Önce yüksek perdeden atıyor, işçilerin toplu sözleşme görüşmeleri için hükümetle masaya oturduklarında.
Hem de, ne yüksek perdeden!.. Fransa’daki “sarı yelekliler eylemlerinden” dem vurarak:
“Ben işçiyim... Tabii ki, eylem diyeceğim, grev diyeceğim... İşte, Fransa’da gördük gitmediğini. Üç gün sonra biz de burada görür müyüz, görmez miyiz, bilmem”.
Hükümete böylesine bir tehdit savuran kim?..
Türk - İş Başkanı Ergün Atalay!..
Fransa’da 2018 Aralık ayında “sarı yelek” giyerek, sokaklara dökülen ve haftalarca eylem yapan protestocular akaryakıt zammına karşı çıkıyor. Eylemleri başarıya ulaşıyor, hükümet zammı geri alıyor.
Atalay’ın “Fransa örneğine” hem işverenler, hem yandaş medya veryansın ediyor, “küstah tehdit” diye manşetler atılıyor.
Aldanmayın o büyük laflara, o manşetlere!.. “Kayıkçı kavgası” bu!..
AKP ve işçi sendikaları...
Kurulduğundan beri işçi sendikaları ile al takke, ver külah. O kadar ki:
2002’de kuruluş aşamasında toplantılarını TES - İş salonlarında yapıyor. O sırada TES - İş Başkanı, daha sonra Türk - İş Başkanı seçilen Mustafa Kumlu.
Enerji iş kolunda faaliyet gösteren bu sendikanın 2010 yılında, eski parayla, yaklaşık 600 trilyon lirası var. “AKP o parayı bazı üniversitelerin kuruluşunda kullanıyor”, türünde sendika dünyasında ciddi iddialar var.
AKP iktidara gelince her türlü sivil toplum örgütünü ele geçirme girişiminde bulunuyor. Sendikalar, meslek odaları v.s.
Meslek odalarında ters tepiyor ancak, özellikle işçi sendikalarında başarılı oluyor. Neden?..
“Kamuda örgütlü sendikaları hükümetlerin denetlemesi kolay. Kamu sendikaları üzerinden Türk - İş ve devamındaki sendikaları kontrol ediyor.”
AKP’nin sendikaları ele geçirme operasyonunda “sendikalarda yolsuzluk iddialarına ilişkin dosyalar” önemli rol oynuyor.
Kumlu Başkan olduktan bir süre sonra Tayyip Erdoğan ile arası açılıyor. Düşünün, AKP’nin kuruluş aşamasında salonlarını Erdoğan’a açan Mustafa Kumlu artık gözden düşüyor!..
Erdoğan’ın birlikte partiyi kurdukları arkadaşları ile yol ayrımına geldiği gibi. Erdoğan için tipik bir davranış.
Hatta, Kumlu hakkında savcılığa suç duyurusunda bile bulunuyor AKP Hükümeti.
Ve Kumlu 2013’te Başkanlıktan istifa ediyor, kısa süre sonra da “kahrından kansere yakalanarak” hayatını kaybediyor.
Ergün Atalay’ın Türk - İş Başkanı olması işte bu tarihte.
1999’da Demiryolu - İş Başkanı. 2002’de Türk - İş Eğitim Sekreteri, sonra Mali Sekreter, Kumlu’nun istifası üzerine, kongre kararıyla değil, Yönetim Kurulu kararıyla Türk - İş Başkanı.
Perde arkasında nasıl “Yönetim Kurulu kararı” ise artık!..
Atalay gerçekte Erdoğan’ın kankası. AKP diliyle konuşuyor, her fırsatta AKP’den yana tavır alıyor.
Erdoğan “tak” diyor, Atalay “şak” diye yerine getiriyor.
Bununla birlikte...
Atalay’ın “sarı yelekliler benzetmesine” Erdoğan müthiş kızıyor ve “kankası” hakkında savcılık soruşturma açıyor.
Yine tipik Erdoğan!.
Ayağına basıldığında, siyasetteki yol arkadaşlarına yaptığı gibi, “kanka” filan dinlemiyor.
O dava muhtemelen henüz düşmüş değil.
Ergün Atalay vaziyeti idare etmesini iyi biliyor.
“Grev, protesto” diyerek yüksek perdeden laflar atıp, el altından hükümetle hiç bir biçimde ters düşmüyor. Ele güne karşı, “protesto, grev”, kendi içinde kucaklaşmalar!..
Son marifeti toplu sözleşme görüşmelerinde söylediği sözler. Mikrofon açık kalınca:
“Uzarsa, işi karıştıracağız, en azından kapattım böyle”.
“Kapattım” dediği, toplu sözleşme zammı.
Masaya otururken istediği zam oranları işçileri coşturuyor.
Aldanma kardeşim!..
O açılış peşrevi!.. Sana şirin görünmenin oyunları!..
“Sarı yelekliler, grev, protesto” sözlerinin ardından...
Türk - İş tarihinde ilk kez enflasyonun altında bir zam oranıyla hükümetle anlaşmayı imzalıyor. Tarihinde ilk kez!..
Enflasyon yüzde 20’lerde, hele de gıda enflasyonu yüzde 30’lara vuruyor, Atalay’ın imzaladığı toplu sözleşmede işçilere bu yıl yüzde 8 artı yüzde 4 zam, 2020 için de yüzde 3 artı yüzde 3 zam.
On binlerce işçiyle alay eder gibi!..
Ama, savcılıkta dosyası hala var!..
Ama, attığı imza ile de AKP memnun ve mesut!..
Gerek mikrofondan sızan sözleri, gereken imza attığı zam oranlarına işçilerden ve toplumdan tepki gelince, Erdoğan’ın eski bir Bakanı ki, o da eski kankalardan, Yalçın Akdoğan devreye giriyor. Yandaş medyadaki köşesinde Akdoğan Atalay’ı öve öve bitiremeyen bir yazı kaleme alıyor:
“Ergün Atalay’ın Sayın Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan ile samimi bir dostluğu, çok eskilere dayanan bir hukuku vardır. Atalay berber yol yürüdükleri işçileri de, bir şekilde hukuku olan hiç bir dostunu satmaz”.
Başka söze gerek yok, Atalay’ın Erdoğan’ın emrinden çıkmayacağına ilişkin ilk elden itiraf.
Akdoğan’a göre, “Atalay dostunu satmaz”mış!..
Doğru, Erdoğan’ı satmıyor, zaten satmaya gücü yetmez!..
“Dost, most” ama, dosyası hala savcılıkta!..
Bu gelişmeler olurken, on binlerce işçi nerede?..
Nasıl oluyor da, bu gibi kişileri kendilerine “Başkan” seçiyor?..
Aklıma Nazım’ın insanın içini burkan “Dünyanın En Tuhaf Mahluku” isimli şiiri geliyor:
“Akrep gibisin kardeşim / Korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
(...)
Serçe gibisin kardeşim, serçenin telaşı içindesin.
(...)
Koyun gibisin kardeşim / Gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin.
(...)
Dilim varmıyor söylemeye ama / Kabahatin çoğu senin canım kardeşim”.
Hayır, benim dilim artık söylemeye varıyor.
“Kabahatin çoğu senin canım kardeşim”.