Dokuz pilot. Fıkra gibi, ama gerçek.
15 Temmuz darbe girişiminde Akıncılar Üssü darbecilerin ana üslerinden biri. Darbe başarısızlıkla sonuçlanınca, oradaki pilotlar göz altına alınıyor. Bir kısmı tutuklanıyor, onların arasından dokuz pilot adli kontrol şartıyla serbest bırakılıyor.
Adli kontrol, “kaçma şüphesi olduğu” gerekçesiyle, dokuz pilot her sabah karakola gidip imza veriyor.
Buraya kadar tamam. Sonrası, Aziz Nesin’in ruhuna ithaf edilecek türden.
Kaçma şüphesi bulunan dokuz pilot her sabah karakola gidip imza veriyor, ardından uçaklarına binip Güneydoğu’da operasyona katılıyor.
Madem kaçma şüphesi var, o zaman neden uçaklarına binip gitmelerine izin veriliyor?
Madem uçaklarına binip gidiyorlar, o zaman neden hala kaçma şüphesiyle karakola gidip, imza atıyorlar?
Bu absürt, bu fıkra gibi Aziz Nesin’lik olayı iki gün önce CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun attığı bir tweetten öğreniyorum. Herhalde dalga geçiyor diye düşünürken, kendisini arıyorum, olayın gerçek olduğunu aktarıyor.
Peki, o pilotların uçmasına neden izin veriliyor?
Çünkü, pilot eksiği var. Sabah imza, öğleden sonra uçuş.
Ne de olsa, eksiği tamamlamak gerek.
Aziz Nesin, ruhun şad olsun.
Musul’u IŞİD’den temizlemek amacıyla girişilen operasyonda Türkiye onca çabasına rağmen, dışarıda bırakılıyor.
Buna en büyük tepkiyi Tayyip Erdoğan gösteriyor. Günlerdir olduğu gibi, dünkü konuşmasında da:
“Bunlar Misak-ı Milli’yi bilmiyorlar herhalde.”
Irak’tan başlıyor, Gazze, Balkanlar, Kafkaslar ve hatta Sibirya’ya kadar, iki yüz yıl geride kalmış Osmanlı topraklarından (Sibirya hariç, neden Sibirya ise, orası ayrı) söz ediyor. Ama, dönüp dolaşıp sözü Misak-ı Milli’ye getiriyor.
Mustafa Kemal’in Erzurum ve Sivas kongrelerinde çizdiği ulusal sınırlara. Misak-ı Milli’nin birinci maddesi bu topraklarla ilgili.
Mustafa Kemal 28 Aralık 1919’da, daha Kurtuluş Savaşı devam ederken, Ankara’da netleştiriyor:
“Mondros Mütarekesi imzalandığı gün ordularımız fiilen bu hatta hakim bulunuyordu. Bu sınır İskenderun Körfezi güneyinden (...) doğuya doğru uzatılarak, Musul, Kerkük ve Süleymaniye’yi kapsar. Bu sınır ordularımız tarafından silahla savunulduğu gibi, aynı zamanda Türk ve Müslüman unsurların yerleştiği vatanımızın kısımlarını kapsar.”
Aynı konuda 28 Ekim 1922 tarihli Bakanlar Kurulunun Dışişleri Bakanlığı'na yazısı var:
“Musul, Kerkük ve Süleymaniye Türkiye’nin ayrılmaz kısımlarından olup, Misak-ı Milli’ye göre, hakimiyetimiz altına alınacağı şüphesiz olduğundan, bu dahi arz ettiğimiz suretle sınırın yeniden düzenlenmesini zorunlu kılmaktadır ve gereklidir.”
Bu belgeler çok açık, hiç soru işareti bırakmıyor, tarihte Milli Misak denildiğinde, “Musul, Kerkük ve Süleymaniye bizimdir” anlamını taşıyor.
Ve bunu bugün Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı tekrar tekrar söylüyor.
Tayyip Erdoğan “Musul operasyonu biz olmadan olmaz, sen kimsin ve nereden geliyorsun” dedikçe, başta Irak ve Amerika olmak üzere, dünya alem “Türkiye’nin Musul’da gözü var” yorumunu yapıyor.
Bu yüzden bizi tehlikeli görüyor ve Musul operasyonu dışında bırakıyor.
Cumhuriyet kurulduğunda Milli Misak temel ilke. Ancak, Şeyh Said İsyanı Cumhuriyet’in hesaplarını altüst ediyor ve Musul’dan vazgeçiliyor. İngiltere ile petrol gelirlerinin yüzde 10’u karşılığında anlaşmaya varılıyor, para nakit olarak alınıyor.
Yüz yıla yakın bir zamandan sonra yeniden Milli Misak.
Üstelik, o çok eleştirilen Cumhuriyet’in, o çok uzak durulan Mustafa Kemal’in hedeflerine ve amaçlarına sadık kalarak.
Erdoğan “Milli Misak” dedikçe, Irak Başbakanı “Musul operasyonunda biz Türkleri görmek istemiyoruz” diyor. Karşılıklı ağır sözler, protesto notaları ve Irak’la yeniden gerginlik.
Tartışmaya ister istemez Amerika da dahil oluyor, Washington çok açık bir dille, “Musul operasyonuna kimlerin katılcağına Irak karar verir, biz Irak’ı destekliyoruz” diyor ve okyanus ötesinden bize bir gol daha atıyor.
Madem onlar istemiyor, bizim de “B planımız var” hikayesi çıkıyor ortaya. Nedir B Planı, “Barzani’nin daveti.” Barzani bizi davet edecek, “aman gelin siz de katılın” diyecek, bunun üzerine biz de, bu davet üzerine, diğer operasyon güçleriyle birlikte Musul’a gireceğiz.
Ama, o davetten eser yok.
Olması için hiç bir neden yok.
Nasıl olsun?
Sen “Misak-ı Milli” dedikçe, Barzani’nin egemen olduğu topraklarda hak iddia ediyorsun. Adam, kendi toprağını bırakır mı?
Kaldı ki, günümüzde Milli Misak artık bir tarih. Bunu bugün ileri sürmek, son yıllarda Ankara’nın her fırsatta dile getirdiği “Irak’ın toprak bütünlüğünü” savunmak tezi ile taban tabana ters ve adamların tüylerini diken diken etmeye çoktan yetiyor.
“Lozan” dedikçe, “Milli Misak” dedikçe, adamların toprakları üzerinde hak iddia etmek gibi bir durum doğuyor.
Bunu tehlikeli bulan Amerika ve Irak’a ek olarak, Arap Birliği de, Türkiye’nin katılmasını istemediği gibi, Başika’dan çekilmesini istiyor.
Ahmet Davutoğlu ile başlayan dış politikadaki macera bizi sadece yalnız bırakmakla kalmıyor, başkalarının gözünde “tehlikeli ülke” konumuna da düşürüyor.
İç politikaya endeksli maceracı dış politikanın bizi getirdiği yer burası.