Tamamen ve tamamen keyfi olarak, işine gelmediğinde...
"Yerel mahkemeler bir yana, en yüksek mahkeme, Anayasa Mahkemesi ya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına bile karşı çıkıyor, Anayasa'nın açık ilkelerine rağmen":
"Bu kararı tanımıyoruz... Yok hükmündedir."
Bu sözleri çeşitli yargı kararalarında Tayyip Erdoğan'dan kim bilir kaç kez duyduk!..
Mahkemelerin verdiği kararlar hiçe sayılıyorsa, bu durumda yurttaşlar haklarını aramak amacıyla neye güvenecekler, neye?..
"Korkunç bir karmaşa!..
Olağanüstü bir güvensizlik!.."
Adalet açısından insanların neye tutunacaklarını bilmediklerini bu vahim durumun devamında hukukun üstünlüğü endeksi basamakları birer birer iniyor:
"İşine gelmediği yargı kararlarını hiçe sayarken...
Kendi istediği yasal bir kararı elde etmek amacıyla bu kez yargıyı kullanmaya çalışıyor!.."
Ve ne yazık ki, kararları uygulanmadığında ya da iktidarın istediği hukuka aykırı kararları verdiğinde en ağır yarayı adalet mekanizması alıyor.
Yargının siyasallaşmış hâli!..
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu AKP'yi sandıkta iki kez yeniyor, üstelik ikinci galibiyetini ezici bir çoğunlukla elde ediyor. İlk seçimdeki 13 bin oy farkı, tarihe hukuksuzluk şahikası olarak geçen bir kararla seçim yenilendiğinde, fark 800 bine çıkıyor.
Üç buçuk yıldır AKP ve asıl Tayyip Erdoğan bu yenilgiyi hiçbir biçimde içine sindiremiyor.
"İstanbul'da yaşayan 16 milyon insana hizmet etmesini engellemek amacıyla, iktidar elinden geleni ardına koymuyor."
Bakıyor ki olmuyor, sonunda hıncını alabilmek üzere İmamoğlu'na siyasi yasak getirme denemesine girişiyor.
Süleyman Soylu'nun İmamoğlu'na söylediği "ahmak" sözcüğünü kendisine iade etmesi üzerine İmamoğlu hakkında dava açılıyor. Ceza ve siyaseten yasaklamaya kadar varacak bir dava.
Birkaç aydır devam eden davanın dünkü duruşması 14 Aralık'a erteleniyor.
Son dört, beş yıldır özellikle Tayyip Erdoğan'ın siyasi rakiplerine söylediği her türlü hakaret sözcükleri havada uçuşurken, "ahmak" bir anda büyük hakaret sözcüğü oluyor ve İmamoğlu'nun Soylu'ya değil de, sanki Yüksek Seçim Kurulu'na söylemiş olduğu farz ediliyor.
Türk Dil Kurumu sözlüğünde ahmak şöyle tanımlanıyor:
"Aklını kullanmayan, budala, aptal."
Daha önemli olan şu:
"Ahmak ile ilgili herhangi bir yargı kararı yok!.."
1- Suç değil.
2- O sözcüğün kime söylendiğine bakılıyor.
Dün duruşmada, değiştirilen yargıcın yerine gelen yeni yargıç çok net bir şey söylüyor:
"Bu cümlenin Süleyman Soylu'ya söylenmediğini düşünen varsa, beri gelsin. Herhangi bir çözümleme yapmaya gerek yok. Bu sözü kime söylediği belli. Süleyman Soylu'ya söylemiştir. Ben de, o şekilde düşünüyorum."
Çok kilit cümleler.
Duruşma her ne kadar 14 Aralık'a ertelenmiş bile olsa...
"İmamoğlu'nu aklayan, aklanmasını gerektiren karar cümleleri.
Yargıcın aslında kararını bildiren cümleler."
Buna rağmen, dün neden beraat kararı çıkmıyor, garip!..
İmamoğlu'na ceza verecek bir durum hukuken yok ama, mahkemenin siyasal baskı altında tutulduğuna ilişkin izlenimleri arttıran bir durum.
Kaldı ki...
Bizim Anayasa 26. madde:
"Herkesin düşüncesini söz, yazı, resim ve başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir."
Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin 10. maddesi:
"İfade özgürlüğü toplum tarafından sadece zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil, incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir."
İfade özgürlüğünün olmadığı yerde, demokratik bir toplumdan söz etmek mümkün değil.
İfade özgürlüğü... Demokratik toplum... Yargı kararları...
Günümüzde ne kadar geçersiz, bize bir kaç yüzyıl uzak kavramlar!..
Hele de, yargı kararları.
En tepede Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararları uygulanmazken...
Hatta, örnekleri var, yerel mahkemeler Anayasa Mahkemesi kararına uymazken...
"Vali ya da kaymakamlar bile mahkeme kararlarına uymuyor!..
Son örnek, İstanbul Kemerköy'de yeşil alana girilemeyeceğine ilişkin mahkemenin yürütmeyi durdurma kararına idari yetkililer uymuyor!.."
Gerçi, sonradan itiraz edip, yürütmeyi durdurmayı kaldıran karar alıyorlar ama, ilk anda uymuyorlar ve yeşil alanı dozerlerle yerle bir etmek devam ediyor.
"1- Ekonomi."
Açlık, yoksulluk, pahalılık, kiralar almış başını gidiyor. Milyonlarca insan Cumhuriyet döneminin en büyük sefaletini yaşanıyor.
2- Adalet."
Kimse hakkını arayamıyor, adalete ulaşamıyor. Adalete güven çok büyük oranda ortadan kalkıyor.
Tek bir çare var, tek:
Bu iktidar siyasi ömrünü her alanda çoktan doldurmuş bulunuyor.
Yeniden nefes alabilmek, "normale dönebilmek" adına sabıksızlıkla seçimi beklemek tek çıkar yol.
Yalçın Doğan kimdir? Yalçın Doğan, 1965 yılında Alman Lisesi'ni, 1969'da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdi. Gazeteciliğe 1973 yılında Cumhuriyet'te ekonomi muhabiri olarak başladı. 1981 yılında Cumhuriyet Ankara Temsilciliğine atandı. 1989'da köşe yazarı olarak geçtiği Milliyet'te önce Yayın Koordinatörü, 1999'da Genel Yayın Yönetmeni görevlerini üstlendi. 2003'te Hürriyet Gazetesi'nde sürdürdüğü köşe yazarlığı 2015 yılında sona erdi. O tarihten bu yana T24'te köşe yazarlığına devam ediyor. Türk Dil Kurumu, Sedat Simavi, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'in çeşitli ödülleri yanında, 2014'te yılın en iyi köşe yazarı, Halk TV'nin 'Kırılmayan Kalemler' ödülünü kazanan gazeteciler arasında yer aldı. Her biri özgün araştırma içeren IMF Kıskacında Türkiye, Dar Sokakta Siyaset, Fenerbahçe Cumhuriyeti, Savrulanlar kitapları ile anılarını derlediği Sussam Susulmaz Yazmasam Olmaz kitaplarını yazdı. Ayrıca, Komünist Enternasyonelde Faşizmin Tahlili başlığı ile yayımlanan Almanca'dan yaptığı bir çevirisi bulunmaktadır. Almanca ve İngilizce bilir. |