“Barış iklime sahip çıkmak birincil görevimizdir”.
“Savaş bir halk sağlığı sorunudur”.
Vaaay, demek öyle...
Türkiye’deki tüm doktorların örgütü “Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi” (TTB) Afrin harekâtı nedeniyle yayınladığı bildiride bu görüşleri savunuyor.
Vaaay, demek öyle...
Ondan ayrı olarak, 170 akademisyen, sanatçı, yazar, gazeteci ve aydın da, yine Afrin harekatına karşı çıkan başka bir bildiri yayınlıyor.
Vaaay, demek öyle...
Her iki bildiri de, savaşın yaratacağı sosyal ve ekonomik yıkımlara, psikolojik bozukluklara dikkat çekiyor.
Vaaay, demek öyle...
Hiç birinin elinde silah yok, herhangi bir patlayıcı madde yok, hiç kimseye kurulan bir tuzak yok, hiç biri şiddetten yana değil. Ne cam kırıyorlar, ne çimenleri eziyorlar.
Tam tersine “barış” istiyorlar.
TTB Merkez Konseyi’nin bildirisi üzerine Tayyip Erdoğan bu durumlarda olduğu gibi, her zamanki gibi çok sert:
“Bu terörist sevicilerin bugüne kadar ‘Barışa Evet’ dediklerini duymadık. Bunlar bugüne kadar Güneydoğu’da, Doğu’da vatandaşlarım şehit edildi, içeride olan terör uygulayıcılarına yönelik en ufak bir açıklama duymadık. Bunlar bu işin içindeler”.
Erdoğan böyle konuşur da, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ hemen devreye girmez mi, elbette girer, o da 170 aydın için konuşuyor:
“Terör örgütlerinin gönüllü şakşakçıları, bunları milletimize şikâyet ediyorum. Böyle aydın olmaz olsun”.
Demek ki, görev İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya düşüyor, o da derhal gerekeni yapıyor:
“Bu bildiriler milleti arkadan hançerlemektir, bu işin peşini bırakmayacağız”.
Gerçekten de, bırakmıyor. İçişleri Bakanlığı TTB Merkez Konseyi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunuyor ve Konseyin on bir üyesi gözaltına alınıyor.
Savcılık o on bir üye hakkında 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası çerçevesinde soruşturma başlatıldığını açıklıyor.
Nedir o yasadaki suç?
“Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak...”
TTB Merkez Konseyi ve 170 aydın ne istiyor?
“Barış”.
Bunu nasıl istiyor?
Bir bildiri yayınlayarak.
Böylelikle ifade özgürlüğü, düşünce özgürlüğü yeniden ağır bir darbe daha alırken, Türkiye’de yeni bir suç kategorisi daha doğmuş oluyor:
Barış istemek suçu.
Türkiye kendi içinde bir kez daha mengeneleri iyice sıkıştırır, bir kez daha insanların farklı ses çıkarmasına bile tahammül edemez bir ülke konumuna sıkı adımlarla yerleşirken, demokrasi ve hukuk devleti açısından dünyadaki yeri de biraz daha geriye gidiyor.
Sürpriz değil.
Kendisi de bir doktor olan Sağlık Bakanı Ahmet Demircan TTB’nin bildirisi karşısında, doktorluğunu bir kenara bırakıyor, tümüyle siyasal içerikli ve doğru olmayan bir açıklama yapıyor, belki de yapmak zorunda kalıyor:
“Türk Tabipler Birliği doktorları temsil etmiyor”.
Kendisi de bir doktor olan Sağlık Bakanı Demircan fena halde yanılıyor ya da yanılmak zorunda kalıyor, ne de olsa, siyaseten öyle.
Sağlık Bakanının söylediği gibi, TTB doktorları hani temsil etmiyor ya, bakın 2015’te ne oluyor.
Bildiri nedeniyle gözaltına alınan TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel 2015 yılında İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü için yarışıyor ve en yüksek oyu alarak rektörlük seçiminde birinci çıkıyor.
En çok oyu almasına rağmen, rektör olarak atanmıyor.
Sürpriz değil.
Tayyip Erdoğan seçimde ikinci gelen Mahmut Ak’ı rektörlüğe atıyor. Ne de olsa, Mahmut Ak, soyadı gibi, AKP’ye hayli yakın biri.
Yakınlığını dün acele kanıtlıyor, Raşit Tükel İstanbul Üniversitesi yönetimi tarafından dün üç ay süreyle görevinden uzaklaştırıyor.
TTB Merkez Konsey üyeleri büyük suç işliyor:
Düşüncelerini ifade ettikleri için...
Barış istedikleri için...