Tam yüz yıl oluyor. 1916’da İngiliz Sir Mark Sykes ile Fransız Georges Picot’un yaptığı anlaşma bugünkü Orta Doğu’nun sınırlarını çiziyor.
Anadolu’yu ve Orta Doğu’yu Rusya, İtalya, Fransa ve İngiltere arasında paylaştıran ve o ikisinin adıyla anılan“Sykes-Picot Anlaşmasında” hedef Türkiye’nin yok edilmesi. Anlaşma sonucunda Türkiye’ye Ankara dahil, Kayseri-Konya-Zonguldak-Trabzon çerçevesinde kalan küçük bir toprak parçası bırakılması öngörülüyor.
“Anadolu’yu parçalayan anlaşmanın bir diğer önemli tarafı Orta Doğu’da İngiliz ve Fransız manda dönemlerini başlatacak olmasıdır”. (Taha Akyol, 1919-1920 Mondros, Sevr ve Kuva-yı Milliye, s.33).
Sevr ve Mondros’tan çok önce Anadolu parçalanmalı, Sykes’in deyimiyle “Türkiye artık yok olmalıdır”.
Sykes bir asker, Picot bir diplomat olarak, ikisi de kendi hükümetlerinin güvenini tam anlamıyla kazanmış ve olağanüstü yetkiyle donatılmış olarak bugünkü Orta Doğu’nun sınırlarını çiziyor.
Ve o anlaşma Kürtlerin kaderini İngiltere ile Fransa’ya bırakıyor.
Yaklaşık bir yıl önce Taha Akyol’un yeni bir kitabı yayınlanıyor. “1919-1920 Mondros, Sevr ve Kuva-yı Milliye” başlığını taşıyan kitap değerli bilgilerle dolu.
O bilgilerden biri de, Sykes-Picot anlaşmasının ayrıntılarının aktarıldığı bölüm. (A.g.k., s.28-35).
Akyol uzun uzun bu anlaşmayı ele alıyor. Haklı, çünkü aradan yüz yıl geçmesine rağmen, anlaşmanın çizdiği çizgiler, o çizgilerle ortaya çıkan devletler varlıklarını hala koruyor.
O çizgilerin biri hariç
Tam da, Kuzey Irak’ta referanduma gidilirken, tarihi gözden geçirmek adına, okunması gereken bir kitap.
Anlaşmanın çizgileri, evet, yüz yıldan beri varlığını koruyor.
Biri hariç, Türkiye Cumhuriyeti.
Anlaşmada “yok edilmek istenen Türkiye”, o anlaşmayı kanıyla, canıyla bozuyor.
Mustafa Kemal önderliğindeki Kurtuluş Savaşı ile.
İngilteresi, Fransası, Rusyası, İtalyası “geldikleri gibi gidiyorlar”. Gitmek zorunda kalıyorlar. Ve Türkiye Cumhuriyeti kuruluyor.
Şimdi ben Taha Akyol’un kitabından neden söz ediyorum?
Kuzey Irak’taki referandum nedeniyle.
Eğer referandum yapılır, Kürt Halkı tarafından onaylanır ve bir süre sonra Kürt Devleti resmen kurulur ise, yüz yıllık anlaşma böylece tarihe karışmış oluyor. Yine de, yüz yıl sürüyor. Tarihte ender görülen bir olay.
İlgi çeken yön şu.
Yüz yıl boyunca Orta Doğu’da her türlü olaya mutlaka karışan İngiltere ve Fransa, yıllarca orada egemen olmuş bu iki devletin şu sıralarda sesi pek çıkmıyor ya da epey cılız seslerle başını kaldırmaya çalışıyor.
Burada yeniden bizim tarihimize dönmek gerekiyor. Referandum ve Kürtler bağlamında, Akyol’un kitabından hareketle.
20 Ekim 1919’da Osmanlı Hükümetinden bir heyet, o sırada sadrazam Ali Rıza Paşa, Amasya’ya geliyor. Mustafa Kemal ile görüşmek üzere. Bu buluşma İstanbul Hükümetinin Milli Hareketi resmen tanıması ve uzlaşma için masaya oturmasıdır. (T.Akyol, a.g.k., s.229).
İki gün süren görüşmelerde ikisi gizli, beş protokol imzalanıyor.
Gizli tutulan maddelerden biri Türkiye’nin Cumhuriyetin kuruluşundan beri çözemediği Kürt Sorunu ile ilgili. O gizli protokolün bir yerinde şu yazıyor:
“Devletin sınırı Türklerle Kürtlerin oturduğu coğrafyadır. Kürtlerin serbestçe gelişmelerini temin edecek şekil ve surette geleneksel ve toplumsal hukukumuzca müsadeye mazhar olması ve bunun Kürtlerce malum olması uygun görülmüştür”. (T.Akyol, a.g.k., s.230).
Kurtuluş Savaşı daha başlamış bile değil, Erzurum ve Sivas Kongreleri yeni bitmiş, İstanbul ve Anadolu düşman işgali altında, Mustafa Kemal hayat memat mücadelesine atılırken, Kürt Sorununa dikkat çekiyor.
1919’dan bugüne...
Ve bugün geldiğimiz nokta...
Yüz yıl boyunca “Kürtlerin serbestçe gelişmelerini temin edemeyince”, işte yıllardır yaşadıklarımız...
Şu anda gündemimizde yok ancak, Amasya Mülakatı’nın bir başka çok çarpıcı maddesi daha var. O madde şöyle:
“Asker siyaset yapmamalı, siyasetin dışında kalmalıdır”. (Aynı kitap, s.229).
Kurtuluş Savaşına giderken, olağanüstü çarpıcı bir madde.
Peki, asker siyasetin dışında mı kalıyor? Ne gezer.
Kürt Sorunu ve askerin siyaset dışı kalması, iki temel sorun yüz yıl boyunca bizimle beraber bugünlere kadar geliyor.
Asker her darbede ve darbe girişiminde “Atatürkçülükten” söz ediyor. Ya Atatürk ne diyor? “Asker siyasetin dışında kalmalı”.
Daha 1919’da.
Dönüp dolaşıp “tarih”, ama tarihi özümseyen, kavrayan, ondan ders alan var mı ki?