Alman Halkı bundan kırk yıl önce Başbakan Willy Brandt Anayasa Mahkemesinin bir kararını eleştirdi diye, sokaklara dökülüyor:
“Sen Anayasa Mahkemesine laf edemezsin, Anayasa ulusun egemenliğini temsil eder, Anayasa Mahkemesi de, o Anayasaya göre karar verir, Anayasa Mahkemesine laf etmek, ulusun egemenliğine müdahaledir.”
O Willy Brandt ki, Alman Halkı için bir efsane. Anayasa Mahkemesi, genelde hukuk ve yargı, uygar ülkelerde o kadar kutsal. Bizdeki kör dövüşüne aldırmayın siz.
O kör dövüşünde ibretlik sahneler birbirini izliyor. Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş, Tayyip Erdoğan’ın Anayasa Mahkemesi kararına tepkisini “Cumhurbaşkanının kişisel görüşüdür” diye değerlendiriyor.
Hiç sekmiyor, o lafın dumanı tüterken, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sözcüsüne fırça atıyor, “kişisel görüşü değil, devletin ve hükümetin başı sıfatıyla konuşmuştur.”
Aslında bu karşılıklı fırçalar ve görüş ayrılıkları farklı konularda ortaya çıkmaya başlıyor. Tayyip Erdoğan “o iki gazeteci tutuklu yargılanmalıdır” derken, Davutoğlu “tutuksuz yargılama esastır’’ diyor.
Davutoğlu Cerattepe direnişini sakin bir biçimde çözmeye uğraşıyor, “gerekirse Cerattepe’de ben de yürürüm” diyerek, direnenlere çiçek atıyor. Erdoğan tam tersine, Cerattepe’de direnen insanlar için “bunlar yavru Gezicilerdir” deyimini kullanarak, suçlamasını sürdürüyor.
Anayasa Mahkemesi kararına gösterdiği tepkiyle Erdoğan’dan sonra rekor Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’a ait, Anayasa Mahkemesi kararını “Anayasayı ihlal, yetki gaspı, yerel mahkemeye baskı” diye niteliyor ve dünya hukuk tarihine geçiyor, “Adalet Bakanı” sıfatıyla. Tarih böyle bir “Adalet Bakanı” yazmıyor.
O kadar yazmıyor ki, üstelik:
Bir kaç gündür anayasa hukuku hocaları kendi içlerinde derinden derine bu hukuksuzluğu, çıkan tartışmaları büyük kaygıyla izliyor. Vardıkları ortak düşünce, “bunlar bir süre önce başlayan sivil darbenin artçı şoklarıdır.”
Devam ediyorlar, “Amerika’da, Fransa’da, Avustralya’da ya da herhangi bir demokratik ülkede Anayasa Mahkemesine bu tür sataşmalar var mı?”
Ve aynı hukukçular dertli, “yarın bir de Başkanlık sistem gelirse, tam felaket.”
Önceki gün Meclis genel kurulunda MHP Grup Başkan Vekili Erkan Akçay Erdoğan’ı eleştiriyor:
“Bu kadar hukuk tanımayan bir insan, artık hiç bir şey tanımaz, insan haklarına da saygı duymaz. Onun için Başkanlık sistemi içermeyen bir anayasa olmaz, bu çok ortada.”
Yine aynı oturumda HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken:
“Yeni anayasa masasının kurulması için Tayip Erdoğan’ın vesayet anlayışının artık devreden çıkması gerekir.”
Çıkmıyor işte, ayrıca her iki parti de, yeni anayasada tek koşulun Başkanlık olduğunu biliyor, bunu pek çok kere vurguluyor. O zaman neden hala Anayasa Uzlaşma Komisyonunda yer almayı düşünüyor? Ne adına? Hangi beklentiyle?
Kaldı ki, MHP’nin bir açıklaması var, komisyona oturmak için dört partinin katılımını şart koşuyor. CHP dün Meclis Başkanına yazdığı mektupta, daha önce açıkladığı gibi, “AKP sadece Başkanlık diyor, ben o zaman yokum” diyor.
CHP olmayacağına göre, MHP sözünde durursa, o komisyonun toplanması artık hayal.
Bu karmaşayı gören ve zaten Davutoğlu’nu çoktan gözden çıkartan Erdoğan kendi önlemini adım adım kendi alıyor, gölge kabine, paralel hükümet kurarak.
Ekonomik Konsey kurarak ekonomiyi, çalışma hayatını denetlemeyi planladıktan sonra, şimdi de Anayasa Komisyonu kurarak, kendi istediği bir anayasa taslağını AKP’ye vermeye hazırlanıyor.
Bu hem kendi hazırlığı, hem Davutoğlu’nu devre dışı bırakan, ona güvenmeyen bir tavır.
O zaten AKP dahil, hiç bir partiye ihtiyaç duymadan kendi adımlarını atıyor, böyle bir durumda MHP ve HDP’nin Anayasa Komisyonunda yer almasının anlamı kalmıyor. Doğrusu, CHP’den sonra MHP ile HDP’nin de o komisyona bir daha katılmaması.