"Vahşete ve baskınlara ve de sansüre" şerbetlidir aziz Türk Basını. Bu kara lekelerin izleri kolay kolay silinmeyecek türdedir.
Ve bu hemen her dönemde böyledir, AKP iktidarında olduğu gibi.
Bu "vahşet ve baskının" en tipik örneklerinden biri...
Mart 1945...
Türkiye ile Sovyetler arasında gerginlik var. Moskova "yeterince güvenli olmadığını düşünerek, Boğazlar'daki güvenliğin Türk - Sovyet denetimine bırakılmasını" istiyor. Ankara doğal olarak karşı çıkıyor.
O sırada "solcu Tan Gazetesi" Türk - Sovyet ilişkilerinin iyileştirilmesi yönünde yayın yapan tek gazete. Namlı ve mimli solculardan Zekeriye Sertel ile eşi Sabiha Sertel'in yayınladığı bir gazete.
"Birbirini ihbar etmeye" de şerbetlidir aziz Türk Basını. Her dönemde ve son yıllarda olduğu gibi.
Sertel'lerin tutumuna karşı, Hüseyin Cahit Yalçın Tanin Gazetesinde kışkırtıcı bir üslupla, "Kalkın Ey Ehli Vatan" yazısıyla Tan Gazetesini hedef gösteriyor.
Zaten kararlı olan bir gurup "Allah Allah, komünistlere ölüm" nidalarıyla gazete binasında cam çerçeve bırakmıyor, matbaa makinelerini parçalıyor, Tan yayın hayatına son vermek zorunda kalıyor.
"Ve...
Hiç kimse tutuklanmıyor!.."
Sürpriz mi?.. Değil!..
1945'ten bu yana, "köprülerin altından çok sular geçiyor" mu?.. Hayır, geçmiyor, çünkü değişen bir şey yok.
Çeşitli iktidarlar döneminde "gazete baskınları da var, gazete taşlamak da var, sansür de var".
Ya bugün?..
"Vahşete ve saldırıya ve de sansüre" şerbetlidir aziz Türk Basını.
O vahşetin son örneği Marmaris'te yaşanıyor. "Halk TV canlı yayın sırasında saldırıya uğruyor".
Bıraksan, sanki adam öldürecek bir kaç sefil, kopuk, kendini bilmez!..
O saldırı, yıllardır ekilen "toplumu kutuplaştırma ve ötekileştirme tohumlarının" ürünü.
O saldırıdan sonra da, aynı olay yaşanıyor, 1945 yılındaki gibi, 76 yıl önceki gibi:
"Saldırganların hepsi serbest bırakılıyor!.."
Yangınların, herkesin yüreğini ağzına getiren noktalarından biri de, "Kemerköy Termik Santralı". Yangın oraya sıçrarsa, tam felaket. Onun için haberciler o bölgede yoğunlaşıyor.
Bölgedeki yangını izlemek üzere oraya koşan gazeteciler bir de ne görsün?..
"Sansüre" şerbetlidir aziz Türk Basını.
Bakanlar santralın orada açıklama yapacak ama...
"FOX TV, Halk TV ve yabancı Reuters haber ajansı içeriye alınmıyor".
FOX TV muhabiri Gülşah İnce canlı yayında anlatıyor:
"Kemerköy Santralına yaklaşan alevleri size aktarmayı isterdik ama, şu an iki kilometre dışındayız. Jandarmanın elinde bir liste var, jandarma bize 'elimizde liste var, adınız o listede yok, onun için giremezsiniz' dedi".
Türkçesi...
Doğrudan İçişleri Bakanlığı tarafından getirilen bir sansür.
Neden o liste?..
Yangınla mücadelede başarılı olamayınca, doğru ve düzgün haber yapan kanallara sansür getiriliyor ki, "başarısızlık bilinmesin!.."
Oysa...
Böyle bir sansür getirmek bile, "başarısızlığın itirafı ve bunun açığa çıkmasından" başka bir şey değil.
"RTÜK üzerinden getirilen sansür" gibi.
Bir kaç gün önce RTÜK bir duyuru yayınlıyor. "Medyayı sorumluluk içinde duyarlığa" çağıran bildiri, hükümet manifestosu gibi, üstelik tehdit eden tarzda:
"Gerçeği yansıtmayan yanıltıcı görüntülere yer verilmemesi...
(...) Korku ve endişe uyandıracak haberlerin aktarıldığı, canlı yayınların halkın ve söndürme ekiplerinin motivasyonunu kıracak şekilde olduğu...
(...) 130 farklı noktada çıkan yangınlar başarıyla söndürülmüşken, buraları hiç görmeksizin, sadece yanan alanların ısrarla ekranlara taşınması kaos beklentisinde olan çevrelerin istediği yönde bir yayıncılıktır.
(...) Orman yangınlarıyla ilgili yapılan yayınların kanunda yer alan ilkeler doğrultusunda gerçekleştirilmesi, aksi halde medya hizmet sağlayıcılarına en ağır yaptırımların uygulanması
kaçınılmaz hale gelecektir".
Hem sansür, hem tehdit!..
Çok tipik...
Konu ne olursa olsun, çuvalladı mı bir iktidar, aklına gelen ilk iş medyaya sansür getirmek ve tehdit etmek oluyor.
O tehditi ayrıca "jandarmanın eline tutuşturulan listelerle" desteklemek, "akreditasyon" uygulamak.
"Akreditasyon..." Yani, "güvenilir olmak, uygun gelmek, ters düşmemek" anlamında.
"Post modern darbe" olarak anılan 28 Şubat 1997'den kalan bir deyim. Askerler o tarihte bazı gazete ve TV kanallarını ve hatta tek tek bazı gazetecileri Genelkurmay'a almıyor, toplantılara kabul etmiyor, onlara "akreditasyon vermiyor".
O tarihte Başbakan olan Necmettin Erbakan da, son on yılda AKP'nin yaptığı gibi, "bazı gazete, TV kanalı ve gazetecileri dışlıyor", Erbakan da onları "akredite etmiyor".
"Akreditasyon" ya da Türkçesi, birilerine güvenmek, güvenmediklerini dışlamak 28 Şubat'ın, askeri darbenin mirası.
"Demokrasi" diye diye, kendi kendini öven AKP iktidarı, yıllardır medyanın doğru ve düzgün yapan bölümünü dışlıyor, buna tek tek gazetecileri de dahil ediyor.
Yangınla mücadelede yaya kalınca, "demokrasi" nutukları eşliğinde, askeri darbe mirasının üstüne çökmek, ne hazin bir çıkmaz!..
O hazin çıkmazın son örneği "TOKİ".
Meclis KİT Komisyonuna TOKİ tarafından gönderilen yazı ayrımcılığın, kutuplaştırmanın resmi fotoğrafı:
"-TOKİ 2019 yılında iki milyon, 2020'de bir milyon 200 bin liralık reklam veriyor.
-2019 ve 2020'de Sözcü, Korkusuz, Yeniçağ, Cumhuriyet, Birgün, Evrensel, FOX TV, KRT, TELE 1 ve Halk TV'ye hiçbir reklam (ilan) vermiyor.
-O paralar sadece yandaş kanallara ve gazetelere akıyor".
Ayrıca, reklam ve tanıtım hizmetleri için TOKİ 2019 yılında 8 milyon 622 bin lira, 2020 yılında ise, 9 milyon 208 bin lira harcama yapıyor.
Bu bilgileri verirken, TOKİ mizah tarihine geçecek bir gerekçe ekliyor:
"Yapılan reklam ve tanıtım çalışmaları, kuruluşun faaliyetlerinden vatandaşı haberdar etmek için sürdürülen çalışmalardandır".
Nasıl mantık ama!..
"Anlaşılan, TOKİ'nin 'vatandaş' dediği insanlar sadece yandaş medyayı okuyor, yandaş kanalları izliyor!..
Muhalif kanalları izleyen, gazeteleri okuyan, günümüzde halkın ezici çoğunluğu 'vatandaş değil' ki, TOKİ onları haberdar etmek zahmetine katlanmıyor!.."
On dokuz yıllık AKP iktidarı ve şürekası kendini masum gösterme yarışında:
"-Doğru haber için sansür uyguluyor!..
-Doğru haber için ceza yağdırıyor!..
-Doğru haber için ilan kesiyor!..".
Yandaşları da, gazeteleri ve yayınları basıyor:
"Hep doğru haber için!.."
Maksat "doğru haber!.."