Gece yarısı saat 02.00 dolayları... Kaldığım otelde odamın kapısı hızlı hızlı çalıyor, kaygılanıyorum ama, yine de kapıyı açıyorum.
Karşımda sakalları yeni bitmiş, iki tane yeni yetme... Bellerinde tabanca...
1984 Mart ayı... Tahran...
İslami rejim geldikten sonra, adı "El İstiklal Oteli" olarak değiştirilen eski Hilton Oteli. Sözde "İslam temizliktir", ne gezer, otel pis mi, pis!.. El bezi gibi kirli havlular, değişmemiş çarşaflar, kim bilir ne kadar zamandır hiç yıkanmamış simsiyah yastık kılıfları... Yatakta yatmak mümkün değil.
Başbakan Turgut Özal’la birlikte, bir grup gazeteci ve iş adamı Tahran’dayız.
Kapıyı çalan iki yeni yetme, adına "Pasdaran" denilen, sözüm ona, "Devrim Muhafızları" ekibinden:
"Yarın sabah buradan ayrılıyorsunuz, bavulunuzu şimdi aşağıya indirin!.."
Neden şimdi, gece yarısı?..
Pasdaran:
"Humeyni böyle istiyor!.."
İşte, otoriter rejim budur!.. En küçük ve çok ilgisiz bir olayda, kendini gösteren, günlük yaşamı çekilmez hale getiren saçma sapan, akıl ve mantık uygulamalardır. Daha büyük olaylara gitmeye gerek yok. Bu tür küçük olaylarda rejimin otoriter karakteri çok netleşiyor.
Benzer ilgisiz örnek, önceki gün İstanbul’da yaşanıyor.
Formula 1 Grand Prix yarışında yaşanan skandal...
O yarışın organizasyonunda görev alanları kim seçiyor ya da atıyor?.. Elbette, "Reis!.."
Adamlarda "görev bilinci" öyle yüksek ki... Malum, içki bunlara göre yasak ya...
"Yarıştan sonra kutlamalar sırasında kazananlar için geleneksel şampanya yerine, bildiğimiz gazoz patlatılıyor!.."
Bütün dünya bununla alay ederken... Benzer bir yarış için gelecek yıl İstanbul listeden çıkartılırken...
İşte, otoriter rejim budur. İlgisiz bir olayda, kendini gösteriyor, "kraldan fazla kralcılar" zuhur ediyor ve Türkiye’yi rezil ediyor. Saçma sapan uygulamalar otoriter rejimin niteliğini gözler önüne seriyor.
Durup dururken, başka iş kalmamış gibi....
Tepeden gelen bir kararla KİT’lerde görevli denetim ve yönetim kurulu üyelerinin aylıklarına "vergi bağışıklığı" getiriliyor!.. Onlar yurttaş değil mi?.. Gelir vergisi ödemek zorunda değil mi?..
Ne alaka ise!..
Yok, alakası var. Tipik otoriter rejimler "kendilerine ekipler ve yandaşlar oluşturmak" çabasından geri durmuyor. Bu amaçla her konuyu kullanmaktan kaçınmıyor. Bu da, onlardan biri.
Ama, buna karşılık, örneğin, "çiftçilere verilen kredilerin geri ödemesinde hiç bir bağışıklık ya da af getirmeyi" düşünmüyor.
2002 yılında 2 milyar 400 milyon lira olan çiftçilerin bankalara kredi borcu bugün 170 milyar liraya yükselmiş bulunuyor. Perişan hale düşen on binlerce çiftçiyle ilgilenen yok.
Hiç bağlantısı yokmuş gibi duruyor ama, otoriter rejim işte budur. Kitlelerin derdine sırtını döner, kendi yakın ekibinin konumunu, durumunu sağlamlaştırmakta mahir olur.
Madem "ekonomide reform" diyorsunuz, alın işe çiftçilerden başlayın!..
2002 yılında bir ton buğday sattığında 33 gram altın satın alan çiftçi, şu anda yine bir ton buğday karşılığında sadece 4 gram altın alabiliyor. Yoksullaşmaya bakar mısınız?..
Hafifletin bu sefaleti, adına "ekonomik reform" dediğiniz uygulama ne ise, o bir nebze yerine otursun!..
Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı Lütfi Elvan Hazine ve Maliye Bakanlığı'na atanıyor. Onun yerine bir seçim yapılması gerek.
Henüz seçim yapılmadan... Henüz yeni Başkanın kim olacağı bilinmeden... Komisyonun muhalefet partisine mensup üyelerinin henüz haberleri olmadan...
Komisyonda üye olmayan AKP milletvekilleri Cevdet Yılmaz’ı sosyal medya hesaplarından "yeni başkan" olarak kutluyor!..
İşte, otoriter rejim budur. Hiç ilgisi yokmuş gibi görünüyor ve fakat bu tür küçük olaylarda "rejim kendi iradesini ortaya koyuyor". Kimin başkan olacağına çoktan karar vermiş, geriye sadece "dostlar alış verişte görsün, biçimsel bir oylama" kalmış..
AKP milletvekillerinin o kutlamalarından iki saat sonra, Cevdet Yılmaz AKP ve MHP oylarıyla gerçekten Başkan oluyor!.. Ve bunun adına "seçim" deniliyor!.. Otoriter rejim işte budur.
Otoriter rejimi öyle büyük yerlerde, büyük olaylarda aramaya gerek yok. Elbette oralarda da var, ama asıl günlük yaşamımıza değen,"küçük ve önemsiz" diye geçiştirdiğimiz pek çok olayda "otoriter rejim" sırıtıyor da, sırıtıyor...
"Hukuk, ekonomi ve demokrasi reformlarıyla" değişir mi bunlar?..
Her şeye karışmak, her ayrıntıya "ille de ben karar vereceğim" takıntısı kafalara bir kez işlemiş ise ve bundan gurur duyuluyorsa... Ve dar çevre, "Reis" ne yaparsa yapsın, eski deyimle, "hakkı aliniz var beyefendi" diye el öpüyorsa...
"Reform mu?.." Geçiniz!..
Ya da bu takıntıdan, bu hırstan kurtularak, her işi kimler yapıyorsa, onlara bırakın!.. Ama, o çok zor. Çünkü, otoriter rejim onlar için artık vazgeçilmez bir hayat tarzı.