Türkiye Rusya'dan S - 400 hava savunma sistemi satın alınca, üç yıl süren perde arkası, perde önü görüşmeler sonucunda Amerika Türkiye'ye yaptırım uygulama kararı alıyor:
- Savunma Sanayi Başkanlığı'nın Amerika'dan ihracat lisansı alması engelleniyor.
- Amerikan ve uluslararası finans kuruluşlarından kredi imkanı kaldırılıyor.
- Savunma Sanayi Başkan ve üç yöneticinin Amerika'ya girmesi, onlarla herhangi bir ihale, kredi ve sözleşme imzalanması yasaklanıyor.
Türkiye'nin Kıbrıs'a çıkarma yapması üzerine, Amerika'nın 1974 yılında dört yıl süreyle silah ambargosu uygulamasından sonra, bize yönelik en ağır yaptırım zincirinin son halkası.
"Son halkası", çünkü yine yakın zamanda ve fakat unutulan üç engel ya da "gizli ambargo" var.
"-F-16'ların yenilenmesi engelleniyor,
-ATAK helikopterlerinin motorları için lisans verilmesinden vazgeçiliyor,
-Türkiye F-35 programından çıkartılıyor."
Son yaptırım kadar önem taşıyan "gizli ambargo" bunlar.
Üstelik, Türkiye F-35'lerin parasını ödemiş bulunuyor.
1974 yılındaki silah ambargosu Türkiye'ye pahalıya mâl oluyor. Türkiye bu alanda yıllarca çok güçlük çekiyor.
Amerika'nın son yaptırım kararı karşısında...
Önce birinci elden, Tayyip Erdoğan'dan öfke dolu tepki:
"Bu yaptırım 2017 yılından bu yana ilk defa bir NATO ülkesine uygulanıyor. Bu nasıl bir ittifaktır?.. Bu karar ülkemizin egemenlik haklarına saldırıdır. Gerekçe, Türkiye'nin Rusya'dan S - 400 savunma sistemi almasıdır. Peki, Türkiye bu yola neden başvurmuştur?.. Amerika çok uzun zamandan beri kendi elindeki hava savunma sistemlerinin ülkemize satışına izin vermiyor."
Erdoğan'ı yardımcısı Fuat Oktay izliyor:
"Haksız yaptırım kararını şiddetle kınıyorum."
Ve elbette Dışişleri Bakanlığı benzer tepkiyi sürdürüyor:
"Amerika'nın tek taraflı yaptırımlar içeren kararını kınıyor ve reddediyoruz. Amerika'yı bu haksız yaptırım kararını gözden geçirmeye, vahim yanlıştan dönmeye çağırıyoruz."
Bu açıklamaları TBMM'de grubu bulunan partilerden dördünün ortak bildirisi izliyor.
Özünde haklı olan bu sert üslup, yerini daha sonra çok başka bir boyuta bırakıyor.
Önce yine Tayyip Erdoğan:
"Türkiye bu tür yaptırımlarla kilitlenmesi noktasını artık çoktan geride bıraktı. Her sıkıntı bize çözüm için bir kapı aralayacaktır."
Ne kadar güzel!.. Hepimiz şimdi o "kapıyı" merak ediyoruz!.. Nereye, nasıl "aralanacak?.."
Derken, aynı tonda Fuat Oktay:
"Yaptırım bizi sadece motive eder. Yaptırımı artık, yatırıma dönüştüren bir Türkiye var."
Aman, ne kadar iyi!.. Haydi bakalım, bekliyoruz!..
Ardından yaptırımların kişi olarak hedefinde yer alan Savuna Sanayi Başkanı İsmail Demir, hem de teknik eleman olarak, gönülleri daha ferahlatıcı biçimde:
"Türk Silahlı Kuvvetleri, güvenlik güçlerimiz bundan etkilenme durumunda değil. Projelerimiz genelde savunma sanayi şirketleri üzerinden yürür ve bunların hiçbiri yaptırım kapsamında değil.
Metinde, bu tarihten önce imzalanmış anlaşmaların etkilenmeyeceği var. O yüzden endişelenmeye mahal yok.
Ayrıca, bizim finansal erişime ihtiyacımız yok."
Harika!.. En yetkili teknik elemanın ağzından, yaptırımlara karşı bal damlıyor!..
İktidarın emrindeki Anadolu Ajansı İsmail Demir'i "Finans Masasının" konuğu olarak çağırıyor. Yani, "Saraydan vizeli" bir çağırma!..
Erdoğan, Oktay ve Demir aynı içerikte konuşuyor. Belli ki, önceden kararlaştırılmış, hem Amerika'ya, hem Türk halkına gösteri niteliğinde.
"Yaptırım bizi motive eder."
Madem, "motive eder", o zaman neden o kadar tepki gösteriyorsunuz?..
Madem, "yeni kapılar açar", neden bu kadar hırçınlaşıyorsunuz?..
Madem, "Türk Silahlı Kuvvetleri etkilenmez", neden tüm partileri bir araya getirip, ortak açıklama yolunu seçiyorsunuz?..
Oysa, gerçek çok farklı. 1974 silah ambargosu o gerçekleri ve sonuçlarını çok iyi anlatan bir örnek. Bu nutukları atmadan önce, o ambargonun sonuçlarını öğrenmelerinde yarar var!..
Biliyor olabilirler de, serde "racon kesme" var ya!..
Özetlenen gelişmeler geçen haftaya ait. Dün ise, Erdoğan partisinin grubunda hem Amerika'ya, hem Avrupa Birliği'ne karşı üslubunu yumuşatıyor:
"2020 yılı Amerika ve Avrupa Birliği ile ilişkilerimizin suni gündemlerle sınandığı bir yıl oldu."
Demek ki, öfkeyle eleştirdiği yaptırımlar, "suni gündem!.."
Yumuşatmakla kalmıyor hatta, dün geçenlerde olduğu gibi, bir kez daha elini uzatıyor:
"Yeni yılda Amerika ve Avrupa Birliği ile olan münasebetlerimizde yeni bir sayfa açmayı arzu ediyoruz."
Ne olduysa, "eyyy Amerika, eyyy Avrupa Birliği" fırçaları, geçmişte onlara dönük karalamaların üstünü örtmeye çalışıyor.
Birbirini tutmayan bu politikaların, bu niyetin hangisi gerçek, hangisi değil, bizi bırakın, muhtemelen elin adamlarının da, kafası sürekli karışıyor olmalı.
Bununla birlikte...
"Bir ileri, bir geri tavır ve sözlere, bizler gibi, artık onlar da, alışmış olmalı!.."
Dünkü yazıda Veysel Eroğlu'ndan söz ediyorum, toplam 24 yıl boyunca "su ve orman" işleriyle ilgili Genel Müdürlük ve Bakanlık koltuğunda oturan Veysel Eroğlu'ndan...
Hazır söz ondan açılmış iken...
Malum, hazret "müjde verme üstadı!.."
Tıpkı, "İstanbul'un 2071 yılına kadar su sorununu çözdük", müjdesi gibi....
Yıl 2011... Afyon...
Afyon'a Arkeoloji Müzesi yapılacak. Temel atma töreni.
Törende "müzenin iki yıl içinde, 2013 yılında hizmete açılacağı" söyleniyor.
Veysel Eroğlu da, orada, çünkü Afyon milletvekili.
Törende 2013 sözünü duyar duymaz, hemen devreye giriyor:
"Olmaaaaz!.. İki yıl çok uzun, olmaaaz!.. 2013'te değil, bir yıl sonra, 2012'de bu müze açılmalı, inşaat ona göre bitirilmeli!.."
Afyon halkı önünde Eroğlu söz veriyor, müteahhitler "tamam" diyor. Afyon halkı memnun, mesut, bir yıl içinde müzelerine kavuşmayı sabırsızlıkla bekliyor.
Ama...
Hayat bu alemde "ama" olmadan devam etmiyor:
"Yıl 2020, hatta artık 2021... Eroğlu'nun "müze 2012'de, bir yıl içinde bitecek" diye verdiği müjdenin üstünden tam on yıl geçmek üzere...
Müze halen inşaat halinde, hâlâ bitmiş değil!.."
Söz artık ilk seçimde Afyon halkının.