Amerikan Hava Kuvvetlerine mensup bir general ülkesinin Sovyetler Birliği ile yaptığı nükleer silahsızlanma anlaşmasına karşı çıkıyor. O kadar ki:
"Anlaşmayı imzalayan Amerikan Başkanı'nı askeri dabeyle devirmek üzere harekete geçiyor. Başlangıçta Hava, Kara ve Deniz Kuvvet Komutanlarını yanına alıyor. Darbeciler radyo ve TV kanallarını ele geçirmiş olsa bile, geliyor geliyor, Kongrede takılıyor. Kuvvet komutanları darbeyi göze alamıyor ve vazgeçiyor, darbeci general de teslim olmak zorunda kalıyor."
Amerika 1960'lar...
Kennedy'nin Başkan olduğu dönem...
O tarihte önce kitap olarak yayımlanan "Seven Days in May" (Mayısta Yedi Gün), sonrasında başrollerini Burt Lancaster, Kirk Douglas, Ava Gardner, Fredric March'in paylaştığı heyecanlı ve sürükleyici bir filmin konusuna dönüşüyor.
Filmi çevrilmeden önce kitabı okuyan Kennedy "Amerika'da bile böyle bir girişim olabilir" diyerek, kitabın filme uyarlanmasını teşvik ediyor.
Film vizyona girdikten sonra, çeşitli siyasal yorumcular, "filmin gerçekten yaşanmış bir komployu anlattığını" öne sürüyor.
Aktarılan olayın en kritik anı Kongre...
"Kongre anlaşmayı onaylayınca, darbecilerin hevesi kursaklarında kalıyor."
"O Kongre günümüzde de, demokratik görevini yerine getiriyor, Biden'ın Başkanlığı'nı resmen onaylıyor, darbecileri püskürtüyor."
Trump için bugüne kadar "çılgın, deli, yalancı, sersem" gibi, pek çok sıfat kullanılıyor.
Dengesiz, ne yapacağı belli olmayan biri olduğu bilinmesine rağmen, "kimse onun kendi yandaşlarını bir darbeye kadar sürükleyebileceğini, darbe çığırtkanlığına kalkışabileceğini", artık o kadar ileri gidebileceğini düşünmüyor.
Ama, Trump sonunda onu da, yapıyor.
Başkanlık döneminde 15 bin 843 yalan ve yanıltıcı ifade kullanan birinin son hamlesiyle "Başkanlık gücünü kötüye, ne kötüsü, hatta darbe girişimine kullanması", onun nasıl bir faşist olduğunu da sergiliyor.
Kaybettiği seçimden sonra, "gitmem de, gitmem" diye tutturan bu ruh hastası, sürekli aynı yalana sarılıyor:
"Oylarımızı çaldılar!.."
Sürekli olarak, oyların yeniden sayılmasını isterken, aynı partideki adamlarına, Georgia Eyaleti'nde olduğu gibi, hatta "oyları değiştirin" bile diyebiliyor, bu konuşması üç gün önce Washington Post'ta yayımlanıyor.
Bu arada şu acı gerçeği görmezden gelmek olmaz.
"O ruh hastası, faşist herif, Amerikan halkından yüzde 46.9 oranında oy alabiliyor."
Amerikan halkının önemli bir bölümü bile, faşist bir kafanın peşinden sürüklenebiliyor.
Kongreyi basma, adam öldürme gibi olaylara karışanlar, işte o yüzde 46.9'dan çıkanlar.
Son yıllarda arka arkaya önemli kitaplar yayımlanıyor, "demokrasilerin tehlikede olduğuna" ilişkin çok ayrıntılı, ülke örnekleriyle anlatılan kitaplar.
O tehlike ile karşılaşabilecek ülkeler arasına, o kitaplarda son bir yıl içinde Amerika bile giriyor.
Ayrıca...
Kim derdi ki, Kore'ye Irak'a, Afganistan'a, Vietnam'a, hatta Arap ülkelerine "demokrasi getireceğim" diyerek, oralarda savaş çıkartan Amerika, neredeyse kendi demokrasisinden olsun!..
Ancak, Amerika'da her şeye rağmen, "establishment", yani "kurulu düzen" var. Nedir o?..
"Demokrasiye, hukukun üstünlüğüne, temel hak ve özgürlüklere, insan haklarına sahip çıkan değerler sisteminin bütünü..."
O "bütün" partizanlığı, yandaşlığı, "senden - benden" ayrımcılığını, kişisel çıkarları reddediyor.
Toplumu tanımlanan değerler sistemi içinde bütünleştiriyor.
"Trump'ın yardımcısı olmasına rağmen, Mike Pence'in ya da senatodaki Cumhuriyetçi liderin ya da Temsilciler Meclisindeki Cumhuriyetçilerin, Beyaz Saray'daki Trump'ın atadığı kişilerin demokrasiye, anayasaya, ettikleri yemine sadık kalmaları, o değerler sistemi içinde bütünleşmenin ürünü.
Bu duruş, her ülkede olmayan, demokrasi dışına rahatlıkla kayan ülkelerde bulunmayan o kurulu düzenin ürünü."
Bu sistemi bilmeyen, yönettiğini sandığı devleti tanımayan, ağır hasta birinin "darbe girişimi", o sistemin temel taşlarından "Kongre'nin de dahil olduğu ve dik durduğu" tavır sonucu yarıda kalıyor.
Trump taraftarlarının baskınına rağmen, Kongre'nin Joe Biden'in Başkanlığını onaylaması, yine aynı değerler sisteminin devamı.
Onaylamaya, demokrasiye ve anayasaya sahip çıkan Cumhuriyetçiler de katılıyor.
Günlerdir "demokrasimiz saldırı altında, oylarımız çalındı" yalanlarıyla Amerikan halkını ve dünyayı meşgul eden Trump, Kongre'ye düzenlenen baskının başarısızlığı üzerine iki ayrı geri adım atıyor.
Ne zaman atıyor?.. Bakıyor ki, pabuç pahalı...
"20 Ocak'ta, on üç gün sonra, görevi sona ermesine rağmen, azledilmesi söz konusu olunca..."
Attığı ilk geri adım, baskına katılan taraftarlarına "eve geri dönün" çağrısı...
İkincisi ise, "20 Ocak'ta Biden'a görev değişiminin sağlıklı biçimde gerçekleşeceğine" ilişkin açıklaması...
"Tipik faşist ruh, iktidarda iken, her istediğimi yaparım duygusu, iktidar elden gidince, her şeyden korkmak hâli."
Buna rağmen...
Belki bu on iki, on üç gün içinde olmayabilir ama, 20 Ocak'ta Başkanlığı devrettikten sonra yargılanması sürpriz olmaz. Çünkü, iki aydan bu yana, Amerikan hukukçularına göre:
"- Anayasaya aykırı davranmak,
- Yeminine sadık kalmamak,
- Halkı isyana teşvik etmek"
gibi suçlar işlemiş bulunuyor.
Mesela...
"Beyaz Saray'dan ünlü Sing Sing ya da San Quentin Hapishanesine..."
"Mayısta Yedi Gün..."
Kennedy'nin kehaneti altmış yıl sonra doğrulanıyor.
Ama, bu kez generaller değil, darbeyi doğrudan Başkan tezgahlamaya çabalıyor.
Ayrıca...
Son zamanlarda yayımlanan kitaplardaki tezler de, doğrulanıyor.
Demokrasiler tehdit altında.