Amerikan Başkanı kim? Donald Trump, ilk ismiyle “Donald”.
Kendine seçtiği Başkan Yardımcısı kim? Mike Pence, sosyal medyada ona “Mickey” deniyor, bize yakın gelen biçimde telafuz edersek, “Miki”.
Başkan ve yardımcısı yan yana geldiğinde, “Donald ve Miki”.
Doksan yılı aşkın süredir dünyanın bütün ülkelerinde çocukların en sevdiği maceraların kahramanları kim? “Miki Mouse ile Donald”. O fare ile ördek. Walt Disney’in yarattığı karakterler.
Amerikan sosyal medyası devam ediyor:
“Donald ile Mickey Mouse’un gününde birinde Amerika’yı yöneteceklerini Walt Disney hayal bile edemezdi.”
Yani, ördek ile farenin...
Amerika’da ciddi bir çoğunluk Trump ve yönetimi ile böylesine dalga geçiyor, onu yerin dibine batıran şarkılar söylüyor. Dünyaca ünlü, klasikler arasında yer alan “New York, New York” şarkısı, Trump’ın Başkanlık'tan azledilmesine dönük satırlara dönüştürülüyor ve kabarelerde o melodiyle seslendiriliyor.
Dalga geçmenin ötesinde, Trump’a yönelik suçlama ve eleştiriler giderek artıyor. Bunların başında Trump’ın Suriye politikasına dönük görüşleri ön planda. O hep aynı konuyu vurguluyor:
"-Biz askerlerimizi Suriye’de petrolü korusun diye tutuyoruz.
-Ortadoğu’daki petrolün denetimi bizde.
-Petrolü garanti altına aldık.
-Petrol için savaşabiliriz.
-Petrolü iyi koru, senin görevi bu.
-Ben Libya ile petrolü için ilgileniyorum."
“Suriye” denildiğinde ya da Türkiye’nin Kuzey Suriye’deki askeri harekâtı konusu açıldığında, Trump sadece “petrol” diyor da başka bir şey demiyor.
Hatta, Suriye’deki petrolü garanti altına almak ve işletmek amacıyla, Amerika’nın büyük petrol şirketleriyle yeni anlaşmalara gideceğini duyuruyor.
Bırakın solcuları, Amerika’nın aydınları Trump’ın petrol bağlantılı politikasına “emperyalist tutum” damgasını vuruyor, “1800’lerden kalma emperyalist politikalar” diyerek. Onlar ekliyor:
“Sahip olmak istediğin petrol Suriye’nin, sana ne ondan! Bu uluslararası hakların ihlalidir.”
Amerikan Savunma Bakanı Trump’ı tamamlıyor:
" - Askerlerimiz Suriye’de petrol kuyuları çevresinde konuşlandı.
- Suriye’de petrol hangi kente yakınsa, bizim askerlerimiz orada."
Bakanın dışında, aynı partiden bir senatör var. Lindsey Graham isimli senatör Pentagon’dan (ABD Savunma Bakanlığı) çıkmıyor. Pentagon onu sürekli bilgilendiriyor. O bilgilendirme sonrasında, Graham elinde Suriye’deki petrol kuyularını gösteren bir harita ile Trump’a gidiyor.
O gitmeden önce Trump’ın bir açıklaması var:
“Amerikan askerlerini Suriye’den çekiyorum."
Görüşmeden çıktıktan sonra Graham:
“Amerika için önemli olan petroldür, Trump da böyle düşünüyor."
Aynı Graham Türkiye’ye uygulanmak istenen yaptırımlarda baş rolde:
“Türkiye’yi felç edici, cehennemden çıkma yaptırımlarla pişman edeceğiz."
Aynı Graham hızını alamıyor:
“Amerikan - Kürt ortaklığı ile Suriye petrollerine el koyacağız."
Dünyanın gözü önünde bu ölçüde fütursuz, küstah ve şımarık açıklamalar devam ederken, bu senatörün sözünü ettiği “ortaklığa” Trump açıklık getiriyor:
“YPG’ye silah veriyoruz."
O silahlar sadece Türkiye’de terör estirmek amacıyla değil, aynı zamanda Amerikan askerleri ile birlikte petrol kuyularına bekçilik etmek için veriliyor.
Askeri geri çekeceğini söyleyen Trump, petrol bağlantısı hatırlatıldığında, bu kararından vazgeçiyor ve buna ek olarak YPG ile ilişkilerini daha sıklaştırıyor.
Petrol, Amerikan askeri ile YPG’ye emanet!
Suriye petrolünden ayda 45 milyon dolar elde ettiklerini belirten Trump, bu paranın kim bilir ne kadarını YPG ile paylaşıyor, orası da ayrı.
Adam resmen bir başka ülkenin petrolüne el koymuş; bu ahlaksızca ve emperyalist girişime dünyada kimsenin sesi çıkmıyor, Amerika’nın kendi içindeki eleştiriler hariç.
Ruhi Su’nun ölümsüz sesinden kimsenin unutamadığı türkü gibi; “danalar girmiş bostana...”
Ve bu ortamda Trump - Erdoğan görüşmesi.
Trump için petrol ve YPG önde geliyor, bu hem kendisinin, hem ona bağlı yönetimin ve senatörlerin açıklamalarında kabak gibi sırıtıyor.
Türkiye ile sorunları çok, buna rağmen ve ne söylerse söylesin, Türkiye ile ilişkilerini ikinci planda tutuyor.
Kaldı ki, YPG’nin o bölgeden çekileceğine ilişkin imzaladığı son “mutabakat” örneğindeki gibi, sözünde de durmuyor.
Türkiye’nin fazlasıyla önem verdiği görüşmeye, Amerika aynı önemi veriyor mu, soru işareti.