Daha cümlesini tamamlamadan, daha cümlenin devamı gelmeden...
"Türkiye'ye maliyeti, Türkiye'nin durup dururken zararı 90 milyar lirayı buluyor."
Daha cümlesini tamamlamadan, daha cümlenin devamı gelmeden...
"Türk Lirası dolar karşısında saniyeler içinde yüzde 2.5 değer kaybediyor, dolar 8.81 TL'ye fırlıyor."
Doların fırlamasıyla birlikte, Türkiye'nin devlet olarak, özel sektör olarak dış borcu TL cinsinden artıyor, saniyeler içinde gelen 90 milyar liralık ek yükün nedeni doların aniden değer kazanması.
Neden aniden değer kazanıyor?..
Tayyip Erdoğan TRT'de "seçilmiş gazetecilerin" al gülüm - ver gülüm cinsinden sorularını yanıtlıyor ve o sırada yeniden "faiz takıntısını" dile getiriyor.
Aynı takıntının devamı olmak üzere, diyor ki:
"Merkez Bankası Başkanımızla görüştüm. Faizleri düşürmemiz şart. Temmuz, Ağustos'u bulacağız ki, faiz düşmeye başlasın. Faiz yükünü yatırımların üstünden kaldırırsak, maliyet enflasyonunu tetikleyen faiz olduğu için rahatlama dönemine gireceğiz."
Yine aynı takıntı, yine iktisat teorisinde olmayan bir tezin tekrarı.
Var ya takıntısı...
"Enflasyonun nedeni faizdir" diye... Nereden ya da kimden duyduysa!.. Dünyanın hiç bir iktisat kitabında ve teorisinde yer almayan, "Erdoğan'dan menkul bir tez", yine aynı yere takılıyor ve dolar yine fırlıyor.
İlginç olan şu...
"Bu kim bilir kaçıncı deneme!.. Bu kim bilir hepimize getirdiği kaçıncı ek yük!.."
Yok, böyle bir tez yok!..
Yok, yok, yok!..
Ama, hâlâ ısrar ediyor, ne zaman "faizler inmeli" dese, dolar yükseliyor, ancak deneme yanılma yoluyla bile, yanlışını düzeltmiyor.
Birileri anlatsa ama, muhtemelen dinlemiyor.
Dünya ekonomi basını, yani yabancılar bile söylediği o sözlerden sonra aynı yanlışa dikkat çekiyor:
"Erdoğan gelecek iki ay faiz indirimi gelebileceğini söyleyerek, Türk Lirası'nı en düşük seviyeye gönderdi."
Devamındaki yorum daha da acı:
"Erdoğan'ın sık sık faiz indirimi çağrısı yapması, kısa sürede üç Merkez Bankası Başkanını değiştirmesi, Türkiye'nin para politikasına güvenirliğini azalttı."
Ve daha da acısı, daha da kötüsü:
"Erdoğan Türkiye'yi yüksek enflasyon ve ekonomik krize karşı savunmasız bıraktı."
Daha birkaç gün önce saygın iktisatçılardan Daron Acemoğlu önemli bir uyarıda bulunuyor:
"Türkiye'deki krizin derinleşmesinden korkuyorum."
O uyarının dumanı tüterken, düşük faiz ısrarı, var olan krizi tetikliyor.
Her krizde, ekonomik sorunların her artışında bir "itirafı" var. Hele de, uzun yıllar birlikte çalıştığı Ekonomi Bakanı Ali Babacan'ın eleştirilerine karşılık:
"Ekonominin sorumlusu benim, ben!.."
Yine kendisini tutamadığı anlardan birinde:
"Benim alanım ekonomi."
Eyvah demek bile, artık çok geride.
Sorumlu o, alanı ekonomi ve...
"Tek adam rejimi geldiğinden bu yana, ekonomi krizden kurtulamıyor. Türk ekonomisine duyulan uluslararası güven hızla aşağıya iniyor.
Ve o yük her geçen gün daha da ağırlaşarak, hepimizin sırtına biniyor."
"Şahsımın" yönetiminde ekonomi iyiden iyiye kırılgan hale geliyor.
Bir cümleyle gelen ek yüklerin ötesinde, yıllardır izlenen ekonomik politikaların acı bir sonucu var:
"2013 yılında 958 milyar dolar olan milli gelir 2020'de 717 milyar dolara geriliyor, son on dört yılın en düşük seviyesi."
Ya kişi başına düşen gelir?..
"Yine 2013 yılında 10 bin 500 dolar olan kişi başına düşen gelir, Mart 2021 itibariyle, 8 bin 599 dolara geriliyor. Sadece bir yıllık gelir düşüşü ya da gelir kaybı yüzde 6.7.
Yani 'şahsımın' yönetiminde yoksullaşıyoruz."
Biz yoksullaşırken, "şahsım" faize bu kadar karşı iken...
"Türkiye şu anda dünya piyasalarında en yüksek faizle borçlanan ülkelerin başında geliyor. Çünkü, kimse Türkiye'ye güvenmiyor.
Hatta, o nedenle kimse Türkiye'ye borç vermek bile istemiyor."
AKP iktidarının ilk yıllarında "sıcak parayla" ayakta duruyor. O sıcak para ki:
"Diyelim ki, bir İngiliz ya da bir Amerikalı, herhangi bir yabancı kendi ülkesinde faizsiz borç alıyor, bu parayı olağanüstü yüksek bir faizle, bazen yüzde 7'ye kadar varan oranlarda, bize borç veriyor. Hepimizin sırtından korkunç bir vurgun vuruluyor."
Hem yüksek faize karşı, hem yüksek faizle yabancılara dünyanın faizi akıtılıyor.
"Alanı ekonomi" ya!..
Sinema açık, tiyatro kapalı.
Düğüne izin var, konser yasak.
AVM zaten başından beri açık, park yasak.
Sabahtan akşama değişen kararlar zincirinde, "sinema yirmi dört saat bile açık kalamıyor", yap - boz kararları bu kadar basit bir olayda bile devreye giriyor, "önceki akşam açılan sinemalar, ertesi sabah yeniden kapatılıyor", yine İçişleri Bakanlığı genelgesiyle.
"Müzisyenler, şarkıcılar, tiyatro sanatçıları, ışıkçılar, sesçiler, toplamında, kültür, sanat ve eğlence sektöründe çalışan binlerce emekçi on altı aydır tek kuruş para kazanmıyor."
Ve o sektörlerin faaliyetine hala ve yine izin verilmiyor.
Ve onlara tek bir destek verilmeden, on altı ay boyunca...
Neden?..
"Kültür ve sanat AKP ideolojisine teğet bile geçmiyor."
Hangi tiyatro, hangi sinema, hangi konser?.. Onların hayat tarzında bu çağdaş etkinlikler yer almıyor.