Bu küçük odalardan mı?.. Bu binalardan mı?.. Akıl alır gibi değil.
Dış düşmanlarla, iç hainlerle uğraşan Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşı’na ve 23 Nisan 1920 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışına giden yolda, malum Erzurum ve sivas Kongrelerini topluyor.
"Kongre" deyince, aklınıza günümüzün kongre alanları ya da öyle geniş salonlar, büyük binalar gelmesin. Yolum üç, dört kez Sivas’a, altı, yedi kez Erzurum’a düştüğünde, tarihe geçen o kongrelerin toplandığı binalara gidiyorum. Gördüğüm manzara beni şaşkına çeviriyor.
1919’larda Anadolu’daki okul binaları... O okullardaki sınıflardan birinde toplanan insanlar Kurtuluş Savaşı için yola çıkıyor!.. O daracık, küçücük odalardan yeni bir devlet doğuyor, yeni devletin kuruluş temeli o sınıflarda atılıyor.
Tek başına o sınıflardan ki, bugüne gelinceye kadar çoktan restore ediliyor, Sabahattin Selek’in bizlere kazandırdığı kitapla "Anadolu İhtilali" nasıl oluyor da ayaklanıyor, nasıl oluyor da, oralardan yeni bir devlet doğuyor, hem de "Yedi Düvele Karşı", şaşmamak, hayran kalmamak mümkün değil.
O okullardan 23 Nisan 1920’ye uzanıyor tarih.
16 Mart 1920’de İstanbul işgal ediliyor. İki gün sonra, 18 Mart’ta İstanbul’daki Osmanlı Meclis-i Mebusan işgali protesto ediyor, protesto üzerine İngilizler bazı milletvekillerini tutukluyor. Osmanlı Meclisi de "işgal bitinceye kadar, çalışmalarına ara verdiğini" ilan ediyor.
Ertesi gün, 19 Mart 1920’de Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal bütün illere genelge gönderiyor:
"Ankara’da olağanüstü yetkilere sahip bir meclis, milletin işlerini yönetmek ve denetlemek üzere toplanacaktır."
Her yerde milletvekili seçimi yapılacak ve Meclis toplanacak. Ulusal irade iş başına geçiyor.
İngiltere’de yayımlanan The Times gazetesi alaya alıyor:
"Bütün dünyanın kuvvetlerine karşı ulusal bir hareket yaratmaya çalışmak ne çocukça bir hareket."
Düşmanlar öyle, ya içeridekiler? Alay etmekten geri kalmayanlar arasında edebiyatçılar da var, ihanetin bedeli olarak, sonradan sürgüne gönderilen Refik Halid Karay gibi:
"Bir patırtı, bir gürültü, beyannameler, telgraflar, sanki bir şeyler oluyor, bir şeyler olacak. Ayol, şuracıkta her işimiz, her kuvvetimiz meydanda, dört tarafımız açık, dünya vaziyetimizi biliyor. Hangi teşkilat, hangi kuvvet, hangi kahraman? Hülyanın, blöfün sırası mı? Hülyanın bu derecesine, uydurmasyonun bu şekline ben dayanamayacağım. Bari ben de, Kavuklu gibi sorayım. Kuzum Mustafa, sen deli misin?" (Turgut Özakman, Şu Çılgın Türkler, s.20).
Sadece edebiyatçı değil, işbirlikçi, hain yöneticiler de var, Sadrazam Damat Ferit Paşa gibi. Damat Ferit Mondros Mütarekesi’ni İtilaf Devletleri adına imzalayan, İstanbul işgali sırasında İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe’a:
"Padişahın ve benim yegane ümidimiz, Allah'tan sonra İngiltere’dir."
23 Nisan’da Meclis’in açıldığı gün Adliye Nazırı Ali Rüştü üyesi olduğu hükümetin, bendesi olduğu Padişahın ihanetine ayak uydurmaktan geri kalmıyor:
"Yunan ordusunun başarısı için dua edelim. Yunan ordusunun ilerlemesi hükümetimizin programına uygundur." (Turgut Özakman, a.g.k., s.22).
18 Mart’ta çalışmalarına ara verilen Osmanlı Meclisi’ni 11 Nisan’da Padişah Vahdettin kapatıyor.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı gün İstanbul’daki hainler İngilizlere bel bağlarken, dünyada çok başka bir rüzgar esiyor. O yıllarda "mazlum milletler" arasında yer alan halklar, 23 Nisan 1920’de Ankara’da kutlanan açılışa katılıyor.
"Malezya’da, Tunus’ta, Gazze’de, Nijerya’da her yere Türk Bayrakları asılırken, Hindistan’da İngilizler tarafından tutuklanan ve kurtuluş mücadelesi veren Nehru ve arkadaşları hapishaneyi çiçekli dallarla süslüyor." (Turgut Özakman, Cumhuriyet Türk Mucizesi, s. 16).
Meclis’in açıldığının ertesi günü, 24 Nisan’da Mustafa Kemal:
"Artık yüce Meclisinizin üzerinde bir kuvvet yoktur. Hilafet ve saltanat yüce Meclisinizin belirleyeceği yasal ilkeler dairesinde muhterem ve kutlu yerini alacaktır".
Yani, Padişah da halife de, Meclis’in altındadır, tek yetkili artık Meclistir. (Taha Akyol, 1919 - 1920 Mondros, Sevr ve Kuva-yı Milliye, s.250).
Mustafa Kemal halkı ve ordusu ile başarı kazandıkça, çevresinde kurtuluşa ihanet edenler, hakkında idam fermanları düzenleyenler kadar, "O’nu" göklere çıkaranlar da var. Daha o günlerde "Devlet Başkanı, aynı zamanda Başbakan olsun" diye, gazetelerde yayınlayanan yazılar üzerine Mustafa Kemal’in tepkisi, her zamanki gibi, çok ileri görüşlü:
"Bu yazıları yazan o efendilerin aklı perişanına şaşarım. Hep biliyoruz ki, memleketimizin başına gelen felaketlerin çoğu şahsi idareden gelmiştir. Bu kadar geri kalmamızın başlıca amillerinden biri budur." (Orhan Çekiç, 1938 Son Yıl, s. 74).
Öyle bir sevgi seli ki, Cumhuriyet kurulduktan sonra ise, İsmet İnönü ile Kazım Karabekir arasındaki sohbette İsmet Paşa:
"Uçurumun kenarından döndük Kazım. Millet bunun kadrini bilmez mi?.."
Kazım Karabekir kaygılı:
"Haklısın ama, ben bu taşkın sevgiden korkarım, bu sevgi seli insanı diktatörlüğe götürür."
İsmet Paşa gülerek:
"Hadi canım sen de, insanı diktatörlüğe halkın sevgisi değil, nefreti götürür." (Turgut Özakman, Cumhuriyet Türk Mucizesi, s.82).
Bayılıyorum tarihe, baştan sona derslerle dolu.
23 Nisan 1920 - 23 Nisan 2020... Bugün yüzüncü yıl... "Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı"... Ne kadar övünsek, yüz yıl içinde her devirde çeşitli ihanetlere rağmen, ne kadar gurur duysak az.
Cumhuriyet’in ilanından altı ay sonra 23 Nisan 1924’te "Hakimiyet-i Milliye" gazetesininin manşetinde yeni bir sayfa açılıyor:
"Bugün Yavruların Rozet Bayramıdır".
23 Nisan ve çocuklar ilk kez birlikte anılıyor. İki yıl sonra, 23 Nisan 1926’da yine aynı gazetede:
"23 Nisan Türklerin Çocuk Günüdür".
Bir yıl sonra, 23 Nisan 1927’de, o zamanki adıyla Himaye-i Etfal Cemiyeti, günümüzdeki Çocuk Esirgeme Kurumu bugünü "Çocuk Bayramı" ilan ediyor:
"Millet Meclisimizle milli devletimizin teşkile (kuruluş) günü olan Milli Bayram Cemiyetimizce Çocuk Günü olarak tesbit edilmiştir. Bize yeni bir vatan ve yeni bir tarih bırakan mübarek şehitlerle fedakar gazilerin yavruları, fakir ve ızdırabın evlatları bütün muhtac-ı himaye-i (yardıma muhtaç) vatan çocukları namına milletin şefkatli ve alicenap (cömert) hissiyatına müracat ediyoruz."
Böylelikle 1927 yılından itibaren 23 Nisan, herhangi bir yasa olmadan, Atatürk’ün emriyle "Çocuk Bayramı" olarak kutlanıyor.
Bugünün bayram ilan edilmesi öksüz ve yetim çocuklara yardım etmekle başlıyor, sonradan genel anlamda bütün çocuklara armağan ediliyor.
Bugün başta çocukların, sonra hepimizin bayramı. Çünkü, aynı zamanda "Ulusal Egemenlik Bayramı". Hem de, yüzüncü yılında...
Bütün çocukların bayramı kutlu olsun!..
Canım kızım Asmin, senin de bayramın kutlu olsun!.. Bugün bayramın kutlu olsun, ilerde Cumhuriyet’in ödünsüz bekçisi olarak kutlu olsun!..
Yüz yıllık yolculuğun değerini bileceğine, anlamını kavrayacağına o kadar eminim ki!..