Her biri en az on bin metrekarelik alanı kaplıyor. Fethiye'de altı jeotermal sondaj kuyusu, jeotermal santral kurmak amacıyla. O alanlardan:
- İkisi Ölüdeniz Plajı Lagününde, arkeolojik sit ve birinci derece doğal sit alanı içinde,
- Biri Kayaköy Mahallesi Soğuk Su Plajı mevkiinde birinci derece doğal sit alanı içinde,
- Biri Delikliburun / Gemiler Sahili, arkeolojik sit ve doğal sit alanı içinde,
- İkisi Darboğaz Plajı Oyukbaşı Tepesi mevkiinde birinci derece doğal sit alanı içinde.
Toplamında yaklaşık altmış bin metrekarelik alanda sondaj yöntemiyle jeotermal kaynak arama faaliyeti, o bölgelerde jeotermal santral kurmak için Enerji Bakanlığı ihaleye çıkıyor. İhaleyi Samsunlu bir iş adamı kazanıyor.
Ve harekete geçiyor.
Belirtilen alanların hepsi sit alanı, korunması gereken alanlar.
İşin komik mi, garip mi, artık ne yanı ise:
"4 Mart 2020 tarihli Resmi Gazete'de yukarıda belirtilen alanların ilk dördü Çevre Bakanlığı tarafından 'kesinlikle korunması gereken hassas alanlar' olarak, 'üzerinde hiç bir faaliyette bulunulamaz' kaydıyla koruma altına alınıyor".
Oyukbaşı Tepesi ise, daha önceden koruma alanı ilan ediliyor.
Çevre Bakanlığı koruma altına alıyor, Enerji Bakanlığı o alanlarda ihaleye çıkıyor!.. Nasıl devlet yönetimi ama!.. Nasıl bir işbirliği!..
Bu pişkinliğin üstüne, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı daha akıl almaz bir karara imza atıyor. Sıkı durun:
"Çevre Bakanlığı 4 Mart'ta Resmi Gazete'de yayınladığı yönetmelik ile bu bölgeleri koruma altına aldığını ilan ediyor. Yirmi altı gün sonra, 30 Mart'ta yatırımcının söz konusu faaliyete başlamak amacıyla verdiği Proje Tanıtım Dosyasına, aynı Çevre Bakanlığı 'uygundur' görüşü veriyor!.. ÇED yapım süreci başlatılıyor."
Anlayan beri gelsin!.. Yirmi altı günde ne, nasıl değişiyor da, 4 Mart'ta koruma altına aldığı alanla ilgili 30 Mart'ta "uygundur" izni veriyor?
Şu korona günlerinde kimsenin bunu fark etmeyeceğini mi düşünüyor? Ya da ne?
Korunması gereken alanlarda jeotermal sondaj, jeotermal kuyu açmak cinayet işlemek gibi. Kükürt, karbondioksit, arsenik, nikel, kurşun, krom, mangan gibi canlılara zarar verebilecek salınımlara yol açıyor. Zemin çökmesi, patlama, fışkırma gibi tehlikeler dahil.
Jeotermal tesisin işletilmesi süresinde ise, zehirli gazların emisyonu, yoğun su kirliliği, asit yağmuru, toprağın, ağaçların, tarımsal ürünlerin, göller ve akarsuların olumsuz etkilenmesiyle ilgili bilgileri konunun uzmanı mühendisler aktarıyor.
Mühendis odalarının jeotermal kuyuların işletilmesine ilişkin ciddi çekinceleri var. Gerekli teknik hazırlıklardan yoksun, halk sağlığına, çevre ve tarımsal faaliyetlere verdiği zararlar defalarca rapor ediliyor. Manisa Alaşehir, Manisa Toygar ve Aydın'da kötü ve zararlı işletme örnekleri yine defalarca dile getiriliyor.
Sondaj kuyusu açılması sırasında şantiye yerleşkesi kurulması, makinelerin öngörülen noktalara taşınması için ağaç kıyımı, insanın içini acıtan işin ayrı bir faslı.
Belirtilen alanların koruma altına alınması boşuna değil.
Fethiye nadir ve hassas ekosisteme sahip bir bölge. Bitkilerin çeşitliliği, fauna, flora, endemik bitkiler açısından zengin. Arkeolojik sit alanı.
Jeotermal enerji santrallarının verdiği zarar, doğada geri dönülemeyecek tahribata yol açıyor.
Deniz seviyesinden üç bin metre yükseltiye kadar varolan biyolojik çeşitlilik denizin altında elli beş metre derinliğe kadar iniyor, denizin dibinde ayrı bir çeşitlilik kazanıyor.
Zaten bu yüzden de, turistik açıdan revaçta bir bölge.
Buraya jeotermal santral izni vermek doğaya karşı işlenen cinayet.
Fethiye'nin doğal zenginliğini ve korunması gerektiğini bilen siyasi iktidarlar bölgeyle ilgili bir kaç kez koruma kararı alıyor.
Son olarak 4 Mart 2020'deki koruma kararının dışında, 18 Ocak 1990'da, 8 Kasım 2006'da, 9 Aralık 2006'da ve 25 Ocak 2017'de Fethiye ve çevresi koruma altına alınıyor.
Buna rağmen, önce Enerji Bakanlığı jeotermal santral için ruhsat veriyor, Çevre Bakanlığı da "uygundur" raporuyla, yukarıda belirtilen Bakanlar Kurulu kararlarını hiçe sayıyor.
Olayın Fethiye'de duyulması üzerine, Fethiye'deki sivil toplum örgütleri, belediye, CHP milletvekilleri ve halk ayağa kalkıyor.
Fethiye Ekolojik Yaşam Derneği, Fethiye Kent Konseyi, Fethiye CHP ilçe örgütü, Fethiye Belediye Başkanı Alim Karaca (CHP) ve CHP Muğla milletvekilleri bu katliamı durdurmak için harekete geçiyor.
Korona günlerinde, bütün Nisan ayı boyunca Fethiye Halkı AKP'nin kendi kararlarına ve uluslararası sözleşmelere aykırı bu ruhsatın iptali peşinde koşuyor. CHP Muğla milletvekili Süleyman Girgin 27 Nisan'da, on gün önce olayı Meclis'e taşıyor, Çevre Bakanına soru önergesi veriyor.
Milattan Öncesinden başlayarak günümüze kadar tarih boyunca dünyanın çeşitli bölgelerinde "ülkelerdeki demokrasi mücadelelerini" konu alan, ocak ayında yayımlanan bir kitap var.
Daron Acemoğlu ile James A. Robinson tarafından kaleme alınan "Dar Koridor" çok kapsamlı bir kitap. "Dar Koridor", çünkü demokrasiye ulaşmak o kadar kolay değil. Kitapta bunun pek çok örneği anlatılıyor.
Peki, demokrasiye nasıl ulaşılıyor? "Dar Koridor" nasıl aşılıyor?
M.Ö. 594'te Atina'da Solon büyük bir reform yapıyor, sivil toplumu güçlendiriyor. Öyle toplumsal bir yapı kuruyor ki, toprak reformundan kentteki Meclis'in oluşmasında halkın katılımına kadar uzanan reformlar dizisi.
Kısa süre sonra "örgütlenmenin ürününü gören halk işlerin denetimini eline almıştı". (A.g.k., s. 66).
Örgütlenme ve örgütlenme...
"Toplumun gücü büyük ölçüde insanların siyasete müdahil olabilmeleri, karşı çıktıkları değişiklikleri durdurabilmeleri ve temel siyasi taleplerini dayatabilmeleri için kollektif eylemde bulunabilmelerine bağlıdır." (A.g.k., s.73)
"Kollektif eylem..." Fethiye bunu yapıyor
Öyle bir örgütlenme ve öyle bir kollektif eylem ki...
1 Mayıs günü, o tatil gününde... Beş gün önce...
Çevre Bakanlığı 30 Mart'ta verdiği izni 1 Mayıs'ta iptal etmek zorunda kalıyor, "o bölge mutlak korunması gereken alandır" gerekçesiyle...
"Dar Koridor" kitabında yer alan örgütülenme ve toplumsal güç tezi doğrulanıyor.
Örgütlenme ve örgütlenme... Toplumsal güç...
Tarih bu gücün önünde durulamayacağının örnekleriyle dolu...
Son örnek Fethiye...