Metrobüs’te yapı kredi yayınlarından çıkan “Evvel Zaman içinde Mezopotamya” adlı kitabı okuyorum. Bu ara bu yayınevinin Genel Kültür dizisine takmış durumdayım. Geçen ay “Unutulmuş Mısır’ın izinde” adlı kitabı okudum. Yaklaşık 1 ay sürdü. Kitap, tamamen unutulmuş Hiyerogliflerin okunabilmesinin ardından Eski Mısır’ın gizemleri tek tek çözülürken, Uygar Dünya’nın (!) Eski Mısır’ı nasıl talan ettiğini de çok güzel anlatıyor. Şimdi de aynı kitabın Mezopotamya versiyonunu okuyorum. “Tarih Sümer’de Başlar” bölümünü okurken yanımda oturan genç kızın sürekli söylendiğini duyuyorum. Gayri ihtiyari başımı kaldırıyorum. Müthiş bir tipi başlamış. Metrobüs yolu kardan kapanmış durumda. Karşıdan metrobüs gelmiyor. Oysa daha 15 dakika önce sadece hafif bir kar serpintisi vardı. Sefaköy rampasını zar zor çıkıyoruz. Kızcağız iyice korkmuş gibi. Cennet’e yaklaşırken bana dönüyor. Biraz tedirgin. İstanbul’da tanımadığı bir erkeğe bir şey sormak kolay mı?
- Sizce yolda kalır mıyız ?
- Sanmıyorum. Yavaş yavaş da olsa gideriz. Çekmeceden sonra biraz zorlanabiliriz. Çünkü karşıdan araç gelmiyor. Büyük bir olasılıkla biz de yokuş yukarı çıkarken zorlanabiliriz.
- Ya çıkamazsak ?
- İner minibüse bineriz… Diyorum ama başımı çevirince yan yollar dahil her yerin kilit olduğunu görüyorum. “Nasıl olsa kimse çıkmaz trafik rahat olur” diye düşünenler bu gün epey fazla. Debelenip duruyorlar. Oysa sıcacık Metrobüste kitap okumak daha zevkli.
- En Kötü yürürüz.
- Ben yürüyemem. Donarız hepimiz.
- Bir şey olmaz merak etmeyin. Bakın herkes yürüyor.
“Herkes yürüyor mu ? dedim içimden. Evet Küçükçekmece yokuşunda, Florya yönündeki Metrobüs hattı yürüyenlerle doluydu. Eğer durum böyleyse biz de birazdan yürümeye başlayabilirdik. Yokuş aşağı yavaş da olsa gidiyoruz. Küçükçekmece durağına gelince iş makinelerinin iki yöne doğru da çalıştığını görüyorum. Öyle bir kar yağıyor ki temizlenen yol kısa bir süre içinde tekrar kapanıyor. Ancak iş makineleri bir o yana bir bu yana inatla çalışıyorlar. Kısa bir beklemeden sonra kar temizleme mücadelesi başarılı oldu ve 5 dakikalık yol yarım saatte almış olsak bile Avcılar’a varmayı başardık. Saat 10: 00 gibi Kampüse giriyorum . Girişteki köpek yavruları karda neşeyle yuvarlanıyorlar. Bu havada en şanslı hayvanlar onlardı belki de. Her gün yemekhaneden gelen artıklarla besleniyorlardı. Bu havalar dışarıda olan hayvanlar için çok riskli. Aç ve susuz kalıyor, yeterince beslenemedikleri için ölüyorlar ne yazık ki. Aklınıza gelen her yere koyacağınız yiyecekler mutlaka sahiplerini bulacaktır. Çok soğuk havalarda bunu lütfen yapın. Artık yiyecekleriniz atmayın. Balkonlara koyacağınız ekmek kırıntıları bile bir çok kuşun hayatını kurtarır.
Avcılar kampüsünde kar 40 santimetreyi aşmıştı. Gömüle gömüle okula varmayı başarıyorum. Dağ koşullarına göre giyindiğim için oldukça keyifli oldu benim için. Yemeğe giderken bölüm asistanlarından Cem ve Murat Çekmece gölü kenarına yürümeyi teklif etti. Hemen atlıyorum. Yemekten sonra biraz cayar gibi oldularsa da bu küçük projemizi bozmadılar.
Tipi son hızla devam ediyor. Kültür merkezinin karşısından ormana dalıyoruz. Kar yer yer diz boyu. Bata çıka ilerliyoruz. Çok ama çok neşeliyiz.. Karların içinde yuvarlanıyor, taklalar atıyoruz. Tipinin kar yığdığı yerlerde belimize kadar batıyoruz. Metrobüs çalışmıyor… E5 tıkanmış…. E6 da karla yoğun bir mücadele devam ediyor….. Kimin umurunda. Biz kırk yılda bir rastlanacak olayın tadını çıkarıyoruz. Aşağı inen yangın yolunu takip ediyoruz. Ormanın içinden köpek havlamaları geliyor. Belli ki korkmuşlar. Karla 20 dakikalık bir debelenmeden sonra göl kenarına varmayı başarıyoruz. Ben bu yolu dün de yürümüştüm ama kar bugünkünün dörtte biri kadar bile değildi.
Tüm doğa beyaz bürünmüş. Ağaç dalları karı tartamaz duruma gelmiş. Kuşlar, büyük ağaç dallarını kaplayan karların altındaki küçük dalların üzerinde durarak soğuktan korunmaya çalışıyorlar. Rüzgârın yönü her değiştiğinde ortalık kardan görünmez oluyor, sonra her şey eski haline dönüyor. Bazen rüzgâr duruyor ve iri kar taneleri düşüyor sadece. Masal dünyasındayız sanki.
Gölün kenarında orman içine göre daha az kar var ama yine de gömülüyoruz. İniş kolaydı bir de bunun çıkışı var. Mesai başlamadan geri dönmeliyiz. İşletme Fakültesine doğru çıkan yokuşa vuruyoruz. Rüzgâr arkamızdan estiği için çıkışta rahatız. Yukarıda bir şahin dolaşıp duruyor. Kar da olsa kış da olsa yaşam devam ediyor. Avlanmak zorunda. Epey bir dolaştıktan sonra aniden pike yapıyor. Bir daha görünmüyor gökyüzünde. Muhtemelen av başarılı oldu.
Bu tür havalarda ağlayıp sızlanacağınıza, karın keyfini çıkarmaya çalışın. Çıkın ve çoluk çocuk yürüyün. Evinize veya çalıştığınız iş yerine yakın bir parka gidin ve karın tadını çıkarmaya çalışın. Geri döndüğünüzde belki biraz ıslanmış olacaksınız ama müthiş bir keyif alacaksınız. Hiç bir şey yapamıyorsanız dışarı çıkıp kartopu oynayın. Bu karı bir daha zaman görürüz bilemem.
Atalarımız tam 40 bin yıl böylesine kötü hava koşullarında yaşamayı başardılar. Üstelik bu hava koşulları sadece birkaç gün sürmedi. Bu koşullara karşı hiç bir şeyleri yoktu demek hiç de yanlış olmaz. En iyi barınakları mağaralardı. Bu kötü koşulları yenemeselerdi biz de olmayacaktık. Modern çağda bu kötü havaların birkaç ay, hadi biraz daha ileri gideyim birkaç yıl sürdüğünü hayal edin. Böyle kötü hava koşullarında neler yaşayabileceğimizi veya nasıl yaşayabileceğimizi hiç düşündünüz mü ?