Altı Cumhurbaşkanı, on dört Başbakan, yirmi dokuz İçişleri Bakanı, on bir Genelkurmay Başkanı.
Türkiye’de 1984 yılından bu yana görev yapan en üst düzey yetkililer.
Farklı siyasal görüşlerde bu kadar yetkili gelip geçiyor, PKK’nın Eruh baskınıyla başlayan terör otuz iki yıldır ve hâlâ en şiddetli biçimde devam ediyor.
Kırk bini aşkın insan hayatını kaybediyor.
Türkiye terörle mücadelesinde bir milyar dolardan fazla para harcamak zorunda kalıyor.
Diyarbakır’da dört kez, Suruç, Ankara Gar, İstanbul Sabih Gökçen Havaalanı, İstanbul Sultanahmet, Ankara Merasim Sokak, Ankara Güvenpark, İstanbul Taksim, Bursa, Gaziantep iki kez, İstanbul Atatürk Hava Alanı, Mardin Kızıltepe, Van, Elazığ, Şırnak Cizre, İstanbul Yenibosna, İstanbul Beşiktaş, Kayseri.
5 Haziran 2015 ile 17 Aralık 2016 arasında, son bir buçuk yılda bu yerlerde meydana gelen terör saldırılarında, patlama ve canlı bomba eylemlerinde 410 insan hayatını kaybediyor, 2.997 insan yaralanıyor.
Feci bir tablo.
Her saldırı sonrasında “Şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifa” dilekleri, “alçakça saldırıyı lanetliyoruz, terörle mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğimizi bir kez daha açıkça söylüyoruz”,,en yetkili ağızlardan.
TV’ler canlı yayında, öncelikle İçişleri ve Sağlık Bakanları, bir süre sonra bölgenin milletvekilleri saldırı yerinde “incelemelerde bulunuyor, saldırı hakkında bilgi alıyor.”
Derken, devreye RTÜK giriyor, “yayın yasağı” getiriyor.
Bizim liderler yurt içi ve yurt dışı gezilerini iptal ediyor.
Çeşitli ülkelerin liderleri Ankara’ya “taziyelerini” iletiyor.
Bir başka terör faciasına kadar.
Bütün bu yaşadıklarımız bize bir ders vermeli, ancak o ders henüz ortada yok.
Terör silahlı mücadele ile çözülmüyor.
Bu kadar yetkili gelip geçiyor, nafile. Bir ara AKP iktidarı “çözüm sürecini” başlatıyor, o girişim AKP’nin sivil toplum ve muhalefet tarafından en çok desteklenen birkaç kararından biri, ne yazık ki, sonradan vazgeçiliyor. Ve terör şiddetini daha da arttırıyor.
“Çözüm süreci” yarıda kaldığı gibi, sürece katkısı olabilecek HDP’nin on iki milletvekili, il ve ilçelerde pek çok HDP’li belediye başkanı, eş başkanları ve diğer üyeleri tutuklanıyor.
Tutuklamalar terörü önlemeye yetmiyor.
Türkiye Cumhuriyeti otuz iki yıldır aynı tepkiyi veriyor, demek farklı yöntemlere dönmek gerek. Otuz iki yıldır silahlı mücadele, Kürt partilerini kapatma, Kürt milletvekillerini tutuklama. Hep aynı.
Bu arada:
Çeşitli ülkeler PKK’ya silah satıyor, PKK’nın büro açmasına izin veriyor.
Her türlü resmi görüşmede bu gerçekler karşı tarafa bir kez daha anlatılıyor, ama dinleyen kim.
Terör, Avrupa’da da yaygınlaşıyor. Londra, Madrid, Paris ve son olarak Berlin terör eylemlerine sahne oluyor.
Oralarda terör eylemiyle birlikte:
Bütün Avrupa yas ilan ediyor, çeşitli ülkelerin devlet ve hükümet başkanlarının katıldığı yürüyüşler düzenleniyor.
Avrupa terörizme karşı ortak tavır alıyor.
Bizim burada her gün şehit, her gün insanlarımız can veriyor, bir telefon, taziye, hepsi bu.
Ayrıca:
Amerika PKK’nın uzantıları YPG ve PYD’yi desteklediğini açıkça ilan ediyor, IŞİD’e karşı savaştıkları gerekçesiyle.
Ya bölge? Tam savaş alanı.
Son on beş yılda bölgemizdeki iç savaşlar ve terör nedeniyle bir milyondan fazla insan hayata veda ediyor. Beş milyondan fazla insan yaralanıyor. On milyondan fazla insan göç ediyor.
Sanki dünya savaşı.
O savaşlardan yine biz nasibimizi alıyoruz. O bataklığa biz de giriyoruz. Şehit veriyoruz, para harcıyoruz, mülteci barındırıyoruz.
Amerika’nın “Arap Baharı” politikası bu bölgede yaşayan bizlere ve bizim dışımızdaki uluslara, etnik gruplara, farklı inanç topluluklarına “kendi çapında bir dünya savaşı” armağan ediyor.
Her gün kan, her gün gözyaşı, Orta Doğu’nun fotoğrafı.
Bu kan gölünde iş başa düşmek zorunda. Kendi göbeğimizi kendimiz kesmekle karşı karşıyayız. Bunun yolu var, şu anda o duygu ve düşünceden çok uzakta bulunsak da:
Çözüm sürecini yeniden denemek.