Bu ilk kez yaşanıyor, ilk... kez...
Her zaman çalışanlar greve gidiyor, işçiler isyan ediyor, haklarını alamayanlar, adalet arayanlar sokaklara dökülüyor.
Yerine göre, memurlar ayaklanıyor, salgınla mücadelede gerekli desteği görmeyen sağlık çalışanları ve hekimler hükûmeti protesto ediyor, avukatlar yürüyor, öğrenciler bayrak açıyor.
Bu kez...
Şaşıracaksınız... “Harç bitti, yapı paydos” tekerlemesine uygun bir vaziyet.
“Müteahhitler işi bırakıyor!.. Evet, müteahhitler!..
Son bir yılda inşaat demiri yüzde 75, hazır beton yüzde 97 zam görüyor.
Çimento zammı bardağı taşırıyor.
İnşaat sektöründeki olağanüstü fiyat artışlarına müteahhitler isyan ediyor, 9 Eylül’den 24 Eylül’e kadar işi bırakma eylemi başlatıyor”.
Müteahhitler... Grevde!
Bu arada...
“Kiralar...
İstanbul’da yüzde 51,
Ankara’da yüzde 32,
Adana ve Antalya’da yüzde 50,
Mersin’de yüzde 64,
Kayseri’de yüzde 54,
Konya’da yüzde 34 artıyor”.
İnşaat ve kiralar böyle.
TÜİK ‘Reis’e” göre fiyat artışları ilan ediyor, onun hoşuna gidecek sonuçlar açıklanıyor.
Gerçek çok başka.
Örneğin, Birleşik Kamu - İş Konfederasyonu araştırma birimi her ay halkın en fazla tükettiği 76 gıda ürününden oluşan bir sepeti esas aldığında:
“Gıda ürünleri fiyatlarında yıllık artış yüzde 32.5. Bulgurdan yumurtaya, et ve balıktan ekmeğe, peynir ve yağdan, her türlü sebze ve meyveye fiyat artışları çok yüksek”.
Satın alma gücü sürekli düşüyor, gelir artışı fiyat artışlarının gerisinde kalıyor.
Oysa, Tayyip Erdoğan on bir yıl önce söz veriyor:
“Milli gelir 2 trilyon dolara, kişi başına gelir 25 bin dolara çıkacak. İşsizlik oranı yüzde 5’e inecek”.
Tam tersi gerçekleşiyor.
Kişi başına gelir yarı yarıya düşüyor, işsizlik ikiye katlanıyor.
Türkiye’de açlık ve yoksulluk sınırında yaşayanların sayısı artar, toplumun temeli “orta direğin” beli kırılır, geçim derdi her geçen gün katlanırken, Erdoğan önceki gün işçilerle bir araya geliyor ve:
“Asgari ücret 16 kata yakın arttı”.
Bu artış geçim derdine ne ölçüde çare oluyor?
Dolara bakıp söylemek mümkün.
“2015 yılında asgari ücret 1.000 lira, 454 dolar ediyor.
Asgari ücret bugün 2.825 lira, üç katına yakın bir artış var, ama 2.825 lira bugün sadece 377 dolar ediyor.
454 dolardan 377 dolara düşüyor.
Bu da, asgari ücretle yaşayanların gelir kaybını gösteriyor.
Şu kadar kat arttı demek, hiç bir şey ifade etmiyor, karşılığı yok.
Propagandadan ibaret”.
Gıda fiyatları hızla artarken...
O kadar ki...
“Yandaş medya bile, dün yumurta fiyatlarındaki artışı manşetlere çıkartıyor.
Yandaş TV’ler dün meyve ve sebze fiyatlarındaki artışları, özel olarak yumurta fiyatlarındaki artışı ekranlarda tartışıyor”.
Bunu yaptıkları için “fırça” yerler mi, bilemem ama herkes olayın farkında.
‘Reis’ ne kadar farkında bilemem ama çevresi farkında ki...
Geçmiş aylarda olduğu gibi:
“- İş adamlarını telefonla arayarak, ‘fiyatları artırmayın’ tehdidinde bulunuyorlar.
Ya da, geçmişte olduğu gibi:
“Soğan ve patates depolarını polisle basarak, üreticileri tehdit ediyorlar”.
Son bir kaç gündür yine “bakkal, kasap manav baskınlarıyla” fiyatları kontrol ediyorlar.
“Komik, hatta komik ötesi!..
Ekonomi politikalarında çaresizlik!..
Fiyatların daha nasıl oluştuğunu bilmiyor, bunlar ne arz biliyor, ne talep, ne üretim!..
Üç yüz yıllık, beş yüz yıllık bilgilerden yoksun!..”
Fiyat artışları Türkiye’de her iktidarın başını ağrıtıyor.
İkinci Dünya Savaşı koşullarında CHP iktidarı fiyatları dizginlemek amacıyla bir yasa çıkartıyor:
“Milli Korunma Kanunu”.
Fiyatları serbest bırakmayan, ekonominin her alanına devletin müdahalesini öngören bir yasa.
1940 yılında çıkartılan bu yasayı Demokrat Parti 1955 ile 1960 arasında kesintisiz uyguluyor.
Aşırı fiyat iddiasıyla, satıcılara ceza getiriyor, vs.
Tam anlamıyla “yasakçı bir zihniyet”.
Bugün böyle bir zorba yasa yerine, fiyat denetimlerine “fiili zorbalıkla” başvuruluyor.
O zorbalığın yanına, “TÜİK usulü enflasyon oranları” ekleniyor, gerçekle ilgisi olmadığını bilmeyen yok.
Bir ara, yine her zaman olduğu gibi, davullarla duyurulan bir başka uygulamaya geçiliyor:
“Yine geçmiş yıllardan kalan ‘tanzim satışları’, gıda ürünlerinin devlet ve belediyeler eliyle daha ucuza satıldığı dükkânlar”.
İnsanlar bu dükkânların önünde kuyruklar oluşturuyor, üç, beş kuruş daha ucuza almak için bir kaç kilometre yol tepiyor.
Erdoğan uzayıp giden bu kuyruklara “varlık kuyrukları” diyor.
Savaşa barış diyen, herkesle kavga sonucu tek başına kalınca, dış politikadaki yalnızlığa “değerli yalnızlık” diyen, masum gösterilere “terörist” damgası vuran bir zihniyetin:
“Yokluktan oluşan kuyruklara varlık kuyrukları” demesi çok normal.
Gıda üretimini arttırmak için çiftçiyi desteklemek, tarımda gübre, mazot, saman, tohum, elektrik gibi girdi maliyetlerini düşürmek yerine Erdoğan başka bir yol seçiyor:
“İthalat ve ithalat!
Sadece geçen yıl 16.1 milyar dolarlık gıda ürünü ithal ediliyor, 128 ülkeden!
Kendi çiftçisi yerine, başka ülkelerin çiftçisini destekliyor”.
AKP gelmeden önce, 2002 yılında Türkiye gıda üretiminde dünyada kendine yeten yedi ülkeden biri.
Ve bu yıllardan beri öyle.
Altmış yıldır böyle.
AKP ile birlikte tarım çöküyor, Hollanda büyüklüğünde tarım arazisini kaybediyor.
Köylü nüfus hızla azalıyor.
“2002 yılında 20 milyona yaklaşan köylü nüfus bugün 8 milyona düşüyor”.
Üretim yapacak çiftçi nerede?
Önceki gün “işçilerle ayarlanan bir buluşmada” Erdoğan yine döktürüyor:
“Türkiye zenginleştikçe, her vatandaşımızın refahı artacaktır”.
“Her vatandaşın” değil ama kesinlikle “birilerinin” refahının, hem de katlanarak arttığı bir gerçek.
Erdoğan devam ediyor:
“Büyük ve güçlü Türkiye silüeti ufukta görünmüştür”.
Yirmi yıllık iktidar sonrasında hala “büyük ve güçlü Türkiye ufkunun göründüğünden” söz ediyorsa, o ülkede “ufuk” filan artık kalmamıştır.
Ne kalmıştır?
“Hayal âlemi”.
O âleme uzanmak için bugün ne yapıyor?
“Müfettiş baskınlarıyla fiyat denetimleri”.
Diyor ya...
“Benim alanım ekonomi”.
Çok belli, fiyatlardan faize, doların tırmanışından milli gelir kaybına, işsizlik artışından döviz rezervlerinin erimesine kadar, her ekonomik çöküntü onun “alanına” giriyor.