Daha 1936’da yazılmış bir kitap, sadece siyahlara hizmet veren otel, motel, bar ve lokanta adreslerini içeriyor:
“Yeşil Rehber.”
Amerika’da her yıl on beş bin dolayında satan bir kitap. 1967’de Amerikan Vatandaşlık Hukuku kabul edildikten sonra, yani “siyah – beyaz ayrımını hukuken ortadan kaldıran yasadan” sonra bile, üç yıl daha yayınlanan ve satılan bir kitap.
Siyahlar için tam bir rehber.
Bu yıl en iyi film dalında Oscar’ı kazanan “Yeşil Rehber”, orijinal adıyla “The Green Book” filmi işte bu gerçek öyküye dayanıyor.
Gerçek öykü 1962’de geçiyor. Siyahi piyanist Don Shirley, beyaz şoförü ile o yıllarda siyah – beyaz ayrımının en keskin biçimde yaşandığı Amerika’nın güney eyaletlerinde caz ve klasik müzik konserleri vermek üzere arabasıyla dolaşıyor.
Ve o gezi sırasında siyah – beyaz ayrımında gerçek yaşanan dramatik olaylar anlatılıyor. Siyah–beyaz çatışmasının yanı sıra, siyah – siyah ve beyaz – beyaz anlaşmazlıklarıyla birlikte.
Sürükleyici, zaman zaman komedi unsuru içeren film, özünde ırk ayrımı üzerinde herkesi yeniden düşündürüyor.
O yıllarda da, bugün de insan değil, ırk ayrımı önde geliyor.
Bu filmin Oscar kazanması çok çarpıcı. Şundan:
Obama gibi dört değil, tam sekiz yıl, iki kez ABD Başkanlığına seçilmiş bir siyahiden sonra, siyah – beyaz ayrımını yeniden Amerikan toplumunun odağına getiren bir filmin Oscar kazanması, bu ayrımın dünyanın belli bölgelerde hala ciddi bir sorun olarak ortada durduğuna işaret ediyor.
Ancak, sorun artık siyah – beyaz ayrımı değil, en genel anlamda ırk ayrımı sorunu.
Dünyanın pek çok bölgesinde, o bölgeye özel, ırk ayrımı sorunu.
Günümüzde evrensel bir sorun olarak karşımızda duruyor.
O nedenle, “Yeşil Rehber’e” verilen Oscar, aslında bu evrensel soruna dikkat çekme amacını taşıyor.
Siyahi piyanist ile beyaz şoförü oynayanların başarıları ayrı. İkisi de, mükemmel oynuyor.
Oscar kazanan film ise, ideolojik nitelikte. Ona vurguda bulunuyor.
En iyi aktör Oscar’ını kazandıran Bohemian Rhapsody filmi yine gerçek bir öyküye dayanıyor.
1960’ların ünlü müzik gurubu Queen’in solisti Freddie Mercury’nin gerçek yaşamını, o gurubun kendi içindeki anlaşmazlıkları ve başarılarıyla birlikte perdeye aktarıyor. Ama, asıl Mercury’yi.
Freddie Mercury rolünü oynayan Rami Malek gerçekten harika bir kompozisyon çiziyor. Çok canlı, çok içten, bir sanatçının iniş ve çıkışlarını, ruh halini, başarı ve başarısızlık karşısındaki tutumunu, yaşamda uçurumun kenarına gelip de, oralardan nasıl döndüğünü çarpıcı biçimde sergiliyor.
Hele de, filmin sonunda Afrika’da yoksullara yardım için verilen konserdeki performansı Malek’in yeteneğinin zirveye çıktığı sahneler.
Rami Malek Amerika doğumlu, Mısır asıllı bir aktör.
Kendisiyle yapılan bir röportajda “kimliğim ve kültürümle her zaman gurur duydum, evimizde hep Arapça konuşulurdu ” diyor.
Bir başka etnik vurgu.
Yine bu yılın Oscar ödüllerinde.
Adam Mısırlı.
Malek başarılı bir aktör. 2016 yılında Emmy Ödülünü kazanmış.
Başarısı tamam, ama benim dikkatimi çeken bir başka olgu var.
Bu yıl Oscar ödülü en iyi film dalında, ırk ayrımını eleştiren bir filme verilirken, en iyi aktör ödülü de, Mısır asıllı bir oyuncuya veriliyor.
Film ve aktör bu ödülleri hak ediyor, orası ayrı.
Ama, ikisinin doğrudan ve dolayı ortak noktası aynı:
Irk ayrımı.
Biri konusu itibariyle, diğeri aktörün kökeni itibariyle.
Bunun tesadüf olduğuna inanmıyorum. İdrardan karakter tahliline gerek yok ancak, Oscar ödülleri bu yıl dünyanın değişik bölgelerinde yaşanan en hayati bir olguya bir kez daha dikkat çekiyor.
Irk ayrımı evrensel, çözüm bekleyen bir sorun olarak karşımızda duruyor.
Oscar ödülleri dünyaya haykırıyor:
Çözün şu sorunu!..