1996 Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Aksoy / Türkiye kararı ya da 2003 Nuray Şen / Türkiye kararı.
Gerek 1996’da, gerek 2003’te Türkiye’nin bir bölümünde, Güneydoğu’da OHAL var. Gözaltı süresi yine otuz güne uzamış. Yukarıda adı geçen kişiler bu süreye itiraz ediyor. Ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvuruyor.
AİHM her iki kararında da, Türkiye’yi mahkûm ediyor, “insan hakları ihlali” nedeniyle. Gerekçesi günümüzde hukuk açsından çok değerli ve mutlaka vurgulanmalı:
“-OHAL ilan edebilirsiniz, bu devletlerin hakkıdır.
"-Ülkenizde zorunlu bir durum vardır, OHAL ilan etmek kaçınılmaz hale gelmiş olabilir.”
Tarihi önemde bir karar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi OHAL ilanına karşı çıkmadığı gibi, hatta bunu “devletin hakkı” olarak kayıtlara geçiyor.
Ancak yine de, Türkiye’yi mahkûm ediyor:
“Bununla birlikte, OHAL uygulamalarının hukuki denetimi şarttır. Gözaltı süresi içindeki uygulamalar Türkiye’de hukuki denetim dışı kalmıştır ve uygulama sırasında, (gözaltında iken) insan hakları ihlalleri doğmuştur. Zorunlu duruma aykırı davranışlar tespit edilmiştir. Süresi içinde yargıç önüne çıkarmamak ve kötü muamele gibi."
OHAL bağlantılı AİHM tarihinde ilk dava İngiltere ile ilgili.
1961 yılında İngiltere Kuzey İrlanda’da OHAL ilan ediyor. O tarihte bir Kuzey İrlandalı AİHM’e başvuruyor. AİHM, tıpkı Türkiye’deki gibi, İngiltere’nin OHAL ilanını yerinde buluyor.
AİHM İngiltere’nin gözaltı süresindeki uygulamalarını inceliyor ve İngiltere beraat ediyor. Çünkü:
“İngiltere OHAL ile birlikte doğan zorunlu duruma uygun davranmıştır.”
Türkiye’de, her iki örnekte de, bunun aksi yaşanıyor.
Şimdi Türkiye’de yine çok haklı bir OHAL ilanı var. Daha ne olacak, darbe girişimi yaşanmış.
Buna rağmen, gözaltı süresi içinde neler oluyor ve bunun hukuki denetimi nerede?
CHP milletvekili Şenal Sarıhan Meclis’te dün buna dikkat çekiyor:
“Meclis’te yemek salonunda ve yürürken, pek çok partili arkadaşımız, AKP dahil, haksız gözaltılardan, haksız işten çıkarmalardan, bu işin cadı avına dönüşünden şikayet ediyor. Yürütmeyi durdurma yoksa, hukuki denetimden uzaklaşacaksa, adalet nasıl sağlanacak? Darbe suçu nasıl adil bir sonuca ulaşacak?”
Olayın püf noktası burada. Hiç kimse OHAL ilanına karşı çıkmıyor. Bununla birlikte “hukuki denetimi” şart görüyor. Sarıhan devam ediyor:
“Meclis'in görüşmesi gereken bir OHAL kararnamesi var, Resmi Gazete'de yayınlanmış. Bu kararnamenin halen Meclis’e gelmemiş olması, Meclis’te tartışılmamış ve onaylanmamış olması önemli bir eksikliktir.”
Darbe girişimi akşamı ve sonrasında Meclis’in bir bütün halinde, bütün partilerin ortak katılımıyla, darbeye nasıl direndiği ortada.
Hatta, bu nedenle özel oturumlar düzenleniyor. Tayyip Erdoğan ve Binali Yıldırım bu cesur ve demokratik duruşu kutluyor, karşılıklı kabuller ve ziyaretler birbirini izliyor.
Yine aynı nedenle, “hakimiyet milletindir” ilkesi AKP ve diğer partiler tarafından ısrarla ve defalarca vurgulanıyor.
Ama, şimdi OHAL kararnameleri Meclis’e gelmeden Resmi Gazeteye gidiyor ve yürürlük kazanıyor. Hem Meclis pas geçiliyor, eski hastalık nüksediyor, hem ciddi hukuki boşluk doğuyor.
Tartışılsa, belki ortaya çıkabilecek boşlukları gidermek mümkün olabilir.
Ve bir de elbette uygulama.
Yarın bir gün birileri AİHM’e başvurursa, oradan yine mahkûmiyet çıkarsa, “hukuk devleti” adına bu zedeleyici olmaz mı? İnsan hakları ihlalinden sınıfta çakmak bir leke değil mi?
Bakın bir darbe girişimi AKP’yi nereden nereye getiriyor?
“İki ayyaş” söyleminden AKP Genel Merkezine asılan dev Atatürk bayrağına.
Ergenekon ve Balyoz “savcılığından”, orada hapis yatmış subayları yeniden önemli komutanlıklara atamaya.
Amerika’nın ilk kadın başkan adayı Hillary Clinton adaylığının kabul edildiği Demokratların Kongresi'nde şunu söylüyor:
“Biz birlikte güçlüyüz, her şeyi tek başına çözmeye çalışanlara inanmayın. Ben sizden biriyim. Ülkemizin sizin düşüncelerinize, enerjinize ve desteğine ihtiyacı var.”
Bunca deneyden sonra, hala Hillary’e gönderme yapmak...
Bu da bizim dramımız.
1996 ve 2003 mahkûmiyetleri 2016’da artık tekrarlanmasın. Ayıp olur.