Mahallenin bakkalından uluslararası işlemler yapan bankacıya kadar herkesin yüzü asık. Kime sorsanız:
“İşler kötü, piyasa durgun.”
Lüks semtteki AVM’lerden birinde kadın ve erkek giyim eşyası satan adam, saat 16 dolaylarında, bir bluz almak için dükkanına giren kadına, “İlk müşteri sizsiniz, akşam oldu, henüz siftah yapmadık” diyor.
Onun yanındaki parfümcü, yanındaki diğer giyim mağazası, yanındaki kırtasiyeci, yanındaki ayakkabıcı, hepsi aynı. Hele mobilya dükkanları, değerli eşya satanlar, kuyumcular, saatçiler, onların yanına uğrayan bile yok.
Lokantalarda masalar seyrek, gıda satan dükkanlar eh işte.
İşler kesat.
Dolar durmak bilmiyor, TL karşısında rekor üstüne rekor kırıyor.
Sokakta insanlar “Nasıl geçineceğiz” derdinde.
Ekonomik kriz...
Artık sokaktaki vatandaşa yansımaya başlıyor.
Nobel ödüllü Amerikalı iktisatçı Stiglitz 18 Ekim 2016 tarihli Dünya Gazetesinde yazdığı yazıda dünya ekonomisine ilişkin değerlendirmelerde bulunurken genel bir kuralın altını çiziyor:
“Toplumlar bölünüyor, demokrasi baskı altına alınıyorsa, bunun sonucu olarak ekonomi zayıflıyor. Bunu göremeyen politikacılar derslerini alacaktır.”
Stiglitz bunu tek bir ülke için söylemiyor, ekonomileri krize giren ve girmekte olan ülkeler için söylüyor.
Haksız değil, geçmiş örnekler Türkiye’de ve başka ülkelerde bu sözü doğruluyor.
Son birkaç yıldır Türkiye’de toplum bölünüyor, demokrasi ise, çok fena halde baskı altında.
Ekonominin zayıflamasına gelince, bütün göstergeler tehlike çanlarının çalmakta olduğunu gösteriyor.
Son aylarda bütün ülkeler içinde dolar karşısında en çok değer kaybeden para Türk Lirası.
Ne zaman kaybediyor?
Rus Rublesi, Japon Yeni, Brezilya Reali, Çin Yuanı dolar karşısında değer kazanırken.
Bu durumda TL’deki kaybı ikide bir, “Amerikan Merkez Bankası doların faizini yükseltecek” haberlerine bağlamak gerçekçi değil. Onun da etkisi olabilir ama, asıl başka etkenler çok daha büyük rol oynuyor.
İç ve dış politikanın etkileri, kötü yönetimin sonucu.
Önemli kalemlere tek tek bakalım, nerede olduğumuzu görelim.
-Büyüme: 2016 yıllık ortalaması yüzde 3’ün altına doğru iniyor. Üçüncü çeyrekte “eksi bile” olabilir. Daha da kötüsü, büyüme sanayi üretiminden, inşaat yatırımlarından, çeşitli sektörlerdeki mal ve hizmet üretim artışından ya da ihracat artışından değil, kamu harcamalarından kaynaklanıyor.
-Enflasyon: Bütün tahminlerin üstüne çıkma eğiliminde, yüzde 8’e doğru tırmanıyor.
-İnşaat Lokomotifi: Büyümenin önemli lokomotiflerinden biri olan inşaat sektörü 2016’nın ilk yarısında yüzde 6.7 büyüyor, bu gayri safi milli hasılayı 0.4 puan yukarıya çekiyor. Üçüncü çeyrekte inşaattaki büyüme hızla aşağıya iniyor. Lokomotif “istim arkadan gelsin” vaziyetinde.
-İhracat: Düşüyor. 2015’te 143 milyar 935 milyon dolarlık ihracat yapılmışken, şimdi bir yıllık ihracat 130 milyar 921 milyon dolara iniyor.
-Otomotiv: Yüz güldüren ender sektörlerden biri. Büyümenin bir başka lokomotifi olan otomotiv sanayinde toplam üretim geçen yıla göre yüzde bir azalmış olsa bile, ana sanayi ihracatı yüzde 15, yan sanayi ihracatı yüzde 7 artıyor.
-Turizm: En sert düşüşlerden birini yaşıyor, son on yedi yılın en düşük düzeyine iniyor. Geçen yıla göre gerileme yüzde 35.6. Turizm gelirleri 4 milyar 981 milyon dolara düşüyor.
-Yurt Dışı Müteahhitlik Hizmetleri: Her yıl düzenli biçimde artan bu hizmetlerden elde edilen gelir 2013’te 30 milyar doları buluyor. Bu yılın ilk dokuz ayında sadece 4.1 milyar dolarda kalıyor.
Ekonominin bütün verilerinden hareketle:
Kişi başına düşen gelir 2007’de 9 bin 247 dolar iken, bu yıl 9 bin 56 dolar olarak tahmin ediliyor. 2017’de kişi başına gelir 2007’nin de altına inme eğiliminde.
Uluslararası değerlendirme kurumları Türkiye’nin notunu indirdiklerinde azar işitiyorlar, “sen kimsin be, indirsen ne olur, indirmesen ne olur.”
Ne olduğu çok basit.
Moody’s 24 Eylül’de Türkiye’nin notunu kırıyor, “Türkiye’yi yatırım yapılamaz ülke” olarak tanımlıyor.
Kırsa ne olur, kımasa ne olur? Şu oluyor:
Ekimin ilk haftasında Türkiye’den 769 milyon dolar dışarıya kaçıyor. Yabancı yatırımcılar için Türk tahvillerinden elde ettiği faiz nisbi olarak yüksek olmasına rağmen, faizin üstünde bir kur artış riski (doların TL karşısında değer kazanması), dışarıya sermaye çıkışını hızlandırıyor. Bu çıkış doların yeniden yükselmesine yol açıyor.
Dolar yükseliyor, dışarıya para kaçıyor, bunun üzerine dolar yeniden yükseliyor, bu doların yeniden yükselmesine yol açıyor. Tam bir kısır döngü.
Ve bu kaçış şu anda devam ediyor.
Ekonomide bu kısır döngü yaşanırken ve krizi haber verirken, siyaseten ve sosyolojik olarak, şu garip tablo TV’lerde ekranlara yansıyor.
Tayyip Erdoğan bu kurumları azarlarken, onu dinleyenler aşka geliyor ve büyük bir alkış tufanı ile karşılık veriyor.
Aslında krizi alkışlıyorlar, farkında değiller.
Türkiye’deki ekonomik verileri etkileyen birkaç dış etken var.
Biri, küresel ticaretin azalması. 2008’de dünya ticaret hacmi yüzde 7 büyürken, Türkiye de bundan payını alıyor, olumlu olarak.
2016 başında dünya ticaret hacmi sadece yüzde 1.5 büyüyor. Türkiye bundan da payını alıyor, olumsuz olarak.
Diğeri, petrol fiyatları. 2016 başında varili 34 dolara kadar inen petrol fiyatı Kasım başında 52.2 dolara yükseliyor. OPEC ülkelerinin (Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü) kendi içindeki anlaşması, petrol piyasasını yeniden düzenlemeleri, petrol fiyatlarını artırıyor. Bu Türkiye’yi olumsuz etkiliyor.
Bütün bu ekonomik verilerin analizi sonrasında, başa dönüyoruz, Stiglitz’in sözüne, “Toplumun bölünmesi, demokrasinin baskı altına alınması...”
Adım adım krize doğru giderken, bunun temelinde izlenen iç ve dış politikada yatıyor.
OHAL’in uzaması, gazetecilerin, siyasetçilerin, akademisyenlerin tutuklanması, başta basın ve ifade olmak üzere, temel hak ve özgürlüklerde kısıtlamalar, yargı bağımsızlığının her gün yeni bir yara alması, siyasi istikrarsızlık, terör, şiddet toplumu, Suriye ve Irak batağı, komşularla ve AB ile kavga...
Hiçbiri kendi alanlarıyla sınırlı kalmıyor, hepsi tek tek ve bir bütün olarak ekonomiye yansıyor.
Üstüne üstlük, toplumu ikiye bölen “Başkanlık” tartışmaları.
Her azar, demokrasi dışı her karar, bizi biraz daha ekonomik krize sürüklüyor.