İnşaat işçisi Sıtkı Aydın çalıştığı inşaatın üçüncü katından düşüyor. Ağır yaralanıyor, patron ona “mahkemeye gitmemesi karşılığında” sadece 200 lira veriyor, 200 lira.
Sıtkı Aydın mahkemeye başvuruyor.
Mahkeme beş yıldır devam ediyor, arada altı yargıç değişiyor, Sıtkı Aydın işsiz kalıyor, sonunda kendini yakıyor.
Bir başka işçi, Battal Sağır İzmir’de çalıştığı yerde aylardır ücretini alamıyor. Her yere başvuruyor, hiç bir sonuç elde edemiyor.
Battal Sağır işsiz kalıyor, sonunda kendini yakıyor.
Bir başka işçi, Mustafa Bingöl Balıkesir’de çalıştığı yerde işinden çıkartılıyor. Her yere başvuruyor, aylarca iş bulamıyor.
Mustafa Bingöl işsiz kalıyor, sonunda kendini yakıyor.
Bunun gibi, tek tek olaylar kamu vicdanında ne ölçüde yankılanıyor, ne ölçüde medyada yer alıyor, ne ölçüde ülkeyi yönetenlerin dikkatini çekiyor?
Toplum işte böyle çürüyor.
Sinop’ta nükleer santral için halkı bilgilendirme toplantısı düzenleniyor. Adı üstünde “halkı bilgilendirme”.
Peki, o “bilgilendirilecek halk” kim?
O toplantıya CHP’nin üç milletvekili, Sinop ve Gerze’nin CHP’li belediye başkanları alınmıyor.
Kimler alınıyor toplantıya?
Valiliğin belirlediği kişiler alınıyor. Yani, “bizden” olanlar.
Halkı bilgilendirme toplantısı için, bilgilendirilecek halkın isimleri tek tek yazılıyor ve sadece onlar içeriye alınıyor.
İçeriye girmek amacıyla toplantı salonu önünde bine yakın “halk” toplanıyor. Hiç biri içeriye giremiyor. Girmek isteyen iki kişi gözaltına alınıyor.
Kapıda biriken “halk” TOMA ve biber gazlarıyla polis tarafından dağıtılıyor.
AKP halktan işte böyle kopuyor.
AKP iktidarının ilk yıllarında “demokrasiyi genellikle sandıktan çıkmaya” oturtuyor. “Seçilenlere” saygı ve demokrasinin işlerliği anlamında.
Tayyip Erdoğan’ın “sandık ve demokrasi” üzerine sayısız nutku var. İşte, bir kaç örnek:
-17 Temmuz 2013: “Sandık demokrasi dışı arayışların panzehiridir”.
-8 Mart 2014: “Sandık demokrasinin yegane unsurudur”.
-22 Haziran 2014: “Demokrasi sandıkta başlar, sandıktan tecelli eder. Her zaman ifade ediyorum, sandık namustur”.
Sandık, yani seçim, yani seçilmişler. “Seçilmişler” deyince akla önce milletvekilleri, sonra belediye başkanları ve belediye meclis üyeleri geliyor.
Önceki gün HDP milletvekili Ferhat Encü’nün de milletvekilliği düşürülüyor.
Encü böylelikle, HDP’de milletvekilliği düşen yedinci kişi oluyor.
Nerede “sandık”, nerede “demokrasi”, nerede “sandıkta tecelli eden demokrasi”?
Demokrasi bir de böyle yara alıyor.
Türkiye Barolar Birliği ile Türk Tabipleri Birliği önündeki “Türkiye” ve “Türk” kavramlarının çıkartılması ile ilgili sözlerini Tayyip Erdoğan dün tekrarlıyor, her iki kurumu ağır ifadelerle suçluyor.
Şimdi biraz geriye gitmek gerekiyor.
12 Eylül askeri darbe dönemine ve o darbenin ürünü olan 1982 Anayasası’na.
Meslek kuruluşlarıyla ilgili düzenleme 1982 Anayasası’nın 135. maddesinde yer alıyor. Her türlü yasal örgütlenmenin önünü kesen 1982 Anayasası’nın bu maddesi şöyle:
“Meslek kuruluşları, kuruluş amaçları dışında faaliyet gösteremez, siyasetle uğraşamaz, siyasi partiler, sendikalar ve derneklerle ortak hareket edemezler”.
Bu darbe anayasasının ilgili maddesi.
CHP’nin hukukçu milletvekillerinden Şenal Sarıhan önceki gün Meclis kürsüsünden çok önemli bir hatırlatmada bulunuyor:
“1995 yılında bir anayasa değişikliği ile 135. madde çok önemli bir hal alıyor.
Yapılan değişiklikle, bu cümlenin sadece birinci bölümü kalıyor, dolayısıyla meslek birliklerini siyasetle uğraşabilir hale getiriyor”.
Darbe anayasasının en azından bu maddesi demokratik niteliğe kavuşuyor. Yani:
Meslek kuruluşları buz gibi de siyasetle uğraşabilir, herhangi bir konuda düşüncelerini özgürce açıklayabilir.
Şimdi ise, gerek Türkiye Barolar Birliği, gerekse Türk Tabipler Birliği sırf AKP’ye muhalif düşüncelerini açıkladıkları gerekçesiyle cezalandırılıyor.
Türkiye’de hukuk bir de bu yönden ağır yara alıyor.
AKP iktidara gelmesinden bu yana toplumda çok ciddi “kutuplaşma” yaratıyor.
Bunun önemli unsurlarından biri, sendikalar, vakıflar, sivil toplum kuruluşlarını ya ele geçirmek ya da geçiremiyorsa, o alanda kendisine bağlı kuruluşlar oluşturmaktan geçiyor. Yani, “arka bahçeler”.
Bunu pek çok sivil toplum kuruluşunda deniyor. Özellikle sendikalar ve meslek kuruluşlarında.
Ancak, Türkiye Barolar Birliği ile Türk Tabipleri Birliğini bir türlü kendine bağlı hale getiremiyor.
Erdoğan’ın dün muhtarlara yaptığı konuşmada açıkladığına göre, her iki kurumun önündeki “Türk” ve “Türkiye” kavramlarının kaldırılmasıyla yetinilmiyor.
Onların yerine, avukat ve doktorlar için yeni meslek kuruluşlarının oluşturulacağını bildiriyor.
“Bizden olan avukatlara, bizden olan doktorlara yeni kuruluşlar”.
Alın size, yeni bir kutuplaşma daha.
İş bulamadığı ve hakkını elde edemediği için kendi yakan işçilerden toplantıya alınmayan halka, iptal edilen milletvekillerine ve yeni meslek örgütlerine kadar Türkiye yeni bir “kutuplaşma” dalgasıyla karşı karşıya.