Bir profesör öneriyor, “trenlere mescit yapılmalı”.
TCDD inceliyor, “biraz zor, çünkü virajlarda mescit Kıble’ye denk gelmiyor”.
Bir profesör araştırıyor, buluyor, “Nuh Tufanı sırasında Hazreti Nuh oğluyla cep telefonundan konuştu.” Profesörün keşfi devam ediyor, “Nuh’un gemisi nükleer enerji ile çalışıyordu.”
Bir profesör kehanette bulunuyor, “ithal ettiğimiz domatesin içine bomba yükleyip, bizi havaya uçuracaklar.”
Bir profesör uzun süredir bir icat peşinde koşuyor, “İslami usullerle helal bisiklet üretmek mümkündür, dışardan almamıza gerek yok.”
Bir profesör teknolojiyle yakından ilgili olduğu için, gerçeği açıklıyor, “NASA da kim oluyor, bizim teknolojimiz onlardan daha ileri.”
Uzay, ay derken, NASA Mars’a uzay aracı indiriyor, bir profesör, “bu yeni bir şey değil, yeni imiş gibi sunuyorlar ve beyin yıkıyorlar” diyor.
Bir profesör coğrafya uzmanı olarak dünyayı çok iyi inceliyor ve yüzyılların yanılgısını ortadan kaldırıyor, “dünya düzdür, yuvarlak olduğunu söyleyenler masondur.”
Bir tıp profesörü asrın buluşlarından birine imza atıyor, “şizofreni cin çarpması sonucunda meydana geliyor, tedavi için üfürükçüye gitmek iyi gelir.”
Bir profesör cinlerden aldığı ilhamı elbette kendisine saklamıyor, “CIA ve MOSSAD istihbaratı cinler vasıtasıyla topluyor, KGB ise, denizaltıları ve uçakları cinler vasıtasıyla takip ediyor.”
Bir profesör ilahiyatçılığını cümle aleme kanıtlıyor, “yabancı kadınlarla tokalaşmak ateş tutmaktan daha tehlikelidir.”
Bunların hepsi bu ülkenin “bilim adamları”, kimi dekan ya da rektör yardımcısı bile olmuş, kürsü sahibi insanlar.
Daha pek çok örneği var ama, içlerinden biri yerini “unutulmazlar” arasında alıyor:
“Ben cahil kesime güveniyorum, okuma oranı arttıkça beni hafakanlar basıyor. Ülkeyi cahil kesim ayakta tutuyor, ilkokulu bile okumuş insanlara güvenmiyorum. Türkiye’nin okumuş kesimi ülkeyi ateşe sürüklüyor.”
Bu vatandaş yine bir profesör ve hatta rektör yardımcısı.
Bu sözleri üzerine, bu profesörün ne kadar değerli olduğu anlaşılıyor ve anında YÖK Denetleme Kurulu üyeliğine atanıyor.
YÖK üniversiteleri denetliyor. Bu vatandaş da, “en yüksek okuma yuvası” olan üniversiteleri denetlemekle bir göreve atandığına göre, “Türkiye’yi ateşe sürükleyenlerin” arasına katılmıyor mu?..
Bu muhteşem görüşü ve YÖK yana yana geldiğinde, muhterem bir hoca efendinin vaazı gibi, “deve sidiği şifalıdır” gibi durmuyor mu?..
Aslında bu sözlerin hiç biri tesadüf değil. Aslında bu “profesörlerle” yine buna benzer “yazarlar” arasında sıkı bir bağlantı var. İşte, o “yazarlardan” biri bir kaç gün önce döktürüyor:
“Ben eğitime, spora ve kültüre karşıyım”.
Hepsinin amacı aynı, hepsinin durduğu yer aynı, uygarlığa düşmanlık.
Uygarlık madem bu kadar işe yaramıyor, bilim madem bu kadar tehlikeli, okumaya ve eğitime bu kadar karşılar, okumuş insan sayısı arttıkça madem bunları “hafakanlar” basıyor, madem hacı, hoca ve cinlerle araları iyi, o zaman örneğin “neden cep telefonu ya da bilgisayar ya da telefon ya da buzdolabı ya da araba, tren, vapur ve uçak kullanıyor ya da TV izliyor ya da radyo dinliyorlar?”
Ama, maksat o değil.
Maksat, toplumu kutuplaştırmak. Kutuplaşmayı derinleştirmek.
Bu zırvaları döktürenlerin sayıları gün geçtikçe artıyor ve bunlar sırtlarını “bir yerlere” dayıyor. Bu zırvalar toplumdaki kutuplaşmayı daha da arttırıyor.
Üstelik, bazıları bu saçmalıkları sayarken, cümleye, “ben Müslüman olarak” diye başlıyor.
İslam ile uzak yakın ilişkisi bulunmayan bir dizi hurafe ve zırvalıklar, kepazelikler zinciri.
Belki şimdi “öğretmen açığı” daha iyi anlaşılıyor. “Ataması bir türlü yapılmayan öğretmenler.”
Matematikten beden eğitimine, Türkçeden İngilizceye, biyolojiden coğrafyaya, tarihe kadar bu ülkede halen 400 bin öğretmen açığı var ve 117 bin öğretmen atamayı bekliyor.
Beş yıl içinde öğretmen açığı katlanıyor.
“Cinlerin” bu açığı kapatacağına kuşku yok.