Can Dündar ile Erdem Gül’ün tahliye haberini;
-Bazı gazeteler normal haber olarak veriyor.
-Bazı gazeteler ki, bu havuz medyası ya da yandaş medya haberi verirken, “casusluk artık serbest” ya da “Can Dündar’a AYM’den jest” gibi ifadeler kullanıyor.
-Bazı gazeteler ki, yine iktidar medyası, haberi hiç kullanmıyor.
Böyle bir haberin kullanılmaması ya da hukuk dışına çıkarak şaşırtıcı yorumlarla verilmesi Türkiye gerçeğini sergiliyor. Öyle ki;
-Toplumun ikiye ayrıldığını, parçalandığını, kutuplaştığını bir kez daha kanıtlıyor.
-Parçalanma hukuku geride bırakıyor, nefret alabildiğine ön plana çıkıyor. Hani, neredeyse ilk fırsatta karşıdakini boğazlayacak hale geliyor.
-Parçalanma iktidar medyasına ve yandaşlarına da sıçrıyor, onlar da kendi içlerinde bölünüyor.
-İkiye parçalanmış iktidar grubu birleştiğinde, ortaya atılmış olan kavgayı toplumun diğer kesimine sonuna kadar sürdürme niyetini gösteriyor.
Bir sosyolog ve bir psikolog bugünkü gazetelerin tamamını incelemeli, iktidar medyasının ruh halini sergilemeli.
Bir hukukçu olmalı ki, iktidar medyasının hukuka teğet geçtiğini ortaya koymalı.
Bir tarihçi olmalı ki, “tarih” düşsün. Zaman içinde AKP ile geldiğimiz noktayı nitelesin.
İki gazeteci sadece “haber” yazdıkları için tutuklanıyor. Bu kim bilir kaçıncı kez yazılıyor.
Evrensel hukukta bu yok, kim bilir kaçıncı kez yazılıyor.
Ama, iktidar medyası bir bütün halinde hukuku yok sayıyor.
Yandaşlık sadece onların gözünü karartmakla, hukuku yok saymakla kalmıyor, daha vahimi şu:
Onlar özünde cumhuriyetin kazanımlarını ret ediyor.
Bazılarının referansı İslam, bazılarının referansı inatla ve şuursuzca bir adama tapma.
Sen resmi nikahı belediyede mi yapıyorsun, bana dini nikah yeter, diyorsun.
Sen çağdaş eğitimden mi geçmek istiyorsun, bana imam hatip okulu yeter, diyorsun.
Sen modern biçimde mi giyiniyorsun, bana şalvar, çarşaf yeter, diyorsun.
Sen tarihinle mi övünüyorsun, ben o tarihi reddediyorum, diyorsun.
Sen yolsuzluklar, hırsızlıklar son bulsun, bunlardan hesap mı sormak istiyorsun, ben oralı bile değilim, diyorsun.
Sen “aman komşular elden gidiyor” diye mi kaygılanıyorsun, ben herkesle kavga ederim, diyorsun.
Sen aman savaş olmasın diye mi çırpınıyorsun, ben oraya da girerim, buraya giderim, diyorsun.
Sen parlamenter sistemin devamından mı yanasın, ben Başkanlık da Başkanlık, diyorum.
Sen terörün son bulması için masaya oturmaktan mı söz ediyorsun, ben sonuna kadar silahlı mücadele, diyorum.
Günlük yaşamdan felsefeye, hukuktan geleneklere, insan ilişkilerinden bilime kadar her alanda bir ayrışma, “tasada ve kıvançta bir olma” özelliğini yitiren bir toplum. Ne birisinin sevincine ortaklık, ne üzüntüsünü paylaşma. Daha ötesi, karşıdaki sevindi mi, ona üzülmek, karşıdaki üzüldü mü, ona sevinmek.
Türkiye’nin DNA’sının bozulduğu bir parçalanma.
Can Dündar ve Erdem Gül’ün tahliyelerinin sergilediği Türkiye işte bu vahim eşikte.
Toplumdaki parçalanma kendini iktidar içinde de göstermeye başlıyor.
Bir, yandaşlar kendi içinde parçalanıyor.
İki, tek ve sarsılmaz gibi görünen iktidar da kendi içinde parçalanma sürecine giriyor.
İktidardaki parçalanma kendini en somut biçimde yeni bir oluşumda gösteriyor.
Cumhurbaşkanlığına bağlı bir “Ekonomik Konsey” kuruluyor. Orada bürokratların yanı sıra, çok dikkat çekici, üç tane de Bakan yer alıyor.
Hükümetin parçalanması, aynı anlamda olmak üzere, Sarayda bir Gölge Kabine kurulması.
Konseye girecek Bakanlar Erdoğan’a mı hizmet verecek, Davutoğlu’na mı?
Gölge Kabinede ve hükümette aynı konuda iki zıt karar alınırsa, bu Bakanlar kimin emrine uyacak? Elbette, Erdoğan’ın. O zaman Davutoğlu’nun fonksiyonu ne olacak?
Anayasaya rağmen, adım adım ve fiili başkanlık provası. Tepedeki parçalanmanın dik alası.
İktidar kendi çocuklarını yemeye başlıyor.
Vahimin de vahimi, ülkede işlerin iyi gittiği yanılgısı her geçen gün biraz daha artıyor. Oysa, toplumun yarısı yorgun, bıkkın ve umutsuz.
Bir körlük, bir inatlaşma, dinmeyen bir öfke.