynı zamanda süresinin uzatılmasına bağlı. Bu siyasal bir karar.
Türkiye’yi yönetenler her konuşmada halka iyimser senaryolarla vaatlerde bulunuyor. Bu belki halka umut aşılamak, moral vermek açısından uygun görülebilir.
Ancak, gerçek öyle değil.
Örneğin, iki gün önce Tayyip Erdoğan son konuşmasında Ramazan Bayramı'nı ve hayatın normale dönmesini kastederek "iki bayramı inşallah birlikte yaparız" diyor.
Yaşadığımız bugünler algı operasyonu ve propagandanın zamanı değil. Gerçekçi olmak gerek.
Ramazan 24 Nisan’da, yarından sonra başlıyor, 23 Mayıs’ta sona eriyor. 24, 25 ve 26 Mayıs bayram.
Bayram insanların her anlamda en çok sosyalleştiği dönem. 24 Mayıs, bayramın ilk günü cumartesiye rastlıyor.
Koronavirüs'ün etkisi henüz devam ederken, insanların sokaklara dökülmesi, tatillere gitmesi, birbirleriyle kucaklaşması çok tehlikeli, şu son yedi haftalık mücadeleyi altüst edebilecek, bizi yeniden başa döndürecek tehlikeler içeriyor.
Araştırmaya bakınca, "iki bayramı birlikte yapmak" umut aşılayabilir ama, gerçekçi değil.
Meğer ki, sokağa çıkma yasağının kapsamı ve süresi genişletilsin, özellikle de İstanbul’da.
Bırakın "iki bayramı bir arada yapmayı", mantıklı, gerçekçi ve bilimsel olan bayramı da içine alacak biçimde sokağa çıkma yasağı ilan etmek!.. Çok zor ama, öyle!..
Yoksa, biz tekrar yeni felsefeler üretmeye devam ederiz!..
Oysa, şimdiki felsefe bize zaten yeteri kadar ders vermeye yetiyor.
Belirleyici olan, hepimizin kaderini çizecek olan, bizi yönetenlere de aynı dersi vermiş olması.