Harvey… 1950 yapımı bir Henry Kosler filmi. Senaryo Mary Chase'in aynı adlı oyunundan… Türü komedi olarak geçiyor, fakat bu, pek isabetli bir betimleme gibi durmuyor. Bolca komik unsur barındırsa da, filmin künyesindeki tür hanesini boş bırakmak daha adilane olabilir. Bu, komedinin aleyhine bir yargı değildir, filmin çok yönlü ve çok boyutlu kapasitesine vurgu yapmaktır.
Nietzsche, acı verici gerçeğin içinde neşemizi kaybetmemenin gücüne vurgu yapmaktan hiç vazgeçmedi. Bu bilgece talebi kulağına küpe etmişçesine ruhunu sevinçle beslemiş olan Elwood P. Dowd, yolunun geçtiği her yere neşe katar. Evet, ama dünya bu kadar tuhaf, insanlar bu kadar zorken, bu hayran olunası kimliği inşa etmiş olmanın sırrı ne olabilir acaba? Böyle bir başarı, radikal hamleler gerektirir. Elwood'un sırrı, yaygın simgesel/toplumsal ilişkiler ağının dışında bir yerde mevzilenerek yaşamayı başarmasıdır. Zira egemen kültürel kodlar, ancak onları devreye sokan perspektifin yaşam tarzını yaratabilir. Ne yazık ki, mevcut yaşam tarzlarını besleyen simgesel/toplumsal perspektiflerin neşemizle alıp-veremediği çok şey vardır.
Elwood'u radikal kılan şey, hemen her gün aynı bara gitmesi, içebildiği kadar içki içmesi, etrafındaki her insanla esenlikle sohbet etmesi değil, bütün bunları arkadaşı Pokka ile yapmasıdır. Pokka, devasa bir hayali tavşandır... Evet, Elwood her şeyini, kopmaz bir bağla bağlı olduğu bu arkadaşıyla paylaşır; onunla bara gider, onunla sohbet eder, onunla gezer, onu özler, ona danışır… Bu, tahmin edileceği gibi, insanlara tuhaf gelir. Eksantrik olan, ne yazık ki, hemen her zaman onay görmez, aksine, bir seyirlik nesne muamelesine tabi tutulur. Geçici olarak eğlendiren ama tasvip edilmez bir tarz... Adeta, "başkasında bulunsun, beni eğlendirsin, ama benden uzak dursun" edasıyla karşılanır. Bu nedenle, berrak bir zihne, hesapsız bir arzuya, yaratıcı bir zevke sahip Elwood, yalanların ve kuruntuların elinde birer oyuncağa dönüşmüş insanların nazarında uzak durulması gereken bir "itibar" sarsıcıdır. Çalakalem kişilikleri karar verici mevkiye taşıyan şey, yaygın toplumsal kodlara bağlılıktır.
Karar verilmiştir! Ablası, nüfuzunu kullanarak, Elwood'u akıl hastanesine yatırma girişimlerini devreye sokar. Gelgelelim, hastanede olup-bitenler hem bütün planları alt-üst eder hem de normallik ile anormallik arasındaki sınırın sanıldığı kadar net olmadığını gösterir. Zira doktorun, Elwood'un yatış işlemlerini yapmak için içeri giren abla Veta'yi hasta, Elwood'u refakatçi sanması son derece ilginç bir bağlam yaratır. Bu, psişik olarak normal ile anormal olanın yer değiştirmesi değil, iç içe geçmesidir. Aksi bir durum, erdemi, ayrıksılığından gelen Elwood'u ehlileştirirken, senaryonun bütün büyüsünü bozar. Film, asıl normal olanın Elwood, anormal olanın Veta olduğuna dair bir yargıyla iş görmez, aksine Elwood'un normal olmama -dolayısıyla norm dışı- halini sonuna kadar götürme hevesi taşır. Elwood, yaygın ahlaki-ideolojinin, adabı muaşeretin huyundan suyundan gitmeye meyilli biri değildir. Bir yandan, evde ve sokakta normal olanın, psikiyatrinin mecrasına girer girmez anormal olarak alınmasına, öte yandan, simgesel/toplumsal mecrada anormal olanın "makul" görülmesine tanık olmak her şeyi allak-bulak eder. Böylece, meselenin bakışla ilgili olduğunu görürüz. İlişkileri niteleyen kodların alanı dışında bakıldığında, hiçbir şey olduğu şey değildir. Mecra değişince bakış da değişir.
Doktorun, müdahale gerektirdiği düşünülen kişi ile refakatçiyi karıştırması, psikiyatrik teşhisler ile yaygın simgesel/toplumsal yargılar arasındaki ilginç geçişe atıf yapar. Bu sayede, ilkin, simgesel/toplumsal bakışın onaylamadığının kıymetli, makul gördüğünün ise psikiyatrik bakıma muhtaç olabileceği gerçeğiyle karşılaşırız, sonra, normal bir ev kadının hükmünün psikiyatristin hükmüne dönüşmesine tanık oluruz. Sınırı çizmesi gereken psikiyatrinin, meseleye el atıp işleri yoluna koymasını bekleriz, ancak psikiyatristin hızlıca kontrolünü kaybetmesi her şeyi boşa çıkarır. Psikiyatrinin kurumsal kontrolünün devre dışı kalması, doğru yargının ortaya çıkışını, hayatın akışına bırakır.
Bu, son derece önemli bir hakikatin görülmesine öncülük eder. Evet, mecralar, kodlar, bakış önemlidir, ama kesinlikle her şey eşit değildir. Olup-bitenin yaşamın akışı içinde anlam kazanması, doğru ile yanlış arasındaki sınırı eriten, değerli ile değersiz olan arasındaki bölgeyi bulanıklaştıran yaklaşımı yerle yeksan eder. Her gün biraz daha boy verip serpilen, yayıldıkça yayılan bir yaşam bütün haşmetiyle akıp durmaktadır. Yapılanların doğasını, yarattığı yaşamın değeri ele verir. Tamam, kodların etkisi hafife alınamaz, ama sırf bir etki taşıyor diye, her kod değer yaratıcı ilan edilmez. Gelişmeler neyin ne olduğunu gösterecektir. Elwood ile Veta arasında devreye giren normallik ve anormallik gerilimi tersyüz olurken, meselenin, ikisini de aşan çok yönlü bir boyutu olduğu ortaya çıkar.
Bütün işler birbirine karışır, fakat bunu ortaya çıkaran psikiyatristin tespiti değil, rastlantıdır. Böylece, hastane yetkilileri, polis ve aile fertlerinin elbirliğiyle Elwood'u yakalama serüveni başlar. Gelgelelim, serüvenin etkisi, tasarlananın ötesine uzanır. Ortada garip bir kovalamaca içinde olan serkeş bir grup insan vardır, ama kaçan kimse yoktur. Zira Elwood, bir yandan, hastaneden alenen ayrılır, öte yandan, kendisini arayanlardan kaçmaya dair bir strateji geliştirmez. Böylece yolu, onu itibar zedeleyici bulanlar, hasta ilan edenler ve kovalayanlarla bir bir kesişir.
Bu süreçte, onun dünyasına adım atma, düşünce ve sözlerine nüfuz etme imkânı bulan herkesin ruhunda büyüleyici bir değişim olur. Herkes zamanla Elwood'un, kimseyi araç olarak kullanmadığını, kimsenin neşesini bozmadığını, itibarını sarsmadığını, dahası, imkanları el verdiği ölçüde, yolunun kesiştiği her bir insanın hayatını zenginleştirdiğini, neşesine katkıda bulunduğunu görmeye başlar. Velhasıl, hastaneye kapatmaya çalıştıkları, derin düşünceli, erdemli ve zarif bir kimsedir.
Kendisiyle uğraşanlardan hiçbirinde olmayan sayısız meziyete sahip bu adamın maruz kaldığı sosyal linçin arkasında, yanlış görüşlere, değersiz eylemlere ve hasmane duygulara sahip olması değil, sadece beyaz bir tavşanla arkadaşlık yapması yatıyormuş meğer. İoanna Kuçuradi bu tehlikeye hep dikkat çekti; değerlendirmenin bir görme işi olmaktan çıkarılıp, bir etiket yapıştırma işine dönüştürülmesi… İnsanın değeri, yaygın ya da egemen kodlarla uyumundan gelmez, yaşama kattıklarından gelir. Elwood, bu handikaba yakalanmış, ama bu ideolojiye kurban gitmemiş biridir. Zira neşeden ölesiye nefret eden toplumsal kodlarla arasına kayıtsızlık zırhını sokmayı başarmıştır.
Evet, ama hayali bir tavşanla arkadaşlık bir paranoya belirtisi değil midir? İşte, gündelik bakıştan kopup sinemanın bilgeliğinden feyz almanın yeri tam burasıdır. Sadece Elwood'un değil, kelimenin olağan anlamıyla hayali bir tavşanla hayatı paylaşan herkesin bir sağaltıma gereksinim duyduğu açıktır. Film, bu duruma ilişkin bilinç eksikliğiyle iş görmez. Bu tür bir arkadaşlığı, bir paranoyayı görünür kılmanın aracı olarak kullandığına dair söylem, filmin doğasını tahrip etmekten başka işe yaramaz. Durum öyle olsaydı, perdede ya da ekranda, Elwood'un psikolojik sorunlarına odaklanan ve psikiyatriyi bu uğurda kullanan bambaşka bir ilişkiler ağına dair bir kurguyla karşılaşırdık. Oysa bu yorucu dünyada hiç tökezlemeden hayata neşe katan bir insanın bilgece meziyetlerinin serüvenine tanık oluruz.
Bu durumda, Pokka bir metafordur; Elwood'un meziyetlerine yol açan şey neyse, onun yerine geçer. Bu açık! Fakat Elwood'un yaratıcılığını, nezaketini, hoşgörüsünü, neşesini doğuran bir şeyin… Haliyle ne arzuyu temsil eder ne de umudu. Zira arzunun yolu meşakkatlidir ve umudun yolu dönüp dolaşıp kendisine neden olan dünyaya çıkar. Her umutlu insan, yetersiz bulduğu dünyayı korumakla ömrünü yiyip bitirir. Oysa Pokka'nın arkadaşı Elwood, mevcut simgesel/toplumsal dünyadan mutlak bir şekilde kopar ve hiç yorulmadan neşelenir. Yeni bir dünya inşa eder ve diğer dünyanın mensuplarının ağız dolusu küfürlerine hiç oralı olmaz. Bir Can Yücel okuru edasındadır; "ne kadar rezil olursak, o kadar iyi." Rezilliğin, yaygın kodlara aykırılıkla tanımlanamayacağını, yaşamın enerjisini sömürmekten geldiğini iyi bildiğini gösteren bir dinginliği vardır. Bu adamı değerli kılan şey, en değerli benim havası taşımamasıdır.
Böyle bir durumu, ancak hayal-gücü -Lacan'ın tabiriyle fantazi- yaratabilir. Pokka'nın kendisi hayaliyse, Elwood'ın sarsılmaz bir hayal gücü vardır. Evet, Pokka hayali bir arkadaştan ziyade, hayalin bizatihi kendisidir. Başka bir deyişle, Elwood'un yegâne arkadaşı hayalleridir. Bu güç sayesindedir ki, insanlarla zaman ve mekânı paylaşır, ama kendi içselliğini yaşar. Yaygın simgesel/toplumsal dünyanın, karşısına çıkardığı badireleri, onları yenerek atlatmaya çalışmaz, onların karşısına, hayallerden temin ettiği bir dünya koyar. Hiç kimse simgesel/toplumsal dünya içinde konumlanarak onu mağlup edemez, ama hayal gücü, bu ebedi galibin gücünü kesinlikle sarsar. Bundandır ki, Elwood, doktora, "bilimin zaman ve mekânı, oysa Pokka'nın her şeyi yendiğini" söyler. Bu hakikate ikna olan doktor, koltuğa uzanır, gözlerini kapar ve hayaller kurmaya başlar. İlk hayalinde şunu görür: kendini hep saklamıştır. Hayal, tek kişilik cümbüşlü bir yaşamdır. Elwood'u iyileştirmeye çalışan doktoru Elwood iyileştirir. Anlıyoruz ki, Elwood'un en büyük kazancı, toplumdan gelecek itibarı kaybetmek için canla başla çalışmasıdır. Her şeyi kendi uğruna yaptığı için hiçbir şeyi inatla yapmaz.
Simgesel/toplumsal mecradan ayrı bir mecra kuran bu adam için öğrenmek hayal etmektir. Bu nedenle, badirelerden bir şey öğrenmez, çünkü zaten onları, olmadan önce görür. Ne büyük bir haklılık! Mitleri kutsallaştırmadan tarihe baktığımızda göreceğimiz şey, badirelerin insanı iyicil kılmaya yetmediğidir. Üstelik böyle bir tutum, kabul etmeye yanaşmadığımız bir gerçeği deşifre eder. Badirelerden iyilik devşirmek, insanın erdem bakımından yetersiz olduğuna kanıtlamaktır. Bu doğal durum halidir; yani sözden önceki hal… Kant etiğinin en güçlü yanı, korku ya da ödül nedeniyle iyicil kesilmenin değersizliğini ortaya serip, foyamızı elimize vermesidir. Felaketlerin, insan doğasının iyi taraflarını ortaya çıkaracağı inancı, apaçık bir çelişkidir. Zordan, başına gelecek beladan dolayı değerleri hatırlamak, değer bilinci taşımamaktır. Değer, kendine içkinliğiyle değerdir. Elwood, işin bu tarafını arzulayan biridir.
İnsan, anılarına nankörlük edecek kadar pozitivistleşmişse, sadece başı belaya girdiğinde iyiliği hatırlar. Tarih bilinci, yaşananlardan daha az öğretici olmaya başlamışsa, eğitim, olanı anlamamıza yardım edemez. Felaketlerin bizi hizaya getireceği ya da "insanca yaşamamıza" vesile olacağı inancı, Nietzsche'nin mezarından müstehzi bir gülümseme sızdırır. Her musibette, kendine, insanlığını hatırlatan insanların mantığında şu cesaret kırıcı varsayımlar gizlidir: "yeterince insan olamadığımız için başımıza bunlar geliyor", "doğa, insan gibi yaşamamızı emrediyor." Halbuki, tam da insan olduğumuz için olanlar oluyor. Hiçbir şey hiçbir zaman eskisi gibi olmuyor zaten. Mesele bu değil! Mesele, her şey değişiyor olmasına rağmen, insanın kendi değerine verdiği tahribatın daim kalmasıdır. Ahlaklı değersizler, yaşamı, ruhlarının en gizli bölmelerinde bile hiçbir kötülük taşımayan güzel çocuklar için bir yük haline getirmişse, hayallerin gücüne sığınmaktan gayri çare yoktur. Duyarsızlaşmak değil, iğrenç olana yenik düşmeyecek bir ruh kudretinin peşine takılmak… Çünkü, insanın kurtuluşu kendinden kurtuluştadır!