Uzun süredir yakalanamayan bir katil, sonunda ele geçiyor, onu yakalayan polisler, o kadar süre kaçabildiği ve günün en gözde haberine dönüştüğü için onu kutluyor, üstüne üstlük, onunla selfie çektiriyor. Katille polis aynı karede, enseye tokat gitmedikleri kalıyor.
Türkiye’de binbir türlü rezalet paçalardan akarken, medyanın büyük bölümünde “haberden kaçış” mekanizması çalışıyor, o katille ilgili haberler gazetelerin manşetlerine, TV’lerin ilk haberine oturuyor. Bir heyecan, bir telaş, bir habercilik (!), sormayın gitsin.
Ne oluyoruz ya, anlamak mümkün değil. Sanki bu ülkede ilk kez cinayet işleniyor. İktidar sarmalına kapılmış “haberden kaçan medya”, abuk sabuk bir katilin peşine düşmüş, bir halt var gibi, sabahtan akşama kadar “Atalay Filiz’le idare” çabasında, tam “hoptirinam.”
Adamın isminin önünde, nasıl elde ettiyse, “profesör” ünvanı, ağzından çıkanı kulağı duymuyor. Mustafa mıdır, Aşkar mıdır, nedir, çıkıyor TRT ekranlarına, dinden imandan atış serbest, hiç sıkılmadan milyonlarca namaz kılmayan insanlar için “namaz kılmayan hayvandır” diyor. Kör cehalet herhalde işte böyle bir şey.
Barış isteyen akademisyenler için söylenmedik söz bırakmayan iktidar sahipleri, bu rezil söz karşısında seslerini çıkarmıyor. Hani nerede bu adama soruşturma, hiç istemem ama, hani o adetler nerede, evini, ofisini basma, üniversite ile ilişkisini kesme, nerede? Milyonlaca insana hakaret etmiş, iktidardan tıs yok.
Bir bakan soru karşısında zor durumda kalıyor, aşağı tükürse bıyık, yukarı tükürse sakal, “pas geçiyorum” diyor. Seçim günü geldiğinde de, milyonlarca insan sizi “pas” geçecek.
Profesör olacak adam, bir de ilahiyat profesörü, TRT ekranlarından milyonlarca insana hakaret ederse, eh zaten Atatürk ve Cumhuriyet takıntılı Meclis Başkanı da, iftar davetiyesinde, Meclis’in doksan yıllık logosunu, Meclis’i temsil eden tarihsel sözleri “pas” geçiyor.
Bunlar işlerine gelmediği zaman, “pas” geçme üstadı.
Bugüne kadar Meclis’in tüm davetiyelerinde, basılı materyallerinde yer alan “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” logosu, bu kez yok oluyor.
Sen o egemenliğin temsilcisi olarak oradasın, o milleti temsil için o koltuktasın, ama her fırsatta laikliğe karşı, Atatürk’e karşı tavır, bunların ruhuna yerleşmiş. Oturdukları koltukları bu cumhuriyete, o millete borçlu olduklarını çoktan unutarak.
Aziz Nesin ışıklar içinde yatsın, “Memleketin Birinde Hoptirinam” diye yazıyor, ülkenin dört bir yanından gerçek öyküleri bu kitapta topluyor. Vaziyet tam Aziz Nesin’lik.
“Hoptirinam” bizim sınırları aşıyor, çok ciddi alanlara, konulara kayıyor.
Bazı Türk kökenli Alman milletvekilleri 'Ermeni Soykırımı' tasarısına oy verdikleri için tehdit üstüne tehdit alıyor. Onlar Tayyip Erdoğan’ın bazı sözlerinin Almanya’daki Türkleri tahrik ettiği ve o nedenle tehdit edildiklerini öne sürüyor.
Onlardan birine, Sol Parti milletvekili Sevim Dağdelen’e koruma veriliyor. Dağdelen Alman Basınına verdiği demeçte, “Erdoğan’ın Almanya’ya girişi yasaklansın” diyor. Düştüğümüz hale bakın.
“Hoptirinam” dış politik kararlarda eksik değil.
Avrupa Parlamentosu kararıyla 23 Ağustos Nazizim ve Stalinizm kurbanlarını anma günü” olarak kabul ediliyor.
Bunun için özel yasa gerek. Amerika, İsveç, Letonya, Estonya, Litvanya, Bulgaristan, Hırvatistan, Polonya, Macaristan, Slovenya, Kanada, Gürcistan bu yönde yasa çıkartıyor. Gerek Nazizmden, gerekse Stalinizmden fiilen en çok etkilenmiş ülkeler. Amerika ile Kanada’nın duruşu sembolik.
Türkiye öyle bir yasa çıkarmıyor.
Fiilen etkilenmiş olmasa bile, sembolik olarak katılabilecek iken, bunu yapmıyor. Oysa, uluslararası bu gibi durumlara balıklama atlayan Tükiye, bu kez “pas” geçiyor, son günlerin adeti olmak üzere.
Nazizim de, Stalinizm de, ne de olsa, diktatörlük. Yasa çıkarmak için neden yok.
Sağa bakın, sola bakın, yolunda giden, sorun çıkmayan tek bir iş yok gibi. İçeride ve dışarda nereye el atsa, mutlaka bir sorun.
“Hoptirinam” komik durumları anlatan bir sözcük, yaşadıklarımız sadece komik değil, traji komik. Aziz Nesin’den farklı olarak, günümüzde “hoptirinama” trajedi ekleniyor.