“Buraya gelirken, acaba oğlumun nasıl şehit düştüğünü, onun kaç çocuğu olduğunu, neler çektiğimi sorar mısınız diye, düşünmüştüm. Altı çocuğum vardı, ikincisi şehit düştü. Bunları sormanızı beklerdim."
Üç cümle de olağanüstü bir trajedi. Söylenenleri içselleştirin, çekinmeyin, sonra devamını izleyin!..
Bunları yaşayan Pakize Akbaba dün hâkim karşısına çıktı. Kendisi aynı zamanda İstanbul Şehit Anaları Derneği Başkanı.
Neden hâkim karşısında? “Açılım süreci” sırasında yaptığı eleştirilerle “Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği iddiasıyla, Erdoğan’ın avukatlarının başvurusu üzerine, hakkında dava açılıyor”.
Şehit anası!.. Oğlunu kaybetmiş!..
Ne söylediğini bilmiyorum, ama eline ne sopa almış, ne şiddet göstermiş, ne küfür etmiş, herhalde sadece “oğlunun şehit düşmesinden dolayı duyduğu acıyı, açılım süreciyle bağdaştıramadığı” için eleştirmiş olmalı.
Düşüncesini açıklamış!..
Ne var ki dört, beş yıldır bu ülkede düşünce açıklamak suç. Şehit anası olmak, bundan kurtarmıyor insanı!..
Duruşmada Erdoğan’ın avukatı “şikayet dilekçesini sehven gönderdiklerini” söylüyor.
“Sehven”, yani yanlışlıkla!..
Çünkü, otomatiğe bağlanıyor; kimin, nerede, neden ve ne söylediğine bakılmaksızın, Erdoğan’a en küçük bir söz söyleyen hakkında hemen dava açılıyor.
Üç yılda Erdoğan’a hakaret iddiasıyla 68 bin 817 kişi hakkında soruşturma, 12 bin 839 kişi hakkında dava açılıyor. Bu, kendi alanında bir dünya rekoru.
Dava açılanlardan biri Pakize Akbaba.
Kadın oğlunu kaybetmiş ya, oğlunu... Sen onu bir biçimde anlamaya, teselli etmeye çalışacağına, kadının elini öpeceğin yerde mahkemeye veriyorsun, bir şehit anasını mahkemeye vermiş olmanın ayıbıyla, “sehven şikayet” diye, kendince bir mazeret buluyorsun!..
Mahkemede “sehven şikayet”, aynı gün Fatih’te “bizde öyle bir bilgi yok” açıklaması!..
Bunlar sözde Türkiye’yi yönetiyor ama, ya “yanlışlık” yapıyor, ya önemli konularda “aldatıldık” diyor ya da ellerine “bilgi gelmiyor”!.. Hep yan çizme, hep aradan sıyrılma çabası!..
Fatih'te dört kardeş “yoksulluktan, geçinemediklerinden, parasızlıktan” intihar ediyor. Bir başka trajedi. Olayı içselleştirin, çekinmeyin, kendinizi o insanların yerine koyun, sonra devamını izleyin!..
Dört kardeşin biri kurye, diğeri müzik öğretmeni ve Mimar Sinan Üniversitesi'nde modellik yapıyormuş, öteki ikisi ise işsiz. Paraları yetişmiyor, 48 ile 60 yaş arasında dört kardeş. Üç aydır evlerinin elektrik parasını ödeyemiyorlar, intihar ettikleri günün sabahı ilgili elektrik kurumu “evin elektriğini kesiyor”.
Aynı kurum, elektrik saatinin intihar edenler üstüne olmadığını, ödenmediği için elektriğin otomatik kesildiğini, olayı öğrenince, elektriğin yeniden verildiğini açıklıyor.
“Yoksulluktan, parasızlıktan, geçinemediklerinden dolayı intihardan başka çare bulamayanlar ülkesi!..”
Ve bu haber tırıs gelip, tırıs gidiyor medyada, bazılarında “haber bile olmuyor”.
Pakize Akbaba davasında Saray’ın avukatları nasıl ki, “sehven şikayet ettiklerini” söylüyorsa, burada da iktidar sözcüleri, dört kardeşin yoksulluk nedeniyle intihar ettiği yolundaki haberler karşısında, “bize böyle bir bilgi gelmedi” diyor.
Orada yanlışlık, burada bütün komşularının söyledikleri ortada iken, “bizde öyle bilgi yok” saptırmacası. Hep yan çizme, hep aradan sıyrılma çabası.
Böyle bir trajedi başka bir ülkede yaşansa, orada ekonomiden sorumlu bakan anında istifa eder. Ya burada?
Şu hale bakın ki, parasızlıktan insanların intihar ettiği bir ülkede ekonomiden sorumlu bakan Berat Albayrak, daha o cenazeler toprağa verilmeden, ekonomide zaferden zafere koştuklarını anlatıyor.
Berat Harikalar Diyarı'nda...
Anlattıkları ne piyasa ile uyuşuyor ne insanların yaşadıklarıyla...
Ve bu arada, rahmetli Erbakan’ı anımsatan açıklamaları ayrı bir parantez. “Bir yılda dar gelirliler için yüz bin konut yapılacağını” söylüyor.
Erbakan da, “yüz bin tank, yüz bin motor üreteceklerini” söyleyerek, tarihe geçiyor, daha sonra temeli atılan o yerlere tek bir taş bile konmuyor.
Her türlü trajedinin yaşandığı, insanların artık hayal bile kuramadığı bir ülkede, bir bakanın hayal aleminde dolaşması bir başka trajedi olsa gerek.