"Hoş geldin Ahmet Dede."
Bu Sivas’ta yayımlanan "Bizim Sivas" gazetesinin manşeti. "Ahmet Dede" diye nitelendirdiği kişi, Ahmet Turan Kılıç bir katil! 1993’te Sivas’ta Madımak Oteli yangınında 33 kişinin hayatını kaybetmesinde rol aldığı gerekçesiyle "ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum" biri.
"Ahmet Dede" neden "hoş geliyor"? Çünkü, sağlık sorunları gerekçe gösterilerek, Tayyip Erdoğan tarafından affediliyor!
Keyfiliğin yeni bir örneği, vicdanları karartan bir kararın yeni bir örneği.
"Ahmet Dede" keyfi biçimde hapisten çıkartılırken, üstelik ağırlaştırılmış müebbet yemiş, buna rağmen, affediliyor, diğer tarafta bir başka keyfilik ve hukuksuzluk alabildiğine sürüyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) "Burada hak ihlali var, derhal serbest bırakılmalı" diye karar verdiği Osman Kavala’nın yine keyfi bir tutumla tutukluluğu devam ediyor.
Ne hukuk devleti, ne hukukun üstünlüğü, ne altına imza atılan onca uluslararası hukuk sözleşmesi... Hepsi çöpe gidiyor.
Bu hukuksuzluğu, bu keyfiliği, bu olağanüstü ayrımcılığı sıradan hiçbir yurttaşın vicdanı kaldırmıyor. Hukukun, adaletin unutulduğu, keyfiliğin kural haline dönüştüğü bir ülke burası.
Hukuk, temel hak ve özgürlükler, yargı bağımsızlığı ile ilgili her yıl ve yıl içinde zaman zaman yayımlanan uluslararası verilerin yer aldığı araştırmalara göre ki, bunlar son olarak OECD ile Freedom House verileri, Türkiye’nin karnesi kırık notlarla dolu. Şöyle:
- 47 Avrupa ülkesinin davalarına bakan AİHM’de, toplam başvuruların yüzde 14.5 Türkiye aleyhine yapılıyor. Aleyhte başvuru sırasında Rusya birinci, Türkiye ikinci sırada.
- Son on altı yılda, yani AKP döneminde 110 bin başvuru yapılıyor, Türkiye’de adaletin yerine gelmediği, hakkın verilmediği iddiasıyla yapılan başvuru sayısı bu.
- AİHM kararlarıyla mahkûm olan Türkiye sadece 2017 yılında on bir milyon Euro tazminat ödüyor. Kimin cebinden çıkıyor bu para? Senin, benim cebimden! Bizim vergilerimizden!
- Ürdün... Ya işte şu Ürdün... 2009 yılında Türkiye "yargıya güven endeksinde" 167 ülke arasında 31. sırada, Ürdün’ün yirmi sıra önünde. Bugün 103. sıraya geriliyor, Ürdün’ün kırk altı sıra gerisinde.
- Hukukun üstünlüğü... 126 ülke arasında 109. sırada.
- Yargı bağımsızlığı... 2007 yılında 50. sırada, 2019 yılında 104. sıraya geriliyor.
- Haiti... Ya işte şu Haiti, haritada kim bilir kaç kişi yerini bile gösteremez... Son on yılda demokrasisi en çok yıpranan, özgür olmayan iki ülkeden biri Haiti, diğeri? Bildiniz, Türkiye!..
- Yargıç ve savcı atamalarının tarafsızlık ve liyakat esasına göre yapılmasında Türkiye OECD ülkeleri içinde en kötü beş ülkeden biri.
Hukuk notun kaç? "Sıfır", otur yerine!..
Hukuksuzluğa artan işsizliği ekleyin, ekonomik krizi ekleyin, geçim sıkıntısındaki artışı ekleyin, bitmez tükenmez zamları ekleyin, oranı katakulliye getirilip düşük gösterilen ve fakat gerçekte yüksek olan enflasyonu ekleyin, o enflasyon karşısında milyonlarca çalışan işçi ve memur ile emekli insanların ücretlerine yapılan yüzde 4-5 oranındaki, artış bile denilmeyecek miktarları ekleyin...
Şöyle bir sonuç çıkıyor ortaya:
- Tayyip Erdoğan’a 2017 yılında yüzde 49.7 olan destek, 2018 yılında yüzde 33.6’ya, 2019 yılında yüzde 30.9’a düşüyor.
- Başkanlık rejimi denilen, tek adam yönetimine 2017 yılında verilen destek yüzde 46,7 iken, 2018 yılında yüzde 44.3’e, 2019 yılında yüzde 39.4’e düşüyor.
Keyfilik ve hukuksuzluk karşılıksız kalmıyor, halkta karşılığını buluyor.
Ürdün, Haiti, daha pek çok geri kalmış Orta Doğu ülkesi, Afrika ve Asya ülkesi, bizim yer aldığımız yeni lig!..
Adamın biyografisine bakıldığında, London School of Economics (LSE - Londra Ekonomi Okulu) gibi, dünyada yüksek prestije sahip okullardan birinde AB üzerine yüksek lisans yapmış görünüyor. Dışişleri Bakan Yardımcısı Faruk Kaymakçı.
Gelin görün ki, İngilizce konuşmasını izleyin, sosyal medyada alaya alınıyor, tam bir facia. Bir kelimeyi telaffuz ederken, o anda zorlanabilir, yabancı bir dilde değil, Türkçe konuşurken de olabilir, herkesin başına gelebilir. Ancak, dalga geçilen o konuşmayı izleyince, görüyorsunuz, İngilizce telaffuz edemediği o kelimenin dışında da, doğru telaffuz ettiğini düşündüğü kelimelerden de pek bir şey çıkmıyor. Biyografide mi bir hata var yoksa, LSE’de nasıl yüksek lisans yapmış, anlamak güç!..
Kaymakçı’nın İngilizcesi üzerinden dün sosyal medyaya düşen bir klip var. O klipte altı, yedi büyükelçinin çeşitli yerlerde yaptıkları İngilizce konuşmalar yer alıyor.
O konuşmaları dinleyince, ana okulu İngilizcesi gibi, ister istemez, "eyvah" dememek mümkün değil, "Bu insanlar Türkiye’yi nasıl temsil ediyor, herhangi diplomatik bir sorunu nasıl aktarıyor, dertlerini nasıl anlatıyor" diye kaygı duymamak elde değil. Bunlar ortaya çıkanlar!..
Her yönüyle sapır sapır dökülen bir yönetimde, bu iktidarın atadığı büyükelçilerin yabancı dillerinin, bırakın ahım şahım olmasını, düzgün ve anlaşılabilir olmasını beklemek zaten hayal olur.
Ne de olsa, bileşik kaplar!..