"Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin mutsuzluğu kendine göredir", der Tolstoy, meşhur eseri Anna Karenina'da. Mutluluğun benzemekten geçtiği yönünde bir telkin de olabilir bu söz, mutsuzluğun sıra dışılığına bir ağıt da. Carlos Fuentes, buradan yola çıkarak kaleme aldığı "Bütün Mutlu Aileler" öykülerinde ise kendine göre mutsuzlukların peşine düşer. Mutlu ailelerin birbirine nasıl benzediği ile pek ilgilenmez. Mutsuzlukların kendine göreliğini anlatırken; mutsuzlukların nasıl da birbirine benzeyebileceğini keşfeder.
Sertap'ın* içine doğduğu mutsuz ailesinden çıkıp, kendi mutlu ailesini kurma hikâyesi her iki yazarı da hem doğrulayan hem de yalanlayan cinsten. İçine doğduğu ailesi, dışarıdan bakıldığında birbirine benzeyen ailelerden biri. Yeteri kadar uzaktan bakarsanız mutlu bir aile. Belki de bu yüzden dışarıdan kimsenin yaklaşmasına izin vermeyen, başkasının tutacağı aynada kendi mutsuzluğunu göreceğinden ölesiye korkan bir aile. Biseksüel bir kadın olarak kendi kurduğu, kocası, çocuğu ve eşcinsel, biseksüel, trans arkadaşlarından oluşan ailesi ise belli bir mesafeden bakıldığında çok kendine göre. Başka ailelere benzemeyen cinsten. Ama her farklı diye işaretlenenin yaptığı gibi sizi içeriye girmeye, içeriden bakmaya teşvik eden bir aile bu. İçeriden baktıkça da kendi benzerliğini haykıran…
Bu söyleşinin yayımlandığı gün, eğer bir son dakika gelişmesi olmazsa İstanbul Saraçhane'de "Büyük Aile Buluşması" başlıklı bir miting yapılacak. Sırbistan'daki LGBTİ+ düşmanlarının aynı isimli mitinginden feyz alan "yerli ve milli" LGBTİ+ düşmanları aileye dair bir hikâye anlatacak. LGBTİ+'ların nasıl aileyi yıktığından, tehlikelerden dem vuracaklar hep olduğu gibi. Tam da "Büyük Aile Buluşması" günü gelin biz Sertap'a, onun LGBTİ+'larla çevrili ailesine ve o ailenin sıradanlığına kulak verelim.
Sertap, asker bir baba ve öğretmen bir annenin çocuğu. Çocukluğu hastalıkların, en çok da tifonun pençesinde geçmiş. Yanlış teşhisler, yanlış tedavilerin sonunda doktorlar ümidi kesmişler, "Alın götürün, memleketinizde ölsün" demişler. Annesinin kucağında Ankara'dan memlekete dönerken o kadar çok ateşi varmış ki annesinin bacaklarını yakıyormuş. Ama gömmeye götürdükleri bebek canlanmış.
Sertap, hayatının ilk mücadelesini hastalığa karşı verdiğini anlatıyor. Seneler süren bir mücadele bu. Öyle ki okul hayatına eşlik eden hastane hayatı olmuş. O günlerden bir tek babasını hatırlıyor.
"Arkadaşlarımın ne dediğini, ne yaptığını hatırlamıyorum sürekli hasta bir çocuk olmama dair. Ama babamı çok net hatırlıyorum. Beni omuzlarında taşıyan babam. Normalde sigara içmeyen ama kulağımdaki iltihabı öldürür diye tüm gece sigara içip kulağıma üfleyen babamı hatırlıyorum. Babam bakardı bana, anneme güvenmezdi hiç."
Böyle dese de hatırlayıp hatırlamadığından da emin değil. Çünkü ilerleyen yıllarda hep başına kakılmış bu. Özellikle babası. Askeriyede subay, evde komutan babasıyla ilişkisini "sevgi-nefret ilişkisi" diye anlatıyor. "Sadece nefret etsem her şey daha kolay olurdu" diyor Sertap.
"Nefret ediyordum ailemden, babamdan nefret ettiğim için muhtemelen. Çok kötü bir çocukluğum geçti onun yüzünden. Kimselere de anlatamadığım şeyler yaşadım. Pandemide psikoloğa başladığımda anlatmaya başladım, 'benim babam bana neler neler yaptı' diye. Babamın kendi deyimiyle onun bu hayattaki tek mücadelesi bendim. Her isteğim, her fikrim onun için baş etmesi gereken bir şeydi. Hastalığımla savaştığı gibi benle de savaşıyordu adeta. İlk dayağımı çocukken sokakta arkadaşlarımla oturdum diye yedim ben. Babamla annem beni saçlarımdan sürükleyerek apartmanın içine soktular. Babam, beni öyle bir dövdü ki korkumdan altıma işemişim. Beni o şekilde bırakıp çarşıya gittiler bir de üzerine. Sonrasında zaten uzun uzun, dinlene dinlene beni dövmeleri başladı. Bir seferinde sokakta yürürken bir yandan kola içiyorum diye bir hafta küsmüştü bana. 'Yollu mu olacaksın, orospu mu olacaksın başımıza' diyordu. O kadar nefret ediyordum ki her şeyden, Allah'a dua ediyordum beni alsın diye. Denedim de kendimi öldürmeyi o zamanlar…"
Es veriyoruz burada biraz. "Biliyor musun ilk kez ağlamadan anlatabiliyorum bunları" diyor. Biraz daha es veriyoruz. Konuyu değiştirmek için üniversiteyi soruyorum.
"Ben üniversitede özgürleşebildim. Ankara'yı kazanmıştım. Ablam da orada okuduğu için yolladılar. Eğitim bizim ailede çok önemli bir konu bir yandan da. Askeri yurtta kalıyorduk ve ablamın da babamdan aşağı kalır yanı yoktu açıkçası. Babamın değer yargıları, onun da değer yargılarıydı. Ben o ailede hiç kendime ait bir yer bulamadım anlayacağın. Sadece bunu idare etmeyi öğrendim. Üniversitede artık kendi bildiğimi okumaya başladı. Kız arkadaşlarım oldu. Erkek arkadaşlarım oldu. Aşk hayatım hep hareketliydi gerçi benim. Ortaokuldan beri her zaman sevgilim oldu. Ama üniversitede artık özgürleştiğimi hissediyordum. Tutulduğum bir kadın vardı mesela. Onla Ankara'nın tüm barlarını gezerdik. Atardı beni arabasına, Ankara kazan biz kepçe keşfederdik şehri. Tunalı lubunyalarıydık biz. Havalıydık. Maddi durumumuz da fena sayılmazdı.
"Derken Kaos GL ile tanıştım. 2006 senesinde kapısından içeri girdiğim günü hiç unutmuyorum. O zamanlar tabi Tunalı tayfası olarak biz zenginiz, havalıyız. Kaos GL tayfası bize salaş da geliyordu, ama dernekti sonuçta ve ciddi bir yerdi. Kapıdan girmeden önce üstüme başıma çekidüzen verişim dün gibi aklımda. Sonrası çorap söküğü gibi geldi. Partilere, yürüyüşlere gitmeye başladım. Homofobi Karşıtı Yürüyüşler yapılıyordu Ankara'da. O kadar güzel bir şeydi ki. Örgütlenme, başkaldırış çok iyi geliyordu. O güne kadar hiç hareketle ilişkim de yoktu, kendi kendime erkeklerle de kadınlarla da ilişkimi yaşıyordum, takılıyordum gibiydi."
Ama babasının gölgesi burada da üzerine çöküyor Sertap'ın. Bilgisayarını açıyor ve kız arkadaşıyla fotoğrafını görüyor. Sonrası şiddet, silahla tehdit ve Sertap'ın Ankara'dan sürgünü.
"Bilgisayarımı açmış ve 'erkek gibi kadınlarla fotoğraflarını gördüm' diyerek beni yaka paça Ankara'dan yerlerde sürükleyerek, döve döve aldı götürdü. İlaç mümessili olacaksın dedi, oldum. Hepsini kendisi yaptı. Hiçbir gün mutlu olmadım. Ankara'dan götürdüğünde silah dayadı kafama, 'seni öldürürüm, sen hasta mısın, sen sapık mısın' dedi."
Sonra bir şekilde geri dönüyor Sertap Ankara'ya. Burada aynı işyerinde çalıştığı Utku'yla tanışıyor ve evlenmeye karar veriyor. Hayatında her zaman olduğu gibi kararını veriyor, uyguluyor. Bu evlilik kararını müstakbel kocasına anlatırken de, "Ben sana ömrümüzün sonuna kadar birlikte olma sözü vermiyorum. Ben, bunu istiyorum. Sen de istiyorsan evlenelim" diyor tane tane. Utku'yu da en çok kendisini güldürdüğü, kavgası dövüşü olmadığı için sevdiğini anlatıyor. Ama babası buna da engel olmak istiyor.
"Bu süreçte Utku babamla çok güzel baş etti. Utku, Kürt ve bu benim yollu olmamdan sonra babamın en büyük kabusu. Gidip sülalesini araştırmış, geldi bana 'Bunlar sülalecek Kürt' dedi. Ne demekse artık. Bizimkilerin yaşadığı şehre gittiğimizde çocuğu alıp odaya kapattı mesela. Ona 'Kürdistan diye bir yer kurulursa oraya mı yoksa Türkiye'ye mi yerleşeceksiniz? Çocuğunuz olursa adını Rojda mı koyacaksınız? Seni topuklarından vurdurturum' gibi şeyler demiş, düşünebiliyor musun? Düğünümde sözsüz halay müziği çalınca düğünü terk etti mesela. Ben çocuğuma hamile olduğumda gelip bana 'Çocuğun adını ne koyacaksınız' diye sordu. Hemen ekledi, 'Ben senin adını Sertap koydum. Sertap, asi demek. Sen benim hayatımdaki tek mücadelem oldun. Doğduğun andan itibaren ters düştün benle. Hastalığın olsun, yaptıkların olsun. İyi düşün adını koyarken' dedi bi de."
Sertap'la Utku on senedir evli. Beş yaşında bir de çocukları var. Çocukları, LGBTİ+ arkadaşlarıyla birlikte büyüyor. Sertap, "Ben evlendikten sonra hayatımı ayırmadım, çocuğum da lubunyalarla büyüyor bunun için çok mutluyum. Böyle olacak bundan böyle de" diyerek mutluluğunu paylaşıyor.
"Biseksüel anne, hetero anne… Ne farkı var? Tek farkı benim çocuğumun lubunyalarla büyümesi, yargılamamayı öğrenmesi. Yadırgamayacak, parmakla göstermeyecek kimseyi. Algıları açık olacak, kendisinin cinsel yönelimi cinsiyet kimliği nedir bilemem ama ben ona sadece kendisini ve çevresini yargılamamayı öğretiyorum. Diğer çocuklardan on adım önde olacak benim çocuğum bu hayatta mutlu olmak ve çevresindeki insanlarla iletişim kurma konusunda. Fikrine değer veriyorum, sabah okula gitmek istemedi ve onunla yarım saat neden gitmek istemediğini konuştum mesela. Nedenini anlamak istiyorum, boş sözler vermek, yapamayacağım şeylerin sözlerini vermek istemiyorum. Hiçbir şeyde fikrim sorulmadı benim, ben çocuğumun fikirlerine değer veriyorum. Eşim çocuğum ve diğer lubunya arkadaşlarımla büyük bir aile gibiyiz biz. Kendi ailemi böyle kurdum. Bizim çok tatlı bir ailemiz ve hayatımız var."
*Güvenlik sebebiyle isimler değiştirilmiştir.
Yıldız Tar kimdir? Sıfatsız gazeteci, Boğaziçi terk, Cranberries hayranı, fantastik roman müptelası. 2013 yılında gazeteciliğe başladı. Etkin Haber Ajansı'nda editör, Özgür Radyo'da program yapımcısı ve sunucusu olarak çalıştıktan sonra 2014'ten beri LGBTİ+ internet gazetesi KaosGL.org'ta sırasıyla muhabir, editör ve yayın yönetmeni olarak çalıştı. Halen bu görevi sürdürüyor. Sol, sosyalist siyasi partilerle LGBTİ+ hakları üzerine röportajları "Yoldaş Ben İbneyim" başlığıyla, trans kadınlarla röportajları "Dönmelere Doyamadık" ve Türkiye'deki LGBTİ+ hareketinin tarihine ilişkin sözlü tarih çalışması "Patikalar: Resmî Tarihe Çentik" ismiyle kitaplaştı. Kaos GL Derneği'nin senelik medya izleme raporunu kaleme alıyor. Çeşitli gazete, dergi, kitap ve dijital mecralarda LGBTİ+ hakları, hafıza çalışmaları, edebiyat, nefret söylemi ve medya okur yazarlığı üzerine yazıları yayımlanıyor. T24'te "İnsan Manzaraları" başlıklı portre röportajlar yapıyor. |