Kürtlerin özerklik içeren on dört maddelik bildirisi Kürt siyasal hareketinde çok çarpıcı bir aşama, bir dönüm noktası.
Demokratik Toplum Kongresi'nde (DTK) kabul edilen on dört madde aslında son yıllarda parça parça dile getirilmiş olan istekleri sistematik biçimde topluyor. Ek olarak, Kürt hareketinde hiç bir şey eskisi gibi olmayacak mesajı veriyor.
Adı “özerklik bildirisi” olarak anılsa bile, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile karşılaştırıldığında, bildiri bu evrensel şartı aşıyor. Çünkü:
Bildiride eğitim deniyor, sağlık deniyor, yargı deniyor, enerji ve su kaynakları deniyor, bunları özerk bölgelere bağlıyor, Avrupa Şartı'nda bunlar yok.
Bildirinin bu hali evrensel özerklik şartlarını aştığına göre;
Yeni bir anayasa ile sanki yeni bir devlet ilanı gibi, Türk-Kürt Federatif Cumhuriyeti gibi.
Bildiriyi Kürt hareketinin bütün siyasal aktörleri benimsiyor. DTK (Demokratik Toplum Kongresi), HDP (Halkların Demokratik Partisi), HDK (Halkların Demokratik Kongresi), DBP (Demokratik Bölgeler Partisi) imzalıyor.
Nedir bu kadar örgüt HDK, DTK, HDP, DBP? Eskiden bir parti kapatılıyor, yerine yenisi kuruluyor, o tamam ama şimdi, kapatma filan yok, buna rağmen, birbirinin benzeri farklı örgütler var, neden?
“Kurumlaşma olmasın, tek bir örgüt olmasın, kimse herhangi bir örgütte güçlenmesin, güç dağılsın”. Bir PKK kuralı olarak.
Özerklik bildirisini bu örgütlerin hepsi imzalıyor, örgüt başkanları tek tek bildiriyi desteklediklerini açıklıyor.
Bu örgütlerin amacı ve güç aldıkları odaklar aynı olsa bile, hepsinin imzasının bulunması, bildirinin Kürt siyasal hareketinin bütününü kapsadığını, Kürt siyasal hareketinin yönünü çizdiğini gösteriyor.
Kürtler daha özgürlükçü yeni bir anayasa istiyor, hepimiz gibi. Daha insanca yaşamak istiyor, hepimiz gibi. Merkeziyetten daha uzak bir yönetim istiyor, hepimiz gibi. Daha fazla hizmet bekliyor, hepimiz gibi. Halka ulaşacak hizmetlerin merkezi yönetim ile daha zorlaştığına inanıyor, hepimiz gibi.
Ancak:
-İsteklerini tek taraflı ilan ediyor, bir ültimatom şeklinde.
-Yeni bir devlet biçimi öneriyor, sert bir üslupla.
Herkes her istekte bulunabilir ve bunlar karşılıklı tartışılabilir. Ne var ki, tek taraflı, hiçbir diyaloğa girmeden açıklanan bu bildiriyi AKP’nin, CHP’nin ve MHP’nin kabul etmesi mümkün değil. Bu haliyle tek taraflı ültimatom olmaktan öteye geçmiyor.
Oysa, diyalog kurulsa, bunlar tartışılabilse, her noktada olmasa bile, uzlaşılacak noktalar pekala olabilir-(di).
Kürt siyasal hareketi bundan böyle geri adım atmayacağını ilan ediyor, PKK ise, “savaş daha şiddetlenecek” diyor.
Bu istekleri içeren bir anayasa olmayacağına göre, en azından görünür gelecekte, özerklik isteği kabul edilmeyeceğine göre, bizi çok daha üzücü günler, aylar bekliyor. Çok acı, ne yazık ki, daha yoğun savaş ortamı.
Bu kaderi değiştirecek tek öge, eldeki tek koz, diyalog, görüşme. Şu anda bütün diyalog kapıları da kapanmış görünüyor. Gerçi, siyasetten aniden kapanan kapılar, şaşırtan ölçüde, aniden açılabilir.
Ancak, burada kapıların kapanmasında sıradan bir inat olsa ve o inat aşılabilse bile, inadın ötesinde asgari müştereklerde anlaşmak zor.
Bir taraf açıkça federatif bir devlet isterken, öteki üniter devlet modelinden vazgeçmeyi aklından bile geçirmiyor. Bu da, daha yoğun bir savaş anlamını taşıyor.
AKP harekete geçiyor
Özerklik bildirisinin mürekkebi kurumadan;
-AKP yerel yönetimlerin yetkilerini tırpanlamaya hazırlanıyor. Kürtlerin istediği ek yetki bir yana, yerel yönetimlerin elindeki yetkileri kısıtlamayı düşünüyor.
-Bazı HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması fikri AKP’de daha fazla taraftar toplamaya başlıyor. Nitekim, Başsavcılık dün dört HDP’li hakkında soruşturma açıyor.
-Soruşturmanın genişleyebileceği tartışılıyor.
Diyalog kurmak yerine, yasalar üzerinden baskı kurmak son derece yanlış, ancak savaşı körüklemeye yarar.
Tam bu aşamada, yeni bir anayasa için muhalefetle görüşmeye karar veren Ahmet Davutoğlu attığı olumlu adımdan vazgeçiyor, HDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in demecine alınıyor, onu bahane ederek, HDP ile görüşmeyi iptal ediyor.
Azıcık politika bilse, tam tersini yapar. Tam tersine, gider HDP ile görüşür. Görüşmesi belki bir ışık sağlar ama görüşmemesi, ülkenin başına daha büyük dertler açar.
Sırrı Süreyya’nın demeci, “gelir, kaçak çay içer, gider” demeci densiz, yersiz, gayri ciddi bir demeç. Sırrı Süreyya bunu sık sık yapıyor, en ciddi olunacak yerde, konuyu ucuz espriye satıyor. Yerli yersiz yaptığı için de, esprinin tadı kaçıyor, gülme yerini gülümsemeye bırakıyor. Gülümsemenin anlamı malum.
Hatta, bu yersiz çıkışları nedeniyle partisi içinde aldığı eleştiriler her geçen gün artıyor.
Ne ise, konu Sırrı Süreyya değil, Davutoğlu.
Bu kadar önemli bir konuda anlamsız bir espriye alınıp, dün olduğu gibi, ağır laflarla HDP’ye saldırmak kendi bindiği dalı kesmenin ötesine geçmiyor. Sonuçta sorumlu olan, ne yapacağını her ne kadar ağabeysine soracak olsa bile, yetkiyi kullanacak olan Davutoğlu.
Bu gerçekten anlamsız inatların, alınganlıkların zamanı çoktan geçmiş bulunuyor.
Bir taraf neredeyse federatif Cumhuriyet öneriyor, PKK daha fazla savaşla tehdit ediyor, alınganlığı boş ver, sen ne yapacaksın, ona karar ver. Karar vermek için, bir an önce git ve konuş.