Cristopher Nolan sinemanın Platon'u edasındadır. Platon, olanaklı olan ile olmayanı görünür kılmak için çatallanan yollardan yürüyen bir yolcudur. Bilme arzusu, hakikate giden yolun üstündeki bütün patikalara uğramayı gerektirir. Platon'un bu uğurda vazgeçmediği tek şey düşünmenin gücüne beslediği inançtır. Konuşmada, tartışmada, araştırmada kırmızı çizgiyi, etik ve politika değil, düşünmenin gücü çizer. Etik ve politika sonuç olarak devreye girer. Akıl adım atamayacak raddeye gelmişse, düşünmenin içkin gücüne hareket alanı kalmamışsa, kendini bilenin kırmızı çizgisi başlamıştır zaten.
Nolan'ın sinemasının amacı, insanlara bağlanacakları bir ideoloji, yürüyecekleri politik bir yol, tutunacakları ahlaki bir ilke vermek değil, olmakta olanı temaşa etmektir. Sahih bir bakıştan, Lacancı anlamıyla nesne olarak bakıştan beklenen şey, bütün çıplaklığıyla seyircinin huzuruna çıkar. Gündelik yaşam alanında dolaşırken bilgiden asla taviz vermeyen Nolan, fizik, psikoloji ve felsefenin argümanlarıyla inşa ettiği zemine ölümü, ölüm bilincini, ölüm korkusunu, arzuyu, ihtirasları, aşkı, güç istencini, politik oyunları, savaşı, kavgayı, mücadeleyi, stratejiyi oturtur. İlkin teoriden destek alıp olana bakar, sonra hayal kurup bir dünya inşa eder.
Tenet, bu tavrı son derece komplike bir biçimde sürdüren bir filmdir. Modern fizikteki teorik tartışmaların perspektifiyle yaşama bakarken, olağanüstü bir kurguyla sanatsal imgelem gücünü devreye sokar. Kurgu, bilim ile yaşamı birleştirir. Üstelik iplerin ucu esin perileriyle diyalog halinde olan sanatın -sinemanın- elindedir. Sinema, kurgu aracılığıyla fizik ile etik ve politika arasında; Nolan ise, hayal gücü sayesinde Einstein ve Heisenberg ile geriye kalan insanlar arasında gidip gelir.
"Şimdi" "geleceğin" saldırısı altındadır; gelecek kuşaklar dünyanın sonunu getirmek istemektedirler. Bu yalın hamleyle film, sadece gelecek ile şimdinin ilişkisini kurmaz, aynı zamanda güncel ve yaygın etik ve politik tartışmalara ele atar. Böylece bir yanda, geleceğin dünyasının sorun ve politikalarına dair bir tasarı devreye girer, öte yanda, gelecekten geriye doğru bir yolculuk başlar. Haliyle etik ve politika ile fizik arasında bir yol açılır.
Gelecek kuşakların dünyayı yok etme isteğini harekete geçiren saik, önceki kuşakları, her şeyi berbat eden ekolojik felaketten sorumlu tutmalarıdır. Yaşamışların ve yaşayanların yapıp-ettikleri gelecek kuşakların duygu ve politikalarını belirler. Geçmişten hesap sormak isteniyorsa, gelecekten çok geçmişle meşgul olunuyorsa, geride kalanlar kabahatlidir. Gelecek kuşakları hemen kötücül ilan etmek verimli bir yol olmayabilir. Yıkıcı ve egemen politikaların mantığıdır bu; ne yaparlarsa yapsınlar, her karşı-tavrı lanetleyip yaptıklarını yapmaya devam ederler. Oysa kötülük zaten suçlananlara yapılmıştır. "Okyanusları taşmış, nehirleri kurumuşsa" acılara gark olmuşlardır. Geçmişin devreye soktuğu sorunlar, gelecek kuşaklar açısından acı katsayısı devamlı artan bir trajedi demektir. Öyleyse yapılması gereken, tamamen yok etmektir. Onların tavrı, Neil'in (Robert Pattinson) "olan olmuştur" mantığıyla hareket etmek değil, olmuş olana karşı durmaktır.
Pekâlâ, geçmişin kabahatleri topyekûn bir yok etme stratejisini iyicil kılar mı? Dünyayı kurtarmaya çalışan Protagonist -ya da baş kahraman- (John David Washington) bu tutumu kötülüklerin en büyüğü ilan ederken, gelecek kuşakların emeline aracılık eden Sator (Kenneth Branagh) yapılacak olanın meşruiyetinde ısrar eder.
Sator'un tavrının altındaki mantık, Nuh Tufanını aşmaya ayarlıdır. Tanrı'nın stratejisiyle yetinmemek… Kötülüğün aşırılığı, çarenin, belirli kişi, durum ve olaylarla uğraşmanın değil, kaynağın kurutulmasının gerekliliğini gösterir. Tanrı böyle akıl yürütür. İnsandan umudunu keser, radikal bir yıkımı sahneye koyar ve yola Nuh ile devam eder. Fakat burada ileri doğru akan bir zaman tasavvuru söz konusudur. Zira Tufan'da olanlar olur, ama geriye kalanlar kaldığı yerden yol alır. Günah radikalleştiği halde Nuh'u baştan çıkarmamışsa, onun zürriyeti henüz yolun başında günah işleyen Adem'in zürriyetinden daha erdemli olacağı varsayılır. Âdem, ortam son derece dinginken günah işlemişti, oysa Nuh, etraf günaha bulanmışken masum kalır. Tufanın mantığı ölçüt alınacaksa, Nuh, tufandan sonraki kuşakların etik atasıdır. Âdem bundan böyle olsa olsa biyolojik ata olarak betimlenebilir. Gelgelelim işler varsayıldığı gibi gitmez. Tufandan sonra kötülük yoluna hiç aksamadan devam eder.
Son sahnede Protagonist ile yaptığı telefon konuşmasında kendi tanrılığına atıf yapması Sator'un, Nuh tufanının mantığını terk etme isteğini gösterir. Tanrı, tufanla her şeyi sıfırlamadı, oysa Sator her şeyi sıfırlamak ister. Tufanın mantığı ile karşılaştırıldığında, bu akıl yürütmeyi hemen yabana atmak kör inancın marifeti olabilir ancak. Tufan gibi radikal bir hamle kötülüğün kaynağını kurutamamışsa, insan doğasının kötücül olduğunu söyleyen birileri mutlaka çıkacaktır. Sator'u farklı bir dille konuşturalım: Mesele o ya da bu değil, Varlığın bizatihi kendisidir. Bundan olmalı ki, Protagonist'e kökten bir perspektif eleştirisi içeren şu sözü söyler: "Sen fanatiksin; inancın kör." Protagonist, temsil ettiği perspektifin doğruluğuna değil, Sator'un perspektifinin sorunlu olduğuna atıf yapan bir karşılık verir; "dünyayı toptan yok etmekten daha büyük bir fanatiklik yoktur."
Evet, ama Sator daha fazla şeyin peşindedir. O, hiçliğin, mutlak yokluğun hayalini kurmaz, var olanı yok etmek ister. "Bu dünya yok olsun!" demek, "başka hiçbir şey olmasın!" demek değildir. Gelecek kuşaklarla iş birliği yapan Sator, yeni bir başlangıcın peşindedir. Değişim getiren tufan yetmez, yeni bir başlangıç gerekli. Ve bu, ancak her şey topyekûn yok olursa mümkün olabilir. Pekâlâ ama, Sator durumun böyle olacağını nereden bilir? Gelecek nesillerle ilişkisinden haberdar olduğu "zamanı kıskaca alan" algoritmaya dair bilgiden.
Böylece film, fiziği, ahlaki ve politik pratiklerin yardımına çağırır. Fizik bilimi açısından ne anlama geldiğine dair tartışmayı fizikçilere bırakıp, kurgudan beslenerek yol alırsak, kıskaç hareketi, zamanı buruşturup geçmiş ile geleceği birbirine doğru iter. Dokuzuncu parçasını aradıkları algoritma tamamlanırsa, işlem öyle bir seviyeye çıkacaktır ki, geçmiş ile gelecek üst üste binip, iç içe geçip sıfırlanacaktır. Ve fakat, bu, yokluk ya da hiçlik değil, yeni bir başlangıçtır.
Hikâyenin yeniden başlaması değil, yepyeni bir hikâyenin başlaması... İyi bir dünya kuramamış insan, dünyasıyla birlikte yok olsun ki yeni bir olanağa kapı aralansın. Mesele etik-politik olandan ontik-metafizik olana evrilir. Oysa dünyayı kurtarmaya çalışanların mantığı açıktır: Yok etmek iyilik değildir. Olan olmuşsa, yapılması gereken, yaşamaya devam edip yapılabilir olanı yapmaktır. Zira her tür ve her kuşak kendi varlığının devamından yanadır.
Kötülüğü, Spinozacı bir perspektifle, varolma eğilimine karşı olmak olarak gören dünyanın kurtarıcılarının işi hiç de kolay değildir. Zira temelde mücadele ettikleri Sator'dan ziyade, ona destek veren gelecek kuşaklardır. Ortada iki tür simgesel dünyanın mücadelesi vardır. Bilgi bakımından çok daha ileri düzeyde olan bu kuşakla mücadele etmenin mantıklı bir yolu olmalı! Nolan hiçbir şeyi gökten zembille indirmez; çünkü kurgunun uydurma olmadığını bilir. Sator gelecekten yardım alıyorsa, onunla mücadele eden Protagonist benzer bir yardım almazsa asla başaramaz. Geçmişe yolculuk yapanlarla, bir yandan, onların ufkundan haberdar olmakla, öte yandan, onlar gibi geçmişe yolculuk yapabilecek bir güce sahip olmakla mücadele edilebilir. Bu başarıyı garanti etmez, fakat mücadelenin uçuk-kaçık bir tavır olmadığını gösterir.
Ve Nolan, Neil'i yaratır. Yüzündeki ifade her daim karmakarışık olan bu adam gelecek kuşaklardandır, geleceği temsil eder. Zira onların planlarından haberdar, simgesel dünyalarının kodlarına hakimdir. Haliyle, yapmak istedikleri şeylerden haberdardır, yapabilecekleri şeyleri kestirir ve enstrümanlarını tanır. Protagonist'in başı her sıkıştığında aniden ortada bitiverip onu kurtarmasının nedeni budur. Pekâlâ, ama Sator gelecek kuşaklarla iş birliği yapmakla kendi kuşağına ihanet ediyorsa, dünyayı kurtarma hareketi başlatanlara yardım etmekle Neil de kendi kuşağına ihanet etmiş olmaz mı?
Bunu anlamanın yolu, Sator ve Neil'in ruh haline bakmaktan geçer. Sator, geçmiş ve şimdiki kuşakların, gezegeni tahrip edip sayısız ekolojik sorun yaratmakla gelecek kuşakların, toplumu çıkar temelli politikalarla dizayn etmekle kendi hayatını berbat ettiğini düşünür. Tamam, insanların kötücül hallerinden mustariptir, ama emelini besleyen şey, saf etik bir gerekçe değil, kişisel hesaplardır. Düşman ortaklığı onu gelecek kuşaklarla birlikte hareket etmeye iter. Gelecek kuşakların etik-metafizik gerekçesi ile Sator'un gönül kırıklığı buluşur.
Sovyetler Birliği döneminin politikaları nedeniyle olumsuz koşullarda yaşamış Sator, yoksulluktan ve toplumsal politikaların baskısından fazlasıyla etkilenmiştir etkilenmesine, fakat zamanla hem işlerin yolunda gitmesi hem de gelecek kuşakların devreye girmesiyle devran döner. Liberalizmin, diplomasinin ve casusluğun krallığı İngiltere'ye kaçıp parasını artırdıkça artırır, eylem alanını genişlettikçe genişletir. Gel gör ki, bu kez karşısına doğa çıkar. Paranın ve gücün kralı ölümcül hastadır. Sağlığı yerindeyken para ve güçten yoksundu, paraya ve güce erişince sağlığından olmuştur. İnsani engelleri aşar, doğanın engeline takılır. İşte bu, onu deli eder; ne insan yaşasın ne de dünya dönsün…
Peki ya Neil; o neden kendi kuşağının sırlarını ifşa edip onların aleyhine çalışır? Neil böyle davranır, çünkü o, Sator ile Kat'ın (Elizabeth Debicki) oğlu Max'ın gelecek formudur. Haliyle, ne rastgele çıkıp gelmiş mitik bir karakterdir ne de kendinden önceki kuşakların dünyasının romantik bir hayranıdır. Zaten fizik, psikoloji ve felsefenin mecralarında yapılan özenli yolculukla hazırlanmış bu koca ve karmaşık kurgu mistik bir kimlikle işlemezdi. Üstelik böyle bir durumda perspektif kayması söz konusu olurdu. Neil'in böyle davranmasının bir gerekçesi vardır; annesi… Sator'un gazabı Kat'ı, Max'ten uzak kalmak ile özgürlüğü arasında seçim yapmaya zorlar. Oğlu uğruna özgürlüğünü elinin tersiyle bir kenara iten Kat'ın trajik durumu, Max'ı gelecekten geriye taşır. Özveri heba olup gitmemiştir. Oğula kurban edilen özgürlük anneye geri getirilir. Neil'in niyetini annesinin yarattığı değer besler. Ve sevgi dünyanın kurtuluşu olur.
Böylece mesele ihanet olmaktan çıkar. Sator, gelecek kuşaklarla iş birliğini yıkıcı hınç duygusuyla yapar, oysa Neil, geçmiş kuşaklara yaratıcı sevgi uğruna yardım eder. Bu nedenle, film boyunca Neil'in ağzından "olan olmuştur" mottosu eksik olmaz. Onun mantığında, olmuş olanı, olmazı oldurma bahanesi haline getirmek eksikliktir. Olan olmuşsa yapılması gereken yok etmek değil, kabullenip yol almaktır. Gerçekçilik dediği bu tavırla Nietszche'ye yaklaşır. Sator, başkasının yaptığına takılırken, Neil her şeye ve herkese rağmen yol arar. Haliyle Sator'un yaptığına intikam denilebilir, ama Neil'in yaptığına affetmek değil, kendi yolunda yürümek demek daha doğru olur.
Geçmiş ile gelecek kuşakların mücadelesinde Sator ile Neil evrik tutum alırlar. İlginç savaşlar, ilginç metotlar varsayar. Geçmiş ile gelecek arasında mekik dokumayı gerektiren süreç, zamanda-yolculuktan çok, nesneleri ve insanları "evirtme" olarak betimlenir. Ve fakat, her şey modern fizik teorilerinin argümanlarından beslenen bir hayal gücüyle inşa edilir. Teorilerden beslenen, ama onların sınırlarına bağlı kalmayan hayal gücü…
Teorik olarak mümkün olanla iş görmek, teoriyi filmleştirmek değildir. Durum böyle olsaydı, olan, sanat değil, görüntüye argüman giydirmek olurdu. Oysa Nolan, teorik olarak mümkün olandan yola çıkıp, teorinin mecrasından taşan bir evren tasarlar. Bilgi, kurgu için zemin, kurgu ise, bilgi için olanak haline gelir. Neil'i geçmişe götürmeyi, Sator'u geleceğe taşımayı, Pratogonist'i bir o yöne bir bu yöne göndermeyi, zamanda yolculuğu mümkün gören genel görelilik kuramından devşirir.
Ancak mesele temelde zamanda yolculuk değil, gidilen zamanın ilişkiler ağının içine girmek, onların işleyişine müdahale etmek olduğundan, kuantum fiziğinden destek alarak yola devam eder. Paralel evren fikrinden yol çıkan son derece karmaşık bir işleyiş perdeye yansır. Karakterler zaman içinde dans ederler. Herkes, bir taraftan kendi geçmiş ve geleceğiyle, diğer taraftan, başkalarının geçmiş ve geleceğiyle karşılaşır. Sözgelimi, Pratogonist savaştığı kendini öldürmeye yeltenir, geleceğe gidip geçmiş için hazırlık yapar, gelecekteki Neil ile iş birliği yapar, onun geçmiş halini kurtarır. Neil geçmişe gelip Protagonist'e yardım eder, annesini kurtarır, geleceğe uzanıp Pratogonist'i kurtarır, Sator gelecek kuşaklarla iş birliği yapar, geçmişe gidip kendi yaptıklarını anlamaya çalışır, Kat geçmişe gidip Sator'un planlarını alt-üst eder, geleceğe haber gönderir.
Paralel özneler diyebileceğimiz bir tür çoğul karakterler dünyası… Böylece filmin mantığı, kuantum kuramının büyükbaba paradoksunun çözümü üzerinde iş görür. Geçmiş ve geleceğe giden karakterler kendilerine benzerler, ama deneyimleri farklıdır. Bu bazen öyle bir hal alır ki, karakterlerin farklı versiyonları aynı düzlemde karşımıza çıkar. Her birinin şimdiki, geçmiş ve gelecek halleri belirli bir ilişki ağına taşınır. Bunun en iyi örnekleri, Pratogonist'in hava alanında kendi geçmiş ve gelecek halleriyle kavga ettiği ve plütonyumu ele geçirme operasyonundan sonra Sator'un geçmiş ile şimdiki halinin aynı karede olduğu sahnelerdir. Mekân çokluğunu aynı zamana taşımak…
Hal buysa, şeyleri ve insanları "evirtme" ile "zamanı kıskaca alma" arasında bir fark varsayılır. Evirtme, geçmişe ve geleceğe yolculuğa atıf yaparken, kıskaç hareketi, geçmiş ile geleceğe hükmetmek için zamanı hapsetmek gibi görünür. İlk durumda merkezde tekil bir şey vardır, ikinci durumda hareketin kendisi… Zamanı kıskaca almak, şeyleri evirtmekle mümkün olur. Film içinde birçok karakter, geçmiş ve geleceğe evirtilmiş yolcu örneğidir. Kıskaç hareketi ise, teorik olarak Neil'in kavrama açıklık getirmesinden anlaşıldığı kadarıyla, gelecek kuşaklar ile Sator'un planının bizatihi kendisidir. Bunun sinematografik örneği, Pratogonist, Neil ve Ives'ın (Aaron Taylor-Johnson) söz konusu planı bozmak için organize ettikleri operasyondur.
Aynı anda geçmişe ve geleceğe doğru gidip zamanı kuşatmak... Büyük hesabı bozmak, onun silahını kullanmakla mümkündür. Zamanı kıskaca alıp her şeyi yok etme planını, zamanı kıskaca alarak bertaraf etmek… Velhasıl tenet! Pekâlâ ama, her şeyi yok etmek için zaman kıskaca alınacaksa, zamanı kıskaca alarak dünyayı kurtarmak nasıl mümkün olabilir? Anlaşılan o ki, iki kıskaç hareketi arasında bir düzey farkı vardır. Sator'un yapmaya çalıştığı şey, algoritmanın tamamlanasıyla mümkün olabilecek bütüncül bir hareketken, Pratogonist ve ekibi dokuzuncu parçayı ele geçirmek için geçmiş ile geleceğin belirli bir -sanırım on dakikalık- kısmını kıskaca alırlar.
Düşünce heyecan vericidir. Deyim yerindeyse, zamanın kafası karıştırılır. Başka bir ifadeyle, şaşırtma yoluyla evrilmiş şeylerin işleyişi manipüle edilir. Mavi ve kırmızı takımlar bir düşmanı alt etmezler, bir oyunu devreye sokarlar. Geçmişe yolculuk yapılacaktır, çünkü plütonyumun saklandığı ana gitmek gerekir. Gelgelelim, geçmişe yolculuk entropinin evrilmesi demektir. Bu, plütonyuma ulaşmayı olanaklı kılan patlamanın da evrilmesi anlamına gelir. O halde yapılması gereken, geçmişe gidip bu durumu engellemektir. Geriye gidilsin, her şey geçmişe doğru aksın, ama yine de patlama olsun. Patlama hariç her şey ters işlemeli. Bütün çevresel etkilerin değiştiği şeyin aynı kalması… Süreç ters işleyecek, fakat entropi devam edecek. Karşıtları bir araya getirmek için mavi takım geçmişe yolculuk yapıp entropiyi bükerken, kırmızı takım geleceğe yolculuk yapıp olanları şaşırtır. Böylece bir yandan, plütonyuma ulaşmak için geçmiş ele geçirilir, öte yandan, patlamanın olmaması engellenir.
Algoritmayı tamamlayacak plütonyum ele geçirilip güvenilir bir mecraya taşını. Dünya kurtulur. Evet ama, ya olanlar; ekolojik sorunlar, sömürücü politikalar, gelecek nesillerin omuzlarına bindirilen yük? Kabul! Neil gibi gerçekçi olalım; "olan olmuştur" diyelim. Peki bu, babanın masumiyetini kanıtlar mı? Hayır! Öyleyse, geçmiş ve şimdinin kefaretini ödemek geleceğin kaderi midir? Olanın başka türlü olma olanağı yok mudur? Sorular, özgürlük ve zorunluluk sorununa atıf yapar.
Filmin özgürlük meselesi karşısındaki konumu ikircikli bir görüntü sergiler. Film, teorik olarak özgürlüğü onaylar. Bilim kadını Laura (Clemence Poesy), Protagonist'e özgürlüğe atfen her şeyin insanın isteğine bağlı olduğunu söyler. Gelgelelim, ilişkiler bağlamında karakterlerin zaten belirlenmiş bir sonuca doğru sürüklendiklerini gösteren önemli sahnelere tanık oluruz. Sözgelimi, Protagonist'in görevini bir gurup belirlemiştir, birçok yerde ne yapacağını tam olarak bilmez, başı belaya girdiğine kendi yolunu çizemez, Neil Hızır gibi yetişir. Dahası, filmin sonunda iradesini kontrol eden bir adam edasında değildir; kafası karmakarışık bir halde olanların kader olup olmadığını sorar. "Kader" kavramını kullanmaktan ısrarla kaçınan Neil, "olan olmuştur" mantığına gerçekçilik der. Kader, gerçeğin üstünden atlamaya hevesli ruhun icadıdır.
Esnek ya da akışkan bir kafayla değerlendirdiğimizde, meselenin özünün gelip bilgiye dayandığını söyleyebiliriz. Bunun iki nedeni vardır. İlki, insanın özgür olduğuna dair sözü bilim insanı söyler. İkinci olarak, Neil, "cephanemiz bilgisizliktir" gibi ilginç bir tespit yapar. Öyleyse bilgi, öznenin kendi eylemine müdahil olmasına katkıda bulunabilir, ama amacına ulaşmasına da engel olabilir. Neil, Sator ve Protagonist'in durumu ilginçtir. Hem kendi zamanını yaşayan hem de gelecekten haber alan Sator, eylem tarzını kendisi belirler, fakat mutlak bir şekilde kaybeder. Buna karşın, birçok şeyi bilmeden yapan Protagonist amacını gerçekleştirir. Geçmiş ya da gelecek versiyonlarıyla karşılaştığını bilseydi, amaç sekteye uğrardı. Bir taraftan, geleceğin mensubu olduğu, diğer taraftan, geçmişi bizzat deneyimlediği için çok şey bilen Neil, olanların ilerleyişinde sadece yapabileceğini yapar. İsteği bilginin emrindedir, çünkü olanın olduğunu bilir.
Neil'in "olan olmuştur" gerçekçiliği, hepimizin yönünü belirleyen şeyin büyük yolculuk olduğunu anlatır. Bütün yasalarıyla işleyen evrende, her birinin envaiçeşit isteği olduğu insanlar dünyasında her birimiz bir nevi "süper pozisyon" durumundayız. Sonsuz olasılıklar mecrasında yaptığı şeyi yapması, öznenin istemesinin -iradesinin- özerkliğine değil, karşılaşmaların yarattığı zorunluluğa işaret ediyor olabilir. Bir şeyi seçmişsek yahut yapmışsak, olan olmuştur. Bundan böyle başka bir şeyin olma olanağı yoktur. Peki, farklı olabilir miydi? Olabilirdi, ancak karşılaşmalar başka türlü olsaydı. Ve fakat, bu, başka türlü bir "olan olmuş" olurdu. O halde özgürlük, varlığı onaylamak, olanın olduğunu kabullenmektir. Her şeyin insanın istemesine bağlı olduğunu söylemek, istemenin, gerçeği değiştirebileceğini söylemek demek değildir. Ve bilmek, gerçeğe karşı doğru tutum almaktır. Olanı metanetle karşılamak; gerçeğe sadakat… Neil gibi.