2013... Bir uçağımız Akdeniz’de düşürülüyor.
O anda akla 1991’den bu yana ihtiyaç duyulan ve fakat bir türlü yerine getirilemeyen hava savunma sistemi geliyor.
Farklı hükümetler girişimlerde bulunsalar da, NATO bizim bu ihtiyacımızı karşılamakta ayak sürçüyor. Gerçi, 2013’te NATO’nun hava savunma sistemi olan Patriot füzeleri Almanya, Hollanda, İtalya ve İspanya tarafından Güneydoğu’daki bazı kentlere yerleştirilmiş olsa bile, bir kaç ay sonra o füzeler sökülüp geri götürülüyor.
Türkiye ısrar ediyor, NATO ve Amerika kulak tıkıyor.
Rusya’nın ürettiği hava savunma sistemi S - 400’lerin devreye girmesi böyle bir tıkanmanın sonucu.
Teknik açıdan her iki sistem karşılaştırıldığında:
Patriotlar: Aynı anda 36 hedefe yönelebiliyor, 125 hedefi izleyebiliyor, menzili daha kısa, erken ihbar, takip ve füze saldırısı biraz daha uzun zaman alıyor.
S - 400’ler: Aynı anda 72 hedefe yönelebiliyor, 160 hedefi izleyebiliyor, menzili daha uzun, erken ihbar, takip ve füze saldırı sistemenin devreye girmesi daha az zaman alıyor.
Teknik açıdan bakıldığında, S - 400’ler daha gelişmiş. Türkiye’nin Rusya’ya ödediği fiyat 2.5 milyar dolar.
Türkiye Patriotlar için NATO’ya başvurduğunda, hem Amerika, hem NATO,
a)Yüksek fiyat istiyor,
b)Teknolojiyi vermiyor.
NATO, ama özellikle Amerika Türkiye’yi sanki S - 400’leri almaya sürüklüyor.
Çok kritik, can alıcı bir durum.
Türkiye ve Tayyip Erdoğan iktidarı için hayati siyasal sonuçlar doğurabilecek bir durum.
Hem S - 400 almaya sürüklüyor, hem de eğer alırsa, “bir dizi yaptırımla” tehdit ediyor.
S - 400’ler şu anda Türkiye’nin ve Tayyip Erdoğan’ın kaderini belirleyecek bir aşamaya doğru hızla yol alıyor.
S - 400’lere Amerika çok itiraz ediyor. Bir dizi yaptırıma gideceğini açıklıyor, “yaptırım”, Türkçesi “ambargo”.
Buna karşılık, Tayyip Erdoğan her fırsatta, “S - 400’den geri adım kesinlikle yok, bu iş bitmiştir” diyor.
Amerikan ambargosu...
Türkiye, ikisi de Kıbrıs sorunu kaynaklı olmak üzere, iki kez Amerikan ambargosuna uğruyor.
İlki, 1964’te Rumların Kıbrıs’ta Türkleri öldürmeye başlaması üzerine, “Amerika’nın karşı çıkmasına rağmen” Kıbrıs’a müdahale ediyor.
Dönemin Başbakanı İsmet Paşa, hem de Amerika’da iken, Ankara’da bütçe oylamasında düşürülüyor.
Daha sonra Cumhurbaşkanı seçilen, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay ise, ambargo nedeniyle ordunun düştüğü hazin durumu tek cümleyle özetliyor:
“Donumuzu bile Amerika veriyor”.
1974’te Ecevit Başkanlığındaki CHP - MSP Hükümeti sırasında, yine Rumlar, yine Kıbrıs’ta darbe yapıyor.
Türkiye Londra ve Cenevre Anlaşmalarına dayanarak “müdahale hakkını” kullanıyor. Uluslararası hukukta ve pratikte sonuna kadar haklı, ama Amerika ve İngiltere yine karşı çıkıyor.
1974 Kıbrıs Barış Harekatı... Ve yine Amerikan ambargosu...
1974 sonunda CHP - MSP koalisyonu dağılıyor.
1977 seçimlerinde Ecevit bu kez tek başına iktidara geliyor. Ambargo asıl etkisini 1978’de ekonomide gösteriyor, tam bir felaket yaşanıyor.
Ne petrol var, ne ampul, ne yağ , hatta ne tuvalet kağıdı... Büyük kentlerde kışın soğuk evler ve ofisler, Ankara’da buz gibi devlet daireleri... Uzayıp giden benzin kuyrukları... Karada, havada ve denizde ulaşım aksıyor... Pek çok malın yokluğu...
1979’da Ecevit yeniden düşüyor. Demirel’in deyimiyle:
“Türkiye yetmiş cente muhtaç duruma düşmüştür”.
1964 ve 74’e göre, Amerika bugün daha erken davranıyor.
Bir süre önce Damat Berat Albayrak Beyaz Saray’da Trump’la görüşmesinin ardından açıklama yapıyor:
“Trump bizim görüşlerimizi gayet iyi dinledi ve S - 400’ler konusunda makul bir görüş sergiledi”.
Bu açıklamanın ne kadar palavra olduğu daha sonra ve en son bir kaç gün önce çok net ortaya çıkıyor.
Amerika şu anda kesin bir dille, “Türkiye S - 400’leri alırsa, yaptırımlarla karşılaşacak” diyor.
Tıpkı,1964’te tehditler içeren “Başkan Johnson’un mektubu” ve 1974’te Başkan Nikson’un tehdit mektubu gibi.
Bugün Amerika’nın Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’a gönderdiği mektup, o “yaptırımlardan” söz ediyor.
Kayıtsız şartsız S - 400’lerden vazgeçilmesini istiyor. Nedeni, S - 400’lerin NATO savunma sistemini zayıf düşüreceği, NATO verilerini Rusya’ya aktaracağı tezi.
Buna rağmen, Türkiye hala S - 400’lerde ısrar ederse, Amerikan Kongresi Türkiye’ye oniki yaptırım kararı alabilir, Başkan Trump bunlar içinden beşini seçebilir.
O “beş” arasında Türkiye’nin belini kıracak olanlar:
-Türkiye’nin uluslararası ticaretini zora sokacak olan,
-Türkiye’nin uluslararası bankacılık faaliyetlerine sekte vuracak olan,
-Ve F - 16’lar dahil, Türkiye’nin savunma sanayi ihtiyaçlarına, yedek parça ve teknolojisine darbe indirecek olan yaptırımlar var.
Altından kolay kalkılacak yaptırımlar değil.
Erdoğan direniyor olsa da, Ankara kulislerinde dolaşan bir iddia var. Buna göre:
“Türkiye Rusya’dan S - 400’leri alacak ama, hiç konuşlandırmadan Azerbaycan’a pas edecek!.. Bu yönde Azerbaycan’la görüşmeler var.”
Aslında, makul bir ara çözüm. Olur mu, Azerbaycan kabul eder mi, bilmem.
Ancak, Türkiye yavaş yavaş bu ambargo üzerinde ciddi ciddi düşünmeye başlıyor. Ve S - 400’lerle ilgili alternatif arayışa giriyor.
Bilebildiğim, S - 400’ler tam bir kavşak, AKP için varolma meselesi.
Erdoğan direnmekten vazgeçerse, dış konjonktür açısından kendi iktidarını biraz daha devam ettirebilir, aksi halde “sonun başlangıcına” bir de bu açıdan imza atar.
Ve şimdi çok başka bir olay... Günümüzde “medya değerlerine” damga vuran bir olay...
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayları Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım önümüzdeki pazar günü saat 21’de canlı yayında kozlarını paylaşacak. On yedi yıl sonra bir ilk, rakiplerin canlı yayında tartışmaları.
Tartışmayı FOX TV’de sabahları program yapan İsmail Küçükkaya yönetecek. CHP ve AKP dün bu yönde anlaşmaya vardıklarını açıklıyor.
Bu açıkça bir FOX TV başarısı, özgür yayıncılığın ödülü.
Yandaş medyanın, iktidar kuyruklarının, yalakaların fink attığı bir ortamda, gerek CHP’nin, gerekse ve asıl AKP’nin “bağımsız yayın yapan, hiç bir biçimde yandaşlığa prim vermeyen” bir kanalda program yapan bir meslektaşımız üzerinde karar kılmaları, anlaşmaları, özgür yayıncılığın, bugünkü ortamda bile, ne kadar değerli olduğunu gösteriyor.
O kadar yandaş kanal var, ama onlarca yalaka arasında her iki tarafın güvenebileceği tek bir isim yok!..
Böyle bir tercih, yandaşlara umarım, ne yaptıklarını düşünmek üzerine, bir fırsat verebilir.
FOX TV Genel Yayın Yönetmeni Doğan Şentürk ile İsmail Küçükkaya’yı kutlarım.