24 Temmuz 1923...
"Yedi düvele" karşı bağımsızlık mücadelesi savaş alanlarından sonra diplomatik masada da zaferle sonuçlanıyor. Lozan Anlaşması imzalanıyor, Türkiye’nin bağımsızlık belgesi.
On yıl sonra, Mayıs 1933...
Londra Silahsızlanma Konferansı... Londra bizim için Boğazlar sorununun çözümü açısından bir fırsat. İstanbul ve Çanakkale Boğazları İngiliz ve Fransızların denetimi altında, bundan kurtulmak gerek. Ancak, bizim talebimiz karşılık bulmuyor.
Mustafa Kemal ne yapıyor?.. Diplomatik bir manevra ile Rusya’ya dönüyor, Moskova’ya şunu söylüyor:
"Mussolini ve Hitler Boğazların güvenliğini tehdit ediyor. Sadece Türkiye’nin değil, Sovyet Rusya’nın da güvenliği için Türk askerinin Boğazlara yerleştirilmesi, İngiliz ve Fransızların Boğazlardan çekilmesi gerekir".
Boğazların yanı sıra, Mustafa Kemal bir koz daha ileri sürüyor Moskova’ya:
"Ayasofya!.."
İstanbul’un fethi 1453’ten önce Ayasofya Ortodoks kilisesi. Atatürk Ortodoks olan Rusya’yı Boğazlar sorununda yanına çekmek üzere, Ayasofya’yı müze yapıyor.
1 Şubat 1935’te...
Ayasofya kararından sonra, Rusya Türkiye’yi elbette destekliyor.
"Ayasofya kozu" sonuç veriyor:
20 Temmuz 1936’da Montrö Anlaşması'yla Boğazlar bizim egemenliğimiz altına giriyor.
İstanbul ve Çanakkale boğazlarında artık Türk askeri var.
Müthiş bir diplomasi:
"Atatürk, boğazları elde etmek amacıyla Ayasofya’yı koz olarak kullanıyor ve her zamanki gibi, başarı sağlıyor."
Montrö’den dört ay sonra... 19 Kasım 1936...
Şimdi dikkat:
"Ayasofya müze ancak, Atatürk, "Ayasofya’nın tapuda cami olarak tescil edilmesi" emrini veriyor.
Düzenlenen Ayasofya’nın tapusu şöyle:
"Vasfı: Türbe, Akaret, Muvakkithane ve Medreseyi Müştemil, AYASOFYA’YI KEBİR CAMİİ ŞERİFİ.
Sahibi: Ebulfetih Sultan Mehmet Vakfı".
Çok açık, Ayasofya tapuya göre, zaten cami!..
Günlerdir "Ayasofya’yı müzeden camiye çevirdik" diye davul çalanlara ve o davula katılanlara duyurulur!..
Atatürk Ayasofya’yı müze olarak bırakmak isteseydi, tapuda "vasfı" karşılığına "müze" yazdırırdı. Oysa, "Ayasofya’yı Kebir Camii Şerifi" yazdırıyor.
Ayrıca, tapuda şunlar yazıyor:
İli: İstanbul.
İlçesi Eminönü.
Mahallesi: Cankurtaran.
Sokağı: Babı Hümayun.
Cilt No: 16/4.
Sahife: 658.
6644 metrekare.
19 Kasım 1936.
Kaynak: Vakıflar Genel Müdürlüğü.
Kaldı ki, Ayasofya’nın bir bölümünde zaten namaz kılınıyor. Bugün yapılan, namaz kılma alanının genişletilmesi. Turistlere açık olsa bile, artık müze niteliğinden çıkartılması.
Hazin olan, AKP’nin bu davuluna tüm partilerin katılması. Hatta, Muharrem İnce ve benzeri CHP’lilerin bile, "davet alırsam, 24 Temmuz günü Ayasofya’ya namaz kılmayı giderim" gibi saçma sapan bir biçimde, artık popülizmi mi, kendine ait olmayan tabana mesaj mı bilinmez, "siyaseten yalpalamaları".
Erdoğan Ayasofya’ya kürek çekerek, oyun oynuyor:
- Çok derin bir ekonomik kriz yaşanırken, gözleri başka tarafa çevirmek istiyor.
- Kendi yarattığı gündem çerçevesinde muhalefeti peşine takıyor, onlar da bu aldatmacayı yutuyor.
- Hatta ve hatta, siyasi parti liderlerini namaza davet ederek, namaza katılmayanları sözüm ona, halkın gözünde küçük düşürmeye çabalıyor.
Ayasofya bin yıllık kilise, beş yüz yıllık cami ve seksen beş yıllık müze. Ama, tapuda camii.
İçeride "cami yaptım"’ böbürlenmesine karşı, dışarısı üzerinden yine içeriye ve yine doğru olmayan mesaj veriyor:
"Ayasofya bizim topraklarımızda, bizim egemenlik alanımız dahilinde, bizim kararımıza kimse karışamaz."
Bal gibi de, karışır!.. Çünkü:
"Bizim topraklarımızda ama, bizim egemenlik alanımızın dışında, Ayasofya evrensel bir kültür mirası... Ve dünyanın her yerinde olduğu ve her dünya kültür mirası gibi, Ayasofya da, bir insanlık değeri..."
"Egemenlik" için boş bir propagandadan ibaret.
Tapu ortada... "Egemenlik" masalı ortada... Buna rağmen..
Eğer o haber doğru ise, örneğin, "Meral Akşener’e namaza katılması için davet" gidiyor. Akşener dün "korumasında Korona çıktığı" gerekçesiyle, karantinada olduğunu ve namaza katılamayacağını ancak, partisinden birilerinin yarın Ayasofya’daki namaza gideceğini söylüyor, "İyi Parti’yi temsilen"!..
Çok ama, çok yanlış!..
Akşener ya da Muharrem İnce ve benzerleri işte böyle "temsilen Erdoğan’ın kayığına bindiği sürece" hem inandırıcılığını yitiriyor, hem Erdoğan’ın ekmeğine yağ sürüyor. İyi Parti "temsilen" katılmasa, kimse onlara "siz İslamın kuralına uymuyorsunuz" diyemez!..
Dese bile:
"Bu tür sömürülere karşı artık dik durmak, on sekiz yıldır her fırsatta çevrilen bu oyuna artık son vermek gerek."
Dik durmadıkça, Erdoğan muhalefeti kendi minderine çekiyor ve muhalefet otoriter düzene uyum sağlamış görünüyor.