24 Temmuz 1908...
İşgal kuvvetleriyle işbirliği yapan, ulusal kurtuluş mücadelesine düşmanlığı ayyuka çıkan Ali Kemal’in yayınladığı Peyam gazetesi dahil...
İkinci Meşrutiyet ve demokrasi düşmanlığını kimseye bırakmayan, Derviş Vahdeti’nin dini günlük siyasete sürekli alet eden Volkan gazetesi dahil...
İşgal kuvvetlerine karşı ilk kurşunu sıkan Hasan Tahsin’in yazdığı Serbesti gazetesi dahil...
Liberal düşünceleri ülkesine taşıyanların başında gelen Prens Sabahattin’in çıkardığı Osmanlı gazetesi dahil...
Demokrasiyi ve ulusal kurtuluşu canla başla savunan Tevfik Fikret, Hüseyin Cahit, Adnan Adıvar gibi ünlü kalemlerin yazdığı Tanin gazetesi dahil...
Her demokratik adımı alkışlayan Falih Rıfkı’nın başyazılarını yazdığı Saadet gazetesi dahil...
Yayın politikası sürekli değişen Ahmet Emin Yalman, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Necmettin Sadak gibi dönemine damga vurmuş yazarların yazdığı İkdam gazetesi dahil...
24 Temmuz 1908 günü, II. Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte, bu gazetelerin hepsi birden, o gün sansür memurlarını kapı dışarı ediyor, tek bir sansür memuru bile gazetelere giremiyor.
Yaşasın Matbuat Hürriyeti, yaşasın Basın Bayramı.
Ne bayramı? Dün 24 Temmuz 2017, hangi bayram? O 1908’de kalıyor, yüz dokuz yıl geride, yüz dokuz yıl...
Aralarındaki anlaşmazlıklar ne olursa olsun, biri iktidardaki İttihat Terakki’nin can düşmanı bile olsa, diğeri o partinin en kıdemli destekleyicisi bile olsa, 1908’de yayınlanan gazeteler aynı vazgeçilmez ilkede birleşiyor:
Sansürü filan bundan sonra asla kabul etmiyoruz, anayasada yer alan basın özgürlüğünü ilan ediyoruz.
1908... 2017...
Bırakın basın özgürlüğünü, bırakın sansüre karşı birleşmeyi...
Bodrum’da deprem olduğunda bile, “Bedroom” diye dalga geçen, depreme alkış tutan bir zihniyetle karşı karşıyayız.
Farklı düşünceye sahip meslektaşlarını ihbar eden, aleyhlerinde gerçek dışı yayınlar yapan, onlar tutukladıklarında zevkten dört köşe olan bir zihniyetle karşı karşıyayız.
İktidar tarafından önlerine yeni kapılar açılan, açıldıkça, kimi, nasıl ihbar edeceklerini bilemeyen bir zihniyetle karşı karşıyayız.
Kim oldukları bilinmeyen, “gazteci” kılığıyla ortada dolaşan, arkalarında hiç bir aklı başında haber, röportaj, araştırma, özetle tek bir gazetecilik faaliyeti bulunmayan bir zihniyetle karşı karşıyayız.
1908... 2017...
24 Temmuz Basın Bayramı, hangi bayram, ne bayramı?
Kaderin cilvesine bakın ki, Cumhuriyet Gazetesinde çalışan meslektaşlarımız bir “Basın Bayramı” günü yargı önüne çıkıyor.
Yargı önüne:
267 gün tutuklu kaldıktan sonra.
İddianamenin yazılmasından üç ay geçtikten sonra.
İddianame tutuklu kalmalarından 150 gün, beş ay, geçtikten sonra yazılıyor.
“Basın Bayramı”, ne bayramı, hangi bayram?
Basın Bayramı, sansürün kaldırılışının bayramı, 1946’dan beri kutlanıyor.
Sansürün...
Galatasaray Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Yasemin Giritli İnceoğlu sansüre tanım getiriyor:
“Cezalandırma, yasaklama, hedef gösterme, tehdit etme, korkutma, aşağılama, engelleme, saldırı, ötekileştirme, sansürde kullanılan yöntemlerdendir”. (Türkiye Gazeteciler Cemiyeti panelindeki konuşması).
Tam da, bugün yapılanların bir özeti. İnceoğlu devam ediyor:
“Kamu yararı adına ihmal, haksızlık ve yolsuzlukların ortaya çıkartılmasını sağlayan, sosyal ve politik güç, iktidar odaklarının engellemelerine karşı yapılan bir gazetecilik türü olan araştırmacı gazeteciliği önleme gerekçelerinden biri olan ulusal güvenlik ve ulusal çıkarların öne sürülmesi, kamunun bilme hakkının ihlalinden başka bir şey değildir”.
Tam da, dün yargı önüne çıkan, 267 gündür tutuklu meslektaşlarımızın yaptıkları gibi. Gerçek gazetecilerin yaptıkları gibi.
24 Temmuz aynı zamanda müthiş bir zaferin günü, 24 Temmuz 1923 Lozan Anlaşması, Cumhuriyet’e açılan, bağımsızlığa açılan yolun en önemli tarihsel adımı.
Başkalarından dinleyelim en iyisi. Örneğin, Birinci Dünya Savaşı sırasında en büyük düşmanlarımız arasında yer alan İngiltere Başbakanı Winston Churchill:
“Lozan, sürpriz bir biçimde Sevr Anlaşmasının tam tersidir. Büyük devletler kendi iradelerine göre, sadece gönüllerindeki barışı değil, aynı zamanda bir milletin çöküşünü emretmeye hazırlandıkları bir dönemde, Türkler karşısında başlarını eğmek zorunda kaldılar”. (Churchill, Dünya Kirizi, s.427).
Ya da o dönemin önde gelen aktörlerinden, Türkiye’de pek çok yeri işgal eden İtalyanların ünlü Dışişleri Bakanı Carlo Sforza:
“Öğrenciler tarih derslerinde 1918 sonunda kazanılan en büyük zaferlerden birinin Türklere karşı olduğunu öğreniyor. Ancak, şimdi gerçek şu ki, büyük devletler galibiyetlerini kutlarken, Türkler savaşta kaybettikleri her şeyi Lozan’da kazandılar. Hiç kuşku yok, savaşı Türkler kazandı, bunu da Lozan’da ilan ettiler”. (Modern Avrupa’yı İnşa Edenler, s.346).
Ve gelelim büyük tarihçi Arnold Toynbee’nin görüşüne:
“Türkiye Lozan’da her istediğini elde etti. Çünkü, inancı çok güçlüydü. Müttefiklerin hiç biri buna karşı direnemedi”. (Toynbee, Dış Politika Olayları, İkinci Cilt, s.89).
Lozan Anlaşması hiç bir devletten destek görmeden, hatta tersine, her türlü baskıya rağmen, diplomasi tarihiminiz şanlı sayfalarından biri.
O sayfa ki, bizim bağımsızlığımızın dünya tarafından kabulünün kanıtı.
Atatürk ve İsmet Paşa’nın, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’le birlikte, en büyük armağanlarının başında geliyor Lozan.
Ha, 24 Temmuz Basın Bayramı mı?
Bu yıl kimsenin kutlamak istediğini sanmıyorum.