Büyülü bir atmosferin içinde, bir zaman yolculuğunda kaybolmuş gibiyim. Zaman burada iki bin yıl önce durmuş da akmıyor sanki. Oysa her şey o kadar canlı ki biraz sonra elinde büyülü bir değnek olan bir peri gelerek her şeyi yeniden başlatacak gibi. Tepenin dibinden zirveye kadar yükselen taşlara oyulmuş merdivenlerden yükseliyorum. Merdivenin sağındaki kayalıklardaki kabartmalar dikkatimi çekiyor. En az 2000 yıl önce kayaya oyulmuş bu güreşçiler, hakem zaman düdüğü çalınca sanki kaldıkları yerden devam edecekler gibi canlılar. Tam beş kontrol noktasından geçerek çıkıyorum tepeye. Bu kontrol noktalarında geçmeden saraya ulaşmak ne kadar da zormuş bir zamanlar. Merdivenler bitince görkemli bir kapıdan geniş bir avluya çıkıyorum. Muhafızların yaşadığı ve gelen saldırıların ilk karşılandığı yer burası. Kalenin arkasında askerlerin Kaleye inip çıkmak için kullandıkları patika hâlâ sağlamlığını koruyor. Saray kısmına geçiyorum. İki bin yıldan fazla bir tarihe sahip olmasına rağmen mimari çok iyi korunmuş. Işığın yoğun geldiği duvarın dibine gidince birkaç yüz metre aşağıda bulunan kent seriliyor ayaklarımın altına. Bir zamanlar bölgedeki en büyük Kent olan Anazarbos, doğaya direnememiş ve gömülmüş toprağın altına. Sütun başları, kentin duvar kalıntıları yukarıdan bile fark edilebiliyor. Kenti yöneten kral veya imparator, halkını buradan selamlıyordu bir zamanlar. İki bin yıl geriye giderek bu sahneyi zihnimde canlandırmaya çalışıyorum. Ürperiyorum. Başımı kaldırdığımda biraz önce günlük güneşli olan havanın aniden bozduğunu görüyorum. Anavarza’ya bir daha gelmeye söz vererek tüm kalıntıları 2300 yıllık hüzünleriyle baş başa bırakıp merdivenlerden koşarak aşağı iniyorum.
Yazın Adana’ya gitmek deyim yerindeyse akıl karı değil. Klimasız yaşamın olanaksız olduğu kentin civarı günlerce gezilse bitirilemeyecek kadar çok doğal ve arkeolojik değer barındırıyor. Sonbaharda, sıcakların azalmaya başlaması ile birlikte bu yerlerin ziyaretçi sayısında büyük artışlar meydana geliyor. Bu satırları yazarken hava durumuna baktım Hafta içinde 13 – 16 derece arasında bir sıcaklık var. Bu da kış aylarında Adana’yı cazip kılıyor.
Türkiye’nin önemli kentlerinden biri olan Adana antik dönemde de Kilikya bölgesinin en önemli kentleri arasındaydı. Uranüs’ün oğlu Adanus’un kurduğu kentin adının da buradan geldiği düşünülüyor. Kent eski ver yeni Adana diye ikiye ayrılıyor. Eski Adana’da biraz daha plansız bir yapılaşma gözlenirken, yeni Adana ise daha planlı ve yüksek katlı binaların çoğunlukta olduğu bir kent görünümünde. Adana’nın geleneksel evleri yok olmak üzere. Son çalışmalarla bir kısmı restore edilen evler Adanalıların estetiğe ne kadar önem verdiklerinin en büyük kanıtı. Kentin en önemli sayfiye yeri ise Seyhan nehrinin üzerine kurulmuş olan Seyhan baraj gölü. Hafta sonları tüm Adana’yı burada görmek mümkün.
Adana’yı gezmeye sabah erkenden ve yakından başlamak lazım. Haçlılar tarafından yaptırılmış bir kilise iken 1501 yılında camiye çevrilmiş Yağ cami bugün hâlâ bu işlevini sürdürüyor. Özellikle giriş kapısı görülmeye değer. Camiyi geride bırakıp çeyiz sandığından, bıçağa kadar her türlü eşyanın satıldığı çarşıya doğru yürüdüğünüzde devasa bir saat kulesi gelecek karşınıza. Kule 1882 yılında dönemin valisi Ziya Paşa tarafından yaptırılmış. Saat ise çok daha sonra 1925 yılında Almanya’dan getirilmiş. Saat 1507 yılında yapılmış görkemli bir cami olan Ulu Cami'ye çok yakın.
Buradan Seyhan Nehri'ne doğru giderken ara sokaklardaki eski Adana evlerinden ve sokaklarından izle görmek hâlâ mümkün. Etrafında önemli uygarlıkların da gelişmesine neden olan ve Çukurova’ya bereket veren Ceyhan ve Seyhan nehirlerinden Seyhan Nehri Adana’nın içinden akıyor. Nehrin üzerinde bulunan Taş Köprü Adana’nın başka bir mimari harikası. Köprüyü Roma İmparatoru Hadrianus yaptırmış. Günümüzden 1500 yıl önce yapılan köprüden Abbasi’ler döneminde geçiş parası bile alınırmış. Taş köprünün karşısındaki parkın içinde altı minareli Merkez Cami dikkat çekiyor.
Köprüden camiye doğru ilerlendiğinde sol tarafta yan yana duran restore edilmiş Adana evleri bu halleriyle birer estetik abidesi gibiler. Toplam olarak 180 civarında Eski Adana evi yaşam savaşı veriyor. Daha çok Tepebağ, Alidede, Sarıyakup ve Kayalıbağ mahallelerinde yoğunlaşan evlerin birçoğu oturulamaz durumda.
Seyhan baraj gölü kıyısındaki sahiller Adanalıların hafta sonları nefes aldıkları bir yer. Seyhan Nehri üzerine yapılan baraj Adana’ya büyük bir göl kazandırmış. Akşama kadar sürecek bu geziyi Adana Arkeoloji Müzesi'nde bitirmekte fayda var. Civardaki Antik kentlerden getirilen eserlerin sergilendiği müze hayli zengin.
Ertesi gün sabah erkenden yola çıkarak Adana civarını gezebilirsiniz. Yumurtalık bölgedeki önemli balıkçılık merkezlerinden biri. Ancak son yıllarda Akdeniz’in ısınmaya başlamasıyla birlikte bu bölgede yabancı balık türleri görülmeye başladı. Bunların en tehlikelisi balon balığı. Kızıldeniz’de yaşayan balon balığına son yıllarda Adana kıyılarında yoğun olarak rastlanmaya başlandı. “Ne zararı var?” diyebilirsiniz. Bu balık yenen bir balık değil ama asıl zararı ağlara. Balıkçıların akşam saatlerinde başlayıp sabaha kadar yem taktıkları özel ağlarına takılan balon balığı, bu ağları parçalayarak bölge balıkçılığına büyük zararlar veriyor.
Misis müzesi ve tarihi Misis köprüsü, ardından da Yılan Kalesi’ne uğramayı da ihmal etmeyin. Misis Müzesi'ndeki mozaikler olağanüstü. Yılan Kalesi'nin antik dönemdeki adı bilinmemekle birlikte bir çok kale gibi Haçlı seferleri sırasında yapılmış olduğu tahmin ediliyor. Adını kalede çok yılan olmasında alıyor. Kalenin üzerinde muhteşem bir Çukurova manzarası izleniyor. Burada biraz oyalandıktan sonra akşamın saatlerinde yönünüzü Anavarza kayalıklarına çevirin. Güneş batmadan önceki iki saat yeter de artar bile. Anavarza Adana’ya 70 km uzaklıkta. Dilekkaya köyü eski Anazarbos kentinin üzerine kurulmuş. Antik kentin İ.Ö. I. yüzyılda Romalılar tarafından kurulduğu sanılıyor. Dönemin en önemli kentleri arasında yer alan Anazarbos Kilikya bölgesi olimpiyatlarının da merkeziydi. Bu kentin önemli özelliklerinden biri ise burada yaşayan hekimdi. Dioskorides adlı hekim bitkilerden yaptığı ilaçlarla askerleri tedavi ediyordu. Biz ona Lokman Hekim diyoruz. Bu antik çağın muhteşem kenti ne yazık ki bir çok sırrını toprak altında saklıyor. Bu kayalıkların dibindeki köy Yaşar kemalin Köyü olarak da biliniyor. Eğer İnce Memet’i okuduysanız köyde yarım saat dolaştıktan sonra Yaşar Kemal’in yöre insanını ne büyük bir ustalıkla anlattığına birebir şahit olabilirsiniz.
Osmaniye il olduktan sonra Adana’dan ayrılan Karetepe - Aslantaş ören yerini görmeden Adana’dan dönmeyin. Geç Hitit döneminin önemli yerleşim yerlerinden biri olan Karatepe’de Hitit Tanrı Heykelleri sergileniyor. Karatepe Hititleri'nin 2800 yıl önce Adana bölgesinde de egemen olduğunun en güzel kanıtı. Karatepe’ye gittiğinizde, eğer oradaysa, kenti ortaya çıkaran Halet Çambel hocayı da görmeye çalışın. Beş yıl sonra 100 yaşına basacak ortaya Halet hocayı bilgisayar başında çalışıyor görürseniz sakın şaşırmayın. Berlin’de 1936 yılında yapılan olimpiyatlara eskrim dalında katılarak olimpiyatlara katılan ilk Türk kadını ünvanını da elinde bulunduran Halet Hanım inatla çalışmaya devam ediyor.
Gezilecek Yerler: Saat Kulesi, Ulu Cami, Yağ Cami, Yılanlı kale, Anazarbos, Kastabala, Karatepe, Kozan evleri, Seyhan ve Ceyhan kıyıları, Misis, Aladağlar, Yumurtalık
Ne yenilir, ne alınır? Adana’da ne yenir diye sorulduğunda ilk yanıt tabi ki Adana kebap olacaktır. Bunun yanı sıra zengin bir yöresel yemek kültürü de yaygın. Tatlı olarak da her türlü hamur tatlısı hem yenir hem de hediye olarak götürülebilir.