Açıklanan TÜİK oranlarını, o sayıları günlük Türkçe'ye çevirirsek, özellikle üç alandaki fiyat artışları sonucu, hayatımızın bir yılda nereden nereye geldiğini anlamak daha kolaylaşıyor:
"- Oturamıyoruz, çünkü konut fiyatları...
- Doyamıyoruz, çünkü gıda fiyatları...
- Gidemiyoruz, çünkü ulaştırma fiyatları..."
TÜİK dün Ekim ayı enflasyon oranını açıklıyor, tüketici fiyatlarındaki yıllık artış yüzde 85.51. Hepsi önemli ama, özellikle üç kalem günlük hayatımızı doğrudan etkilemesi açısından diğerlerinden daha fazla öne çıkıyor:
"- Konutta fiyat artışı yüzde 85.17, kira ödemek daha zor.
- Gıda fiyatlarındaki artış yüzde 99.05, karnımızı doyuramıyoruz.
- Ulaştırmadaki yıllık fiyat artışı yüzde 117.15, bir yerden bir yere gitmekte zorlanıyoruz, bazen gitmekten vazgeçiyoruz."
Geçen Eylül ayından itibaren artmaya başlayan fiyatlar durmak bilmiyor, çünkü AKP'nin bilimden, mantıktan bütünüyle sapmış yanlış ekonomi politikası devam ediyor, hepimize çok ağır yük bindirmeyi sürdürüyor.
Üstelik TÜİK yüzde 85.51 derken, ENAG tam yüz puan farkla fiyat artışlarının yüzde 185.34 olduğunu ilan ediyor.
Hayatın akışı TÜİK oranlarının bir kere daha gerçeği yansıtmadığını ortaya koyuyor.
Diyorlar ya, fiyat artışları azalacak, diye...
Hayli zor. Nedeni var.
"Makas giderek açılıyor.
Tüketici fiyatları ile üretici fiyatları arasındaki fark hızla artıyor. Bu gelecek açısından hiç iyiye alamet değil, fiyat artışlarının devam edeceğine ilişkin temel verilerden biri.
Tüketici fiyatları yıllık yüzde 85.51oranında, üretici fiyatı yüzde 157.62 oranında artıyor."
Geçen yılın Ekim ayında üretici fiyatlarıyla tüketici fiyatları arasındaki fark 24.30 puan iken, bir yıl sonra aynı fark 72.18'e yükseliyor. Bir yıllık arada zaten hep artıyor, şu anda fark en yüksek noktaya ulaşıyor.
Bu da, gelecek için halka vaat edilen iyimser tahminlerin yanıltıcı olduğunu gösteriyor. Üretici fiyatları yüzde 157.62 artıyorsa, tüketici fiyatlarının düşmesi mümkün değil.
"Fiyatlar düşecek" demek, içi boş, gerçek dışı bir söylem.
Enflasyon denildiği anda, bütün ülkelerde, bütün serbest piyasa ekonomilerinde ve bütün iktisat kitaplarında akla ilk gelen mali önlemlerden biri faizden geçiyor:
"Faiz oranlarını yükseltmek gerek."
Bu bilimsel gerçeğe, akla ve mantığa uygun olarak, enflasyonu düşürmek amacıyla hem Avrupa ülkeleri ayrı ayrı, hem Avrupa Merkez Bankası, hem Amerikan Merkez Bankası faizleri yükseltiyor.
"- Avrupa Merkez Bankası geçen ay tarihinin en yüksek faiz artışına imza atıyor. Temmuz'da 50 baz puan, geçen ay 75 baz puan ve son olarak geçen hafta yeniden 75 baz puan daha artırıyor.
- Amerikan Merkez Bankası da, faiz artışını sürdürüyor. Önceki gün 75 baz puan daha artırıyor."
Artışlar kadar önemli olan her iki bankanın yöneticilerinin karardan sonra yaptıkları açıklama, enflasyonla mücadelenin para politikasına dönük anahtarını bir kez daha netleştiriyor.
Amerikan Merkez Bankası Başkanı Jerome Powell ve Avrupa Merkez Bankası Başkanı Christine Lagarde ayrı ayrı, birbirlerinden bağımsız ve fakat aynı dil ve mantıkta buluşuyor:
"Enflasyonu düşürmek için faiz artışlarını sürdürmekte kararlıyız, faizler artmaya devam edecektir."
Bu kadar net, bu kadar bilimsel, serbest piyasa mantığına ve akla bu kadar uygun.
İktisat bilimi enflasyonla mücadelede para politikaları açısından doğru yolun faizleri yükseltmekten geçtiğini gösterirken, Türkiye bir yıldır, dini bir kavramın peşinde, "NASS" diyerek, faizleri aydan aya düşürüyor.
"Faizleri düşürdükçe enflasyon artıyor.
Ve bundan ders alan filan yok!.."
Üstelik, bütün dünya faizleri yükseltmeyi sürdüreceğini açıklarken, Türkiye düşürmeyi sürdüreceğini ilan ediyor!..
"Bu da bizim kara talihimiz!.."
Daha fazla açlık çekmemek, daha fazla yoksulluk çekmemek, bugünkü iktidarın seçimde mutlaka gitmesi için hayati gerekçelerden biri.
Faiz de faiz, faiz de faiz diye tutturuyorlar ya...
Aydan aya düşürüyorlar ve ekonomiyi krizi daha da derinleştiriyorlar ya...
"Bütçeden bu yılın ilk dokuz ayında faiz için ödenen para 207 milyar 100 milyon lira!.."
Dünyanın hali böyle, bizim halimiz de böyle!..
Elbette böyle gitmeyecek, seçimde AKP gidecek, her şey normale dönecek.
Yalçın Doğan kimdir? Yalçın Doğan, 1965 yılında Alman Lisesi'ni, 1969'da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdi. Gazeteciliğe 1973 yılında Cumhuriyet'te ekonomi muhabiri olarak başladı. 1981 yılında Cumhuriyet Ankara Temsilciliğine atandı. 1989'da köşe yazarı olarak geçtiği Milliyet'te önce Yayın Koordinatörü, 1999'da Genel Yayın Yönetmeni görevlerini üstlendi. 2003'te Hürriyet Gazetesi'nde sürdürdüğü köşe yazarlığı 2015 yılında sona erdi. O tarihten bu yana T24'te köşe yazarlığına devam ediyor. Türk Dil Kurumu, Sedat Simavi, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'in çeşitli ödülleri yanında, 2014'te yılın en iyi köşe yazarı, Halk TV'nin 'Kırılmayan Kalemler' ödülünü kazanan gazeteciler arasında yer aldı. Her biri özgün araştırma içeren IMF Kıskacında Türkiye, Dar Sokakta Siyaset, Fenerbahçe Cumhuriyeti, Savrulanlar kitapları ile anılarını derlediği Sussam Susulmaz Yazmasam Olmaz kitaplarını yazdı. Ayrıca, Komünist Enternasyonelde Faşizmin Tahlili başlığı ile yayımlanan Almanca'dan yaptığı bir çevirisi bulunmaktadır. Almanca ve İngilizce bilir. |