Altı dakikalık videoyu izlemeniz gerek.
19 Aralık 2016, dört gün önce, Amerikan Senatosu Dış İlişkiler Komisyonu. Suriye üzerine görüşme (hearing). Komisyon başkanı senatör soruyor, ilgililer yanıtlıyor.
Oturumu yöneten komisyon başkanı, tuttuğunu kopartan cinsten, iki kişiyi sorguya çekiyor. Biri Amerikan Savunma Bakanı, diğeri Amerikan Genelkurmay Başkanı General Dunford.
Başkan soruyor, arada kendi düşüncelerini belirtiyor, Bakan ve Genelkurmay Başkanı yanıtlamaya çalışıyor.
Altı dakikalık videoyu izlemeniz gerek. İki açıdan.
Bir, demokratik sistemde, denetleme ve kontrol mekanizmalarının nasıl işlediğini görmek açısından. Meclis’te, bize teğet bile geçmeyen ortamda, iktidarın nasıl hesap verdiğine tanık olmak açısından.
İki, Amerika’nın Suriye ve IŞİD politikasını en yetkili ağızlardan öğrenmek açısından. Ucu bizi ilgilendiriyor, bizim açımızdan son derece önemli.
Orada söylenenleri duyunca, şok geçirmemek işten değil.
Komisyon başkanı soruyor, öyle “nasıl oldu, neden oldu” diye değil. Aynen şöyle:
“Suriye’de Esad on binlerce kişinin ölümüne sebep oldu, onca insan ölürken ya da yerinden yurdundan olurken, siz Esad’la ilgili ne yaptınız?”
Bakan ıkına sıkına yanıtlıyor:
“Esad’ın devrilmesiyle ilgili biz askeri çözümden yana değiliz.”
Başkan sinirleniyor:
“Yani, halkını göz göre göre ölüme götüren o adam yerinde mi kalacak?”
Bakan yeniden evirip çevirdikten sonra:
“Esad elbette gitmeli ama, siyasi çözümle gitmeli.”
Komisyon başkanı:
“Siz Suriye’yi Rusya’nın kucağına atmış olmuyor musunuz? Orada söz sahibi Rusya, Amerika devre dışı, siz bunu söylemek istiyorsunuz herhalde.”
Bakan bu lafa anlamsız homurdanmalarla karşılık veriyor. Çok güç durumda kalıyor. Salona bütünüyle başkan hakim.
Başkan bakanı hırpalarken, bakan yandaşı yani iktidar senatörleri komisyon başkanına ne laf atıyor, ne kavga çıkartıyor.
Oturumda bizi çok yakından ilgilendiren bir konu açılıyor.
Soru yağmuruna tutulma sırası Genelkurmay Başkanı Dunford’da. Başkan ona soruyor:
“Amerika IŞİD’le mücadele için ne yapıyor?”
Genelkurmay Başkanının verdiği yanıt yüzde yüz bizimle ilgili. Müthiş:
“Biz IŞİD’le savaşmıyoruz.”
Tarihi bir yanıt.
Komisyon başkanı küplere biniyor:
“Peki, siz ne yapıyorsunuz?”
General gayet sakin:
“Savaşanları destekliyoruz.”
Böyle pişkinliğe şapka çıkartılır.
Devamını komisyon görüşmesinden izlemeye gerek yok. IŞİD’e karşı kim savaşıyor?
Her gün atılan nutuklarla açıklandığı gibi, biz.
Adına “Fırat Kalkanı” verilen bir harekatla, IŞİD’e karşı biz savaşıyoruz, onlar “destekliyor,” eksik olmasınlar.
Onlar destekliyor, biz ölüyoruz.
General Dunford’ın bir lakabı var, “Savaşçı Joe.”
Dunford şu anda Amerika’da en yüksek rütbeli general. Bir kaç kez Türkiye’ye de geliyor. Son olarak İncirlik’te denetlemelerde bulunuyor.
“Savaşçı” denilmesinin nedeni, Afganistan ve Irak’ta savaşmış olması. 2003 Amerika’nın Irak işgali sırasında bazı birliklere komuta ediyor, iki ülkede de fiilen savaşın içinde.
IŞİD ve Suriye’ye gelince, “Savaşçı Joe” aldığı emir üzerine, savaşı bir yana bırakıyor, Amerikan politikası olarak.
Komisyon başkanı “Neden savaşmıyorsunuz” diye sorduğunda, Savaşçı Joe “Bilmiyorum” diyor.
Nasıl olsa, savaşan var.
24 Ağustos 2016 sabahı Başbakanlıktan açıklama geliyor:
“Türk Silahlı Kuvvetleri bu sabah itibariyle Halep’e bağlı Cerablus bölgesinde terör örgütü IŞİD’in temizlemesi amacıyla askeri harekat başlatmıştır.”
Türk Ordusunun Özgür Suriye Ordusu ile birlikte başlattığı bu harekata “Fırat Kalkanı” adı veriliyor.
Amaç bölgedeki teröristleri temizlemek olsa bile, Türkiye Fırat Kalkanı ile birlikte fiilen Suriye iç savaşına katılmış oluyor.
24 Ağustos’tan bugüne, dört aydır Türkiye tanklar, uçaklar, roketler eşliğinde IŞİD’e karşı savaşıyor. Son verdiğimiz on altı şehitle birlikte, toplam şehit sayısı 137’ye yükseliyor.
Amerika ne yapıyor?
“Destekliyor.”
Nasıl destek? “Anlayışla karşılayarak.”
Amerikan Dışişleri ya da Savunma Bakanlıkları ya da Beyaz Saray Sözcüleri, konu IŞİD’e geldiğinde aynı cümleyi tekrarlıyor:
“NATO müttefikimiz Türkiye IŞİD’le mücadele etmektedir, bunun için Suriye topraklarına girmektedir ama, biz bunu anlayışla karşılıyoruz.”
Herkeste bir anlayış, bir anlayış.
Hemen hemen aynı cümlelerle Fransa, Almanya, İsrail “anlayışla karşıladıklarını” açıklıyor.
Onlar bizi anlıyor, biz ölüyoruz.