Ha özel firmaların reklamları, ha Vahap Munyar’ın Hürriyet’teki köşe yazıları, mübarek “yazılar reklam kuşağı gibi”.
Hangi firma, nerede, hangi yatırımı yapıyor, hangi girişimde bulunuyor, hangi güçlüklerle karşılaşıyor, onları nasıl aşıyor, hangi iş adamı, nerede, ne yapıyor, bunları öğrenmek için Hürriyet’te yıllardır bu konularda yazılar yazan “Vahap’ın köşesine” bakmak yetiyor. Firmalar ve iş adamları isim isim “o köşede resmi geçit halinde”.
“Ekonomi gazeteciliğinin” Vahap Munyar ile birlikte gazetecilik dünyamıza giren emsalsiz örneği.
İş dünyasının baş tacı ettiği Vahap aslında tam Anadolu çocuğu, Malatya kökenli, orta sınıf bir aileden geliyor.
Hatta, babasını kaybettiğinde yazdığına göre, babası ona “ceketimi satarım, seni yine okuturum” diyor.
Vahap da okuyor ve adam oluyor, Türkiye’de siyaset ve medya öyle çarpılıyor ki, şimdi belki de rüyasında bile göremeyeceği bir koltuğa oturuyor, Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmenliği’ne.
Hürriyet’i Demirören Ailesi satın aldıktan sonra, gazetede bazı köşe yazarlarının işine son veriyor, bazı başka çalışanlarla bağlantılarını kesiyor, bu arada Genel Yayın Yönetmeni değişiyor. O koltuğa Vahap oturuyor.
“Vahap” diyorum, çünkü kendisini 90’ların başında, Milliyet’teki muhabirlik günlerinden tanıyorum, sonra da Hürriyet’ten.
Ben Vahap’ın yaptığı “gazetecilik” türüne katılmıyorum. Yoksa, kişi olarak, sempatik, saygılı, hatta kendi halinde biri.
Ya da ben öyle tanıyorum.
Pek de iyi tanımadığımı, önceki gün “Finans Dünyası Dergisinin” onunla yaptığı röportajda fark ediyorum. Bugün itirazım çok daha derinlere iniyor.
Vahap’ın söyledikleri günümüz gazetecilik anlayışı ve uygulamaları açısından ibretlik. Şunu söylüyor:
“Muhabirinden köşe yazarına, biz gazeteciler, çalıştığımız kurumla sözleşmeye uymak zorundayız. Bir kurumda çalışan gazeteciler, sosyal medyadaki kişisel adreslerini, ‘buradaki görüşlerim kurumu bağlamaz’ şeklinde davranamaz.
1992 sonundan beri Vahap Munyar Hürriyet ile birlikte anılır. Dolayısıyla, Twitter’da, Instragram’da, Facebook’ta ‘burası benim kişisel alanım’ şeklinde davranmam, imzaladığım sözleşmeye aykırıdır. İmzaladığımız sözleşme, davet edildiğimiz televizyon kanallarında yayına çıkma, yazdığımız kitabı dahi yayınlama konusunda kurumun iznini gerektirir.
Yani, ‘çalıştığım gazetede TV’de iktidara muhalif görüşler ortaya koymaya müsaade edilmiyor, sosyal medyada istediğimi söylerim’ diyemeyiz. Ya da ‘falanca şirket aleyhinde yazmaya çalıştığım gazetede izin verilmiyor, sosyal medya hesabımdan bir güzel giydireyim’ demek olmaz.
Bu konudaki görüşlerimi de, bu vesileyle belirtmiş olayım”.
Günümüz gazeteciliği ile ilgili müthiş bir manifesto. Çok önemli, çünkü yazının altındaki imza, Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni’ne ait.
Sözlerinde kritik noktaları şunlar:
1-Sosyal medyada yazmak için izin almak!..
Bundan sonra Hürriyet çalışanları çok dikkatli olmak zorunda. İstedikleri düşünceyi açıklamakta özgür değiller.
2-TV’ye çıkmak için izin almak!..
Kırk beş yıla yakın fiili gazetecilik hayatımda, çalıştığım gazetelerde imzaladığım sözleşmelerde, ‘şu TV’de yayına çıkacağım ya da bu TV’de program yapacağım, onun için sizin izninizi arayacağım’ diye, tek bir madde yok. Sadece benim değil, son kırk yılda herhalde hiç bir gazetecinin sözleşmesinde böyle bir kural yok.
Bu tür bir kural koymak ne patronların aklına geliyor, ne de gazete yöneticilerinin.
3-Kitap için izin almak!..
Aynı sözleşmelerde ‘ben şu kitabı yazıyorum, bana izin verir misiniz’ diye, bir kural asla yok. Olamaz da. Kime ne, isteyen istediği kitabı yazar.
Bu tür bir kural koymak ne patronların aklına geliyor, ne de gazete yöneticilerinin.
Vahap’ın bu yazısı o çatı altındaki bütün gazetecilere bir tehdit. Daha kötüsü sansürün dik alası.
Günlük yazıları ve haberleri ve hatta sosyal medyaya yazılanları geçiyorum, anlaşılan o ki, bundan sonra Hürriyet’te ve belki de Demirören Grubunda kim, hangi TV’ye çıkacak, kim, hangi kitabı yazacak, izin almak zorunda!..
Hatta, TV’ye kim çıkacaksa, belki de elinde bir not, “şunları söyle, bunları sakın söyleme” tarzında bir uyarıyla.
Siyasal iktidar tarafından getirilen yasaklar, işten çıkarmalar, hapse atmalara şimdi yeni bir kural daha ekleniyor:
Bir gazeteci (Vahap) kitap yazmaya, TV’lere çıkmaya varıncaya kadar, meslektaşlarına çok ağır sansür getiriyor.
Vahap’ın bu yazısından sonra aklıma II. Abdülhamit döneminin ünlü, “matbuat kanun dairesinde serbesttir” kuralı geliyor.
Şimdi de şöyle:
“TV’lere çıkmak, kitap yazmak izin almak kaydıyla serbesttir”.
Yerini bulmuş
Şimdi artık daha iyi anlaşılıyor, Vahap’ın neden Genel Yayın Yönetmeni olduğu, daha yerine oturuyor.
Siyasal iktidarın tam istediği bir tip. İktidarın sansür uygulamalarına “katkı” olmak üzere, TV’ye çıkmayı, kitap yazmayı da izne bağlıyor.
Sansürünü yaygınlaştırıyor ve pekiştiriyor.
Demek ki, “Vahap’ın fazileti” de buymuş.
Vahap, aynaya bakar mısın?..