Mahkeme sıkıştırıyor Meclis Başkanı Köksal Toptan’ı, dört DTP’li milletvekili Ahmet Türk, Emine Ayna, Aysel Tuğluk ve Selahattin Demirtaş’ı ifade vermeleri için savcılığa çağırıyor.
Adalet Partisi ve DYP kökenli, o sırada AKP milletvekili olan Meclis Başkanı Köksal Toptan mahkemeye yazı gönderiyor; "Meclis’in yoğun çalışmaları nedeniyle ilgili milletvekillerine tebligat gerçekleştirilememiştir".
Köksal DTP milletvekillerini mahkemeye teslim etmiyor!.. Yıl 2009... AKP henüz demokrasiyi askıya alma girişiminde değil. Ve böyle insanlar var.
Mahkeme ısrar ediyor, bu kez adı geçen dört milletvekilinin "Meclis’ten zorla getirilmeleri için" emniyete yazı gönderiyor.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç küplere biniyor, arada Meclis Başkanı değişiyor, yeni Başkan Mehmet Ali Şahin aynı tonda, "Meclis’ten kimse gözaltına alınamaz" diye açıklama yapıyor.
Ve o tarihte dört milletvekiline dokunmak mümkün olmuyor.
AKP o yıllarda milletvekillerini ve Meclis’i koruyor, dokunulmazlıklara saygı gösteriyor.
DEP milletvekilleri Leyla Zana, Orhan Doğan, Hatip Dicle, Sırrı Sakık, Mahmut Alınak ve Selim Sadak’ın dokunulmazlıkları Meclis’te oylamayla kaldırılıyor.
Oylamadan dakikalar sonra Orhan Doğan ve Hatip Dicle Meclis’in merdivenlerinde polisler tarafından yaka paça gözaltına alınıyor, diğer milletvekilleri de sonradan götürülüyor. Mart 1994...
Onların mahkûmiyeti Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden (AİHM) dönüyor ama, aradan dokuz yıl geçtikten sonra. "AİHM yargılamayı adil bulmuyor". Tahliyelerine ve tazminat ödenmesine karar veriyor.
Onlara ceza veren mahkeme kararında dirense de, Yargıtay bozuyor ve dokuz yıl sonra DEP’liler tahliye ediliyor. 2004 yılında. O tarihte henüz "AİHM kararları yok hükmündedir" diyen kimse yok, tersine AİHM kararları hemen uygulanıyor.
2011’ten sonra ise, ne AİHM kalıyor, ne hukuk, ne milletvekilli dokunulmazlığı.
2016 yılında otoriter rejim yüzünü iyiden iyiye gösteriyor. 2004 ve 2009’da "muhalif de olsa, milletvekillerini korumak" 2016’da artık geride kalıyor.
Kasım 2016’de eş zamanlı olarak, beş kentte HDP’li milletvekilleri gözaltına alınıyor, on iki milletvekili tutuklanıyor. Çoğu halen tutuklu, Selahattin Demirtaş gibi.
Tarihlerin önemi şurada. DEP’liler 1994 yılında tutuklanıyor. Aradan yirmi iki yıl geçtikten sonra, 2016’da milletvekillerini koruyan, dokunulmazlıklar üzerine titreyen AKP gidiyor, yerine işte son yıllarda yaşayarak gördüğümüz otoriter AKP geliyor.
1 Kasım 1957... O sabah erkenden kalkıyor, koşullar sınırlı da olsa, traşını oluyor, temiz bir gömlek giyiyor, kravat takıyor, takım elbisesi tamam...
Kırşehir milletvekili Osman Bölükbaşı hapiste... 1957 seçimlerinde yeniden milletvekili seçiliyor, ama hapiste...
O sabah bütün koğuş ve Bölükbaşı radyonun başına üşüşüyor. Milletvekili yemin töreni var. Radyo töreni naklen yayınlıyor. O tarihte TV yok.
Oturumu yöneten Refik Koraltan sıra Kırşehir’e geldiğinde, Kırşehir’i atlıyor, yok sayıyor!.. Bölükbaşı hapiste ne yapıyor?..
Koğuşta kürsü niyetine hazırlanan sandalyenin üstüne çıkarak, milletvekili yemini ediyor, diğer mahkûmların alkışları eşliğinde.
Yeminden altı gün sonra "dokunulmazlığı var" gerekçesiyle, tahliye ediliyor.
Bizim siyasal tarihimizde ne ararsan var!..
1954 seçimlerinde Bölükbaşı’nın seçim merkezi Kırşehir, Bölükbaşı ile birlikte dört Millet Partili üyeyi Meclis’e yolluyor.
Siyasi tarihimizin kara lekelerinden biri burada.
Demokrat Parti iktidarı Kırşehir’i ilden ilçeye indirirken, Nevşehir’i il yapıyor. Buna itiraz eden Bölükbaşı’nın dokunulmazlığı kaldırılıyor ve cezaevine gönderiliyor.
Ayın seçimde bir başka siyasi operasyon Malatya’da.
İsmet İnönü’nün seçim merkezi Malatya oylarını yıllar yılı CHP’ye kullanıyor. 1954 seçimlerinde orada yine CHP kazanınca, Malatya ikiye ayrılıyor, Adıyaman il yapılıyor!..
Şu siyasete bakın!.. Şu siyasi uğraşlara bakın!.. Bunun adı ne ölçüde "siyaset" ise!..
Ve önceki gün bir "Meclis darbesi" ile karşılaşıyor Türkiye.
Kısa süre önce Devlet Bahçeli, her zaman olduğu gibi, hiç gündemde yokken, durup dururken, "milletvekilliği dokunulmazlığı ile ilgili beklentiler karşılanmalıdır" gibi bir laf ediyor.
Aslında pek çok olayda ilk işaret Bahçeli’den geliyor, "CumhurbaşkanıYardımcısı" gibi!.. Bu sözün gereği önceki gün, hiç beklenmeyen bir zamanda yerine getiriliyor.
CHP milletvekili Enis Berberoğlu, HDP milletvekilleri Leyla Güven ile Musa Farisoğulları’nun milletvekillikleri düşürülüyor.
Hiç vakit kaybetmeden, altı - yedi saat sonra üçü de cezaevine gönderiliyor.
Önce...
"Milletvekilliklerinin düşürülmesi Meclis’te oylanmıyor, tezkere okunması ile gerçekleşiyor!.."
Bu bir ilk!..
2004 ve 2009’daki AKP’ye ve Meclis başkanlarına bakın, bir de bugünküne!..
Köksal Toptan milletvekillerini korumak amacıyla "yoğun işlerden dolayı tebligat yapılamıyor" diye mazeret yaratırken, bugünkü Meclis Başkanı Mustafa Şentop "tezkere neden şimdi okundu diye soracağınıza, neden bu kadar geciktirdiniz, diye sorsanız daha doğru olur" diyor.
Tamam soralım, neden şimdi?.. Ve kendisini savunuyor:
"Milletvekilleri lehine yeni bir düzenleme olabilir mi, diye bekledik."
Madem o kadar iyi niyetlisiniz, o zaman o düzenlemeyi neden yapmıyorsunuz?
"Torba Yasa" diyerek, seksen sekiz çeşit ayrı yasa değişikliğini aynı torbaya dolduruyorsunuz da, bu düzenleme için bir buçuk yıldır neyi bekliyorsunuz?
Anayasa değişikliği mi? Kim engel böyle bir düzenlemeye?
Neden şimdi?
O halde neden şimdi? Bir kaç nedeni var:
- AKP artık ülkeyi gerilim politikalarıyla yönetmek üzere kuruyor. Ne kadar gerilim, halktaki demokratik direnci o ölçüde kırmak hesabı.
- Bu hesap otoriterleşme adımlarını daha da sıklaştırıyor.
- AKP oy kaybediyor, kaybettiğini gördükçe, "hot - zot" tavrı daha da artıyor.
- "Tek adam rejiminin" iflas ettiğini görüyor, akıl hocası Bahçeli bile, "sistemde değişikliklere" işaret ediyor.
- Ve... Temel neden ekonomik çıkmazda ortaya çıkıyor. İki yıldır süren krizin üstüne Korona ile artan işsizlik, özellikle gıda ürünlerinde yüksek fiyatlar, kitlesel geçim sıkıntısı...
O klasik soru:
"Türkiye nereye?.."
2002’den 2020’ye... Toplumun büyük çoğunluğunu huzursuz kılan bir süreç...
Ölümsüz şairlerimizden Can Yücel, Türkiye’de hiç bitmeyen "düşünce suçundan dolayı" hapse giderken...
Bir gece yarısı... Polis arabasıyla... Yanında birkaç polis...
Can Yücel’in gözü bir ara dışarıya takılıyor, "mehtap çıkmış, ay ışığı pırıl pırıl..."
Cezaevine girer girmez, o doyumsuz şiirlerinden birini daha armağan ediyor bizlere:
"Bir sen eksiktin ay ışığı..."
Bakıyorum da her gün yaşadıklarımıza, Can Yücel’in bu satırları dilimden hiç düşmüyor.