Askeri ateşe olarak gittiği Sofya'da ilk günlerinde bir operaya gidiyor.
Mustafa Kemal operadan çıktıktan sonra kendisiyle birlikte olan Bulgar Millet Meclisi üyesi Şakir Zümre'ye dönüyor:
"Adamların Balkan Savaşı'nı neden kazandıklarını şimdi anladım". (İlber Ortaylı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, s.99).
"O'na" göre, opera düzen ve disiplin olarak, sosyal yaşamın ve kültürün ayrılmaz parçası. Cumhuriyet kurulduktan sonra Ankara'ya gelen İran Şahı onuruna sahnelenen "Özsoy" operası "devlet - toplum - kültür" üçgeninin gösterisi niteliğinde.
Yine Sofya'da bulunduğu yıllarda Bulgar Türkolog İvan Manalov ile tanışıyor, onunla uzun uzun "Latin alfabesini" tartışıyor.
"Dil!.. Bir ülkenin kimliği!.."
Latin alfabesindeki sadeliğin, Osmanlı ve Arapça'daki karmaşıklığı yok eden, eğitime rahatça uzanabilen niteliği ile eğitimin ülkeyi kalkındırabilecek temel taşlardan biri olduğunu görüyor.
1919 Temmuz'unda Erzurum Kongresinde Mazhar Müfit Kansu'ya, daha Kurtuluş Savaşı'nın başında üç maddeden söz ediyor:
"- Cumhuriyet,
- Kıyafet Devrimi,
- Harf Devrimi".
Üçü de, Sofya günlerinden edindiği gözlem ve kültürün ürünü.
Harf Devrimine hazırlığı uzun sürüyor. İlk Türkçülerden Mustafa Celalettin Paşa'nın eserini inceliyor, Şemseddin Sami'nin ilk Türkçe romanı "Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat Hanım" ile yine aynı yazarın geniş kapsamlı ilk Türkçe sözcüğü "Kamus-i Türki" kendisine yardımcı oluyor.
Ayrıca Ali Suavi'nin dil ve harf üzerine incelemelerinden yararlanıyor.
Her kararı ve sonrasındaki adımının temel hazırlığı mutlaka var.
Yine Sofya'da kalbur üstü, şık hanımların ve beylerin bulunduğu bir kafeteryada otururken, içeri kaba, saba giyimli, kaba saba konuşan bir köylü giriyor. Garsonlar köylüye hizmet etmek istemiyor, hatta onu kovmaya kalkıyor. Köylü kızgın:
"Benim ekip biçtiğim ekmeği yiyorsunuz, benim silahımla korunuyorsunuz, ben burada otururum ve siz bana hizmet edersiniz".
Mustafa Kemal Bulgar köylüsünün çıkışından çok etkileniyor:
"Günün birinde bizim köylülerimizi de, böyle görmek isterim. Haklarını istemesini bilmeliler".
Sofya yılları Mustafa Kemal'de yeni bir devlet kurmak, modern bir ülke oluşturmak düşüncesini fazlasıyla olgunlaştırıyor.
Ünlü ilkeleri arasında yer alan "köylü milletin efendisidir" görüşü böyle oluşuyor.
"Hakimiyet-i milliye", ulusun iradesi, egemenliğin kayıtsız şartsız ulusa ait olduğunu, mücadelesinin her anında vurgulayan düşünceler bu yıllarda tohumlanıyor.
Ve de...
"O'nu" en çok etkileyen bir başka tarihi olay "1789 Fransız Devrimi".
Bu konuyla ilgili okuduğu kitapların yanına notlar alması, dönüp dolaşıp "Devrim" üzerine düşünmesi modern Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmasına uzanan yolda olağanüstü felsefi ve pratik değer taşıyor.
Görüyor ki:
"Fransız Devrimi kraliyete karşı olduğu kadar, aynı zamanda kiliseye karşı da, bir başkaldırı".
Hilafetin kaldırılması belki de, bu gözlemin bir ürünü.
Bununla birlikte, Kurtuluş Savaşı'nın başından sonuna kadar Saltanata ve Hilafete hep saygılı davranıyor.
Erzurum ve Sivas Kongrelerinden sonra Ankara'ya döndüğünde, Ocak 1920'de Padişaha telgraf çekiyor:
"Hamd olsun, Kuva-yı Milliye maddi ve manevi bütün kuvvetleri birleştirmek suretiyle, siyasi vaziyetimiz üzerinde şayan-ı şükran olumlu tesirler vücuda getirmiştir.
(...)Türkiye'nin padişahı ve bütün İslam Alemini vicdani bağlarla birleştiren mukaddes İslam Halifesi sıfatıyla Şevketmeab Efendimiz Hazretlerini değil yalnız vatanımızda, bütün İslam Dünyası üzerinde hakim ve etkili olmasını, Asya'nın geleceği adına yegane selamet çaresi olarak kabul ediyoruz". (Taha Akyol, Ama Hangi Atatürk, s.117).
Bu telgrafı çektiği padişah, yedi ay önce kendisini ordudan atan, yakalanması için emir veren padişah Vahdettin!..
Ama, "O'na" göre, her şeyin zamanı var ve her olay mutlaka "nihai zafer" için değerlendirilmeli. Bu telgraftan sonra eski Harbiye Nazırı Rauf Bey (Orbay) ile eski valilerden Bekir Sami Bey'i Milli Mücadele hakkında bilgi vermek üzere, padişaha gönderiyor.
Bütün ömrü boyunca attığı her adım planlı, etraflıca düşünülmüş, yeri gelince dinleyerek, yeri gelince sert tepki göstererek, ama asıl amacından asla ve asla sapmak yok!..
Bu bir "kurmaylık öğretisi".
18 ve 19. yüzyılda Avrupa'da ve de Osmanlı'da kurmay subaylık son derece önemli. Aslında askerlik önemli.
"Kurmaylık eğitimi sadece askerlik eğitimi ile sınırlı değil, doktorluk, mühendislik, veterinerlik, hatta mimarlık da aynı eğitim içinde. Tarih, coğrafya, teknik ve sosyal bilimler dahil".
Mustafa Kemal ile birlikte Milli Mücadeleyi yürüten komutanların hepsi kurmaylıktan yetişme.
Savaş alanlarında askerlikle birlikte, "siyaseti" de öğreniyorlar.
Musafa Kemal'in pratik askerliği Suriye'de isyanları bastırmakla başlıyor. Yine Suriye'de aşiretlerle görüşürken, diplomasi ve siyasete de giriyor, deney kazanıyor.
Öyle ki...
TBMM Hükümeti ilk anlaşmasını 1921 yılında Rusya ile imzalıyor. Rusya'dan çok ciddi maddi yardım alıyor, para, cephane ve silah yardımı.
Ruslara güven vermek adına, resmi bir komünist partisi kurduruyor, Türkiye Komünist Partisi. Kurucuların komünizmle uzak yakın ilgisi yok. Şu kuruculara bakın:
"Celal Bayar, Refik Koraltan, Tevfik Rüştü Aras, Yunus Nadi, Mahmut Esat Bozkurt!.."
Ama, aynı anda bu resmi partiye katılmayan ve fakat gerçek komünist olan Arif Oruç, Şeyh Servet Efendi ile Nazım Bey'i İstiklal Mahkemesi'ne veriyor!..
Bir yıl sonra Ocak 1922'de bu kez "Amerikan Milletine Beyanname" başlığı altında bir Amerikan gazetesine verdiği demeçte:
"Bizim Misak-ı Milli sizin Bağımsızlık Bildirgesine benzer, Türkiye ve Amerika ikisi de, demokrasidir".
Lozan Anlaşmasına doğru giderken ise, İzmir İktisat Kongresi'ni topluyor.
"Orada Batı'ya liberal politikalara yöneleceği izlenimini veriyor".
Buraya dikkat:
"Rusya ile Amerika ile hatta arada Fransızlarla imzaladığı anlaşmada Maraş ve Antep'i işgalden kurtardığı dönemlerde Kurtuluş Savaşı tüm şiddetiyle devam ediyor. Savaş devam ederken, yürüttüğü dış politika ile hem düşmanlarını azaltıyor, hem içerde güçleniyor".
İngilizler de yavaş yavaş çekilmeyi planlarken, Yunanlılar bir başka alemde. Onlar hala İzmir ve Ayvalık'ta Yunan Milli Bankasının şubelerini açmakla meşgul!..
Atatürk aramızdan ayrıldıktan sonra, o acıyla kendisini kurtaran ulusu, "O'nu" ilk yıllarda daha çok ağıt yakmayla anarken, zaman geçtikçe daha bilimsel ve objektif araştırmalarla anmayı ön plana çıkartıyor.
"Tarihi yapan" bir öğreti, bir felsefe olarak.
Gerek Türkiye'de, gerekse dünyada hakkında en çok kitap yazılan liderlerin başında geliyor. O kitaplardan birini Amerikalı yazar Arnold M. Ludwig 2001 yılında yayınlıyor.
"Dağın Kralı" (King Of The Mountain) başlığı ile yazdığı kitapta, dünyada gelmiş geçmiş bütün liderleri tek tek inceliyor, yaptıkları işleri, uluslarına katkılarını ölçüyor, muhteşem bir kitap. (Ne yazık ki, çevirisi henüz yok).
Ve sonuçta:
"Tarihte aklınıza hangi lider, hangi kral, hangi devrimci gelirse gelsin, Atatürk açık ara, Dağın Kralı seçiliyor.
En büyük O!.."
O'nu büyük kılan iradesi, aklı, disiplini, güvenirliği, görgüsü, nezaketi, inceliği, cesareti, bilime duyduğu saygısı ve en olumsuz koşullarda bile:
"Halkına olan inancı!..
Ulusal egemenliğe sarsılmaz bağlılığı!.."
Bugün 10 Kasım... 84 yıl önce aramızdan ayrılıyor...
Şimdi hep birlikte ayağa kalkalım!..
Saygıyla, sevgiyle anarak...
Yalçın Doğan kimdir? Yalçın Doğan, 1965 yılında Alman Lisesi'ni, 1969'da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdi. Gazeteciliğe 1973 yılında Cumhuriyet'te ekonomi muhabiri olarak başladı. 1981 yılında Cumhuriyet Ankara Temsilciliğine atandı. 1989'da köşe yazarı olarak geçtiği Milliyet'te önce Yayın Koordinatörü, 1999'da Genel Yayın Yönetmeni görevlerini üstlendi. 2003'te Hürriyet Gazetesi'nde sürdürdüğü köşe yazarlığı 2015 yılında sona erdi. O tarihten bu yana T24'te köşe yazarlığına devam ediyor. Türk Dil Kurumu, Sedat Simavi, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'in çeşitli ödülleri yanında, 2014'te yılın en iyi köşe yazarı, Halk TV'nin 'Kırılmayan Kalemler' ödülünü kazanan gazeteciler arasında yer aldı. Her biri özgün araştırma içeren IMF Kıskacında Türkiye, Dar Sokakta Siyaset, Fenerbahçe Cumhuriyeti, Savrulanlar kitapları ile anılarını derlediği Sussam Susulmaz Yazmasam Olmaz kitaplarını yazdı. Ayrıca, Komünist Enternasyonelde Faşizmin Tahlili başlığı ile yayımlanan Almanca'dan yaptığı bir çevirisi bulunmaktadır. Almanca ve İngilizce bilir. |