İnternette arama motoruna Barış Barışık yazdığınızda ilk karşınıza çıkan “ruhsatını alamayan avukat” haberleri oluyor. Biraz aşağıya inerseniz bu sefer “ODTÜ’de başına gaz bombası geldiği için yaralanan öğrenci” haberleriyle karşılaşıyorsunuz. Barış’ın sanal ortamdaki varlığı en fazla 2012 senesine kadar gidiyor. Öncesi yok. O, internet kullanıcıları için gaz bombasıyla yaralanan, ölümden dönen, mezun olduktan sonra ise ruhsatını almasına bir türlü izin verilmeyen bir avukat. Ancak onun hikayesi bundan çok daha fazlası.Barış’la, Ankara’da bir kafede buluşup hikayesini konuşmak için sözleştik. Gittiğimde çoktan yerini almış, kahvesini yudumluyordu. Telefonda röportaj teklif ettiğimdeki tedirginliği hâlâ üzerindeydi. Anlatmaya değer bir hikayesi olmadığını düşünüyor, ısrarla işimin zor olduğunu söylüyordu. O, sıradan bir şeyler yaşamış sıradan bir insandı. Türkiye’de az buçuk muhalif olan herkes benzer şeyler yaşıyordu. Yine de kırmamıştı beni ama buradan bir hikaye çıkarmam mümkün olmayacaktı. En kötü bir kahve içip hal hatır sormuş oluruz, dedim ve açtım kayıt cihazını.
Nereli olduğunu, çocukluğunu sordum. Biraz şaşırdı. Şimdiye kadar basına çok fazla demeç vermiş, başına gelenleri ya da başkalarına edilenleri anlatmış, insan haklarından dem vurmuştu ama ona kimse nereli olduğunu, çocukluğunu, öncesini sormamıştı belli ki. “Yarı Malatya, yarı Mersin” dedi. Bu yarımlık neredendi peki?“Malatyalı, solcu, Alevi bir ailenin çocuğuyum ben. Mersin’de doğdum ama hayatım Malatya-Mersin arasında geçti. Annem, babam Mersin’de yaşıyor, beni anneannem ve dedem büyüttü. Onlar Malatya. Çocukluğum iki ev arasında mekik dokumakla geçti. Anneannem ben dört yaşındayken annem hamile kalınca, anneme yardım olsun diye almış beni. Sonra beni çok sevmiş ve ben anneannemde kaldım çoğu zaman. Beni torununa bakar gibi sevmedi, bir evlat gibi sevdi anneannem. İnanılmaz güzel bir iletişimimiz vardı. Küçüklüğümden beri benimle ben bir yetişkinmişim gibi ilişkilendi. Özgür, çok rahat, özgüvenli bir şekilde büyüdüm. Bir anne çocuğunu nasıl severse öyle severdi beni anneannem. Şehir dışına gidecekse mesela anneme bırakmaz, götürürdü yanında. Anne-babamın evi benim ikinci evim gibi olmuştu. Eve uyum sağlayamama sorunları da yaşıyordum, anneannem beni şımartmazdı ama eşiti olarak görürdü, daha değerli hissederdim orada.”Anneannesi bundan birkaç yıl önce vefat etmiş. Baş sağlığı diliyorum, bakışı gölgeleniyor, benim anneannemle ilişkimi soruyor. Anlatıyorum. “Sen de anneanne çocuğuymuşsun yani” diyor. Birer sigara yakıyoruz, kahvelerden yudum alıyoruz.
Sonra başka bir ölümü anlatıyor Barış. İlk gözaltısının hikayesine eşlik eden bir ölümü. OHAL dönemidir, Barış’ın okuduğu Ankara Hukuk anaakım medya deyimiyle karışıktır. Cebeci kampüsüne her gün polis girer, hocaların çoğu KHK’larla ihraç edilmiştir. Solcu, muhalif öğrencilere baskı doruktadır. Onca yıldır eylemlere katılan Barış, o zamana kadar hiç gözaltına alınmamıştır. Ancak 2017’de, olağanüstü hal uygulamalarının nefes alacak bir alan dahi bırakmadığı o sene Barış, bir terör operasyonu kapsamında gözaltına alınır. O zaman farkında olmasa da ileride avukatlık ruhsatını almasını engelleyecek zincirin ilk halkasıdır bu operasyon. Gerekçe, 4 Ocak 2016’da Cebeci Kampüsü'nde yaşanan bir olaydır. “Terörle mücadele okulda muhalif öğrencilere yönelik operasyonlar başlatmıştı. Ben de terörle mücadele kapsamında ev baskınıyla gözaltına alındım. İlk gözaltımdı. Çok şanslıydım, gözaltına alınmayan bir öğrenciydim. Neyse, Şubat 2017’de Cebeci kampüsündeki öğrencilere yönelik bir operasyon başladı. Ben o sırada Mersin’deydim, çünkü kardeşim vefat etmişti. Çok büyük bir acı yaşıyorduk. O sırada bana da operasyon çekilmiş, Ankara’da beni bulamamışlar. Mersin’deki evde gözaltına alındım. Ev, cenaze evi. Kardeşim yeni vefat etmiş. Eve gelen terörle mücadele ekipleri gözaltına aldı ve Ankara’ya götürdüler.Gözaltı gerekçesinin ise 2016’da kampüs dışından ülkücülerin, solcu öğrencilere saldırısı olduğunu öğrendik. Savcılık o tarihte olaylara ilişkin soruşturma başlatmıştı ancak kovuşturmaya yer olmadığına karar verilerek dosya kapatılmıştı. Savcılık, daha sonra yeniden soruşturma başlatmış, bu kapsamda benim de aralarında olduğum öğrenciler gözaltına alındı. Bu soruşturmanın ilkinden farkı ise bu sefer ülkücü öğrencilerin dosyada şüpheli olarak değil, şikayetçi ve tanık olarak yer alması.”Dönem, OHAL dönemidir. Gözaltı süreleri çok uzundur. İnsanlar toplu olarak Ankara’da gözaltı merkezi olarak kullanılan bir yere götürülür. İlerleyen yıllarda “spor salonu” diye yer alacaktır oranın adı tarihimizde. Terörle Mücadele Şubesi’nin operasyonuyla gözaltına alınan herkesin yolu o salondan geçer bir şekilde. Ankara Tabip Odası (ATO) İnsan Hakları Komisyonu’nun 2018’de “toplama kampına” benzeteceği o salonda Barış da yedi gün geçirir. Avukatları, kardeşinin vefat ettiğini savcılığa bildirir, ifadesinin hemen alınmasını ister ama Savcılık, gözaltı süresini sonuna kadar kullanır.“Devlet, o kadar düşmanca yaklaşıyor ki… Savcı da, polis de benim terörle alakalı olmadığımı elbette biliyorlar. Kardeşim vefat etmiş, annemin gözü önünde gözaltına alınmışım. Spor salonundayım, annem yalnız…”Gözaltının zor geçtiğini söylüyor Barış ama detay vermekten kaçınıyor. Üstelemiyorum. Cümleleri yarım kalmaya başlıyor. “Gözaltına alınmak benim için çok… Yani o gözaltı değil de… Ne bileyim… Kardeşimi yeni kaybetmişim…”Neyse’ler biraz daha sürüyor. Sonra solcu öğrenci refleksiyle topluyor kendini. Cümleleri tamamlanmaya başlıyor. “Bu ülkede hak savununca, muhalif olunca göze alıyorsun bunları bir yandan” diyor. “Herkes yaşıyor” diye de ekliyor.
Herkesin yaşamadığı, kimsenin yaşamaması da gereken başka bir olaya dönüyoruz bu sefer. 2012 yılına gidiyoruz. Yine Ankara’dayız ancak bu sefer mekan Cebeci kampüsü değil, ODTÜ. 18 Aralık 2012’de dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, ODTÜ’ye gider. Ankaralı öğrenciler de bu ziyareti protesto etmek ister. Çin'den fırlatılan Göktürk-2 uydusu için ODTÜ Uzay'da yapılan törene katılmak üzere üniversiteye gitmiştir Erdoğan. Öğrenciler de, Erdoğan ve hükümetinin politikalarını protesto etmek, anayasal haklarını kullanmak ister. Protestonun karşılığı binlerce polistir. OHAL dönemi değildir, ama polis şiddetinin ayyuka çıktığı yıllardır. Polisin o dönem en sevdiği silahı ise gaz bombalarıdır. Ülkenin dört bir yanında hava durumu, bol gazlıdır artık. Gezi direnişinin ayak sesleri de hissedilir dört bir yandan. Hava durumunu bol gazlıdan, güneşliye çevirmek isteyenler sokaklardadır.
Barış da onlardan biridir ve ODTÜ’deki protestoya katılır: “ODTÜ’ye gittim, bir kalabalık var ama açıkçası durumu çok da anlamadım. Biz yürüyüşe başladık, dört yüz beş yüz öğrenciydik, iki üç dakika geçmeden çok yoğun bir polis saldırısı başladı. Daha önce de polisin gazlı müdahalelerine denk gelmiştim ama öylesini görmemiştim. Kocaman ormanlık arazi ama kaçacak yer yok. Her yerden gaz atıyorlar. Ses bombaları, gaz bombaları, plastik mermiler… Her saniye patlama sesleri… Savaş alanı gibiydi. Bu ortam saatlerce sürdü. Bayılanlar, ayılanlar… Onu taşı, bunu taşı… O zaman 19 yaşındaydım. Yaralananları nasıl taşımam gerektiğini orada öğrendim ben.Bir noktada polislerle aramızda 20-30 metre kalmıştı. Çok öfkelenmiştim. Önde saçma sapan koşmaya başladım. Oradan polis bana gaz kapsüllü silahıyla hedef aldı. Kafanı koruman, önlem alman gerekir ama o yorgunlukta, o ortamda onu düşünemedim. Polisin karşısında duruyordum derken tak diye bomba sesi geldi. Sarsıldım. Vurulduğumu hissettim, arkamı döndüm ama ciddi bir şey sanmıyordum. Milletin suratında dehşeti gördüm. Biraz yürümeye başladım ve ayaklarım kesildi, yere düşerken beni birilerinin tuttuğunu hatırlıyorum en son.”Kampüse ambulansın gelmesine izin verilmez. Arkadaşları Barış’ı güç bela, gazların içinden geçerek özel bir arabayla önce bir özel hastaneye götürürler. Bilinci gidip gelmektedir Barış’ın. Arkadaşları konuşarak uyanık tutmaya çalışır. Ama Barış elini başına götürüp elleri kan olana kadar anlamaz ne olduğunu. Pamuk ipliğine bağlı bilinci o an kapanır. Özel hastanede detaylı müdahale edilemez. Barış, “Belki de ölüm riskim çok yüksek olduğu, özel hastanenin ölüm oranları yükselmesin diye müdahale etmediler” diye anlatacaktır seneler sonra bu durumu. Müdahale edilemese de ambulansa konulur. Hastane hastane gezdirirler. Yer yoktur. Durum kritiktir. En sonunda Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yer bulunur. Tam ameliyata başlayacaklarken beyin kanaması dışarıdan ön müdahale ile durur. 24 saat sonra Barış’ın bilinci yerine gelir ama 16 gün yoğun bakımda kalacaktır.
Barış’ın tedavisi sürerken, 2016 yılında OHAL yasasıyla kapatılacak Cihan Haber Ajansı ve Zaman gazetesi, Barış’ı arkadaşlarının attığı taşın yaraladığını öne süren haberler yayınlar. Dönemin hakim medyası, polis şiddetini aklamak için haberler yayınlarken Barış’ın annesi Zeynep Barışık, “İsteyen istediğini söylesin, konuşsun. Söylediği doğru da olabilir yanlış da olabilir. Bunun karşılığı bu şekilde bir darbe olmamalıydı. Çocuğumun durumuyla ilgili suç duyurusunda bulunacağız. Ölümden döndü. Tabii ki hakkımızı arayacağız” diyecektir. Anneannesi ise kardeşine bakmak zorunda kaldığından yanına gelemez.
Barış, hastanede ziyaretine gelen arkadaşlarının endişeli olduklarını da anlatıyor. Üyesi olduğu Öğrenci Kolektifleri’nden arkadaşları hem Barış’ın sağlığı için endişelidir hem de yoldaşlarının yanında yeteri kadar durup duramadıklarını sorgularlar. Bir yandan da Barış’ın “mücadeleyi bırakıp bırakmayacağı” da endişe sebebidir. “Ama öyle bir şey bir an için bile aklımdan geçmedi. Hani kahramanlıktan filan değil. Bir eyleme gittim, başıma bir şey geldi, hemen ardından basına demeç vermeye başladım. Refleks gibi benim için” diye anlatıyor Barış, arkadaşlarının endişesinin kendisine yansımasını. Ben de şaşırıyorum hiç dinlenmeden, beklemeden hemen en iyi bildiği şeye, hakları savunmak için mücadele etmeye başlamasına. Soruyorum: Neden?“Çok bilmiş, ukala bir çocuktum ben. Devamlı dersaneye gider, test çözerdim. Bunu da kendi isteğimle yapardım. Özgürleşebilmek için çalışmam gerektiğini düşünüyordum. Lisedeyken ben doktor olmak istiyordum. Daha doğrusu ben istemiyordum, eğitim sisteminde başarılı isen sayısalcı olursun. Sayısalda da ya mühendis ya da doktor olursun. Başka bir alternatifin olmaz. Senelerce doktor olmak için hazırlandım. Son senemde bölüm değiştirdim. Avukat olmak için. 16 yaşında Liseli Genç Umut’ta örgütlenmiştim ve hakları savunmanın ne kadar önemli olduğunu gördüm. Avukat olmayı da bu yüzden istedim. Ayrımcılığa uğrayanların, ezilenlerin haklarını savunmak benim için çok önemliydi.”Sohbet ilerlerken gülmeye başlıyor Barış. “İlk eylemimi anlatayım mı sana” diyor ve başlıyor:“Altıncı sınıfta ilk eylemimi yaptım. Çocukken de aileden gelen bir şeyle herhalde, insan haklarını, anayasayı bilirdim. İnsan hakları bildirgesini okurdum. O dönemde okulda öğretmenler öğrencileri çok dövüyordu. Ben inek, dört dörtlük, muntazam, okulun en iyi öğrencisi olduğum için çok dayak yemezdim. Benim hatalarım hep hoşgörülürdü. Ama çok fazla dayak yiyen arkadaşım vardı. ‘Öğretmenlerin öğrencileri dövme hakkı yok, bu insan haklarına ve anayasaya aykırı ve suç’ diye bir kağıda yazdım, fotokopiyle çoğalttım. Okulda dağıttım. Tabi okul karıştı yani. Nöbetçi öğretmen bir bildiriye bakıyor, bir bana bakıyor. Adamın suratı değişti. Beni aldı müdür muavininin yanına götürdü. Müdür muavini de kızardı. Ufacık çocuk var karşısında. Lise de değil. Kızdı biraz, bağırdı. Bir iki saat sonra yine çağırdı. ‘Sen bizim için çok değerli ve başarılı bir öğrencisin’ dedi. Konuyu kapattı.”Ailesinin tepkisi ise gülmek olmuş. Daha önce bir öğretmenine, ‘Ancak aciz insanlar başkasını döver’ demiş bir çocukları varmış nihayetinde…
Barış’a ODTÜ’deki polis şiddetinden kalan; yargılanmayan polisler, epilepsi nöbetleri ve yüzde 5 engelli raporu; Cebeci kampüsündeki öğrenci eylemlerinden ise, yılan hikayesine dönen bir avukatlık ruhsatını alamamak kalır. “Hak savunmak için avukat olmak gerekmiyor elbette” diyor ama bir yandan da ruhsatını alamamasından dertli. Çocukken, şiddete karşı korumak istediği arkadaşları varmış Barış’ın. Şimdiyse haklarını savunmak için müvekkilleri olsun istiyor ama olamıyor…Barış, gözaltına alındığı sene, 2017’de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olur. Ankara Barosunda avukatlık stajını tamamlar. Ancak, gözaltına alınmasına sebep olan dava ve öğrencilik döneminde katıldığı eylemlerden açılan davalar, bu sefer karşısına mesleğini yapamaması ile sonuçlanacak bir silsile olarak çıkar:“Siyasi saiklerle açılan davalar gerekçe gösterilerek ruhsatım gasp edildi. Ve dört yıldır bütün kriterleri tamamlamama rağmen mesleğimi yapabilmem engelleniyor. Sadece o da değil, başka bir yerde iş bulmam da mümkün olmuyor. Hukuk Fakültesi mezunuyum, ruhsatım gasp edilmiş, başka bir yerde avukatlık dışında bir işe başvurunca bu sefer şüpheyle karşılaşacağım. ‘Sivil ölüm’ yaşıyoruz. Tek de değilim maalesef. Benim durumumda olan o kadar çok avukat var ki…
ODTÜ olayından da sonra ben mücadeleye devam ettim. Demokratik üniversite mücadelesi, parasız eğitim mücadelesi… Sadece üniversitede yaptığım çalışmalar da değil. ‘Okumuş insan halkın yanındadır’ kampanyası kapsamında yoksul mahallelerde çocuklarla atölyeler yapıyordum. Gezi eylemlerinde, Ethem Sarısülük davasında, Soma eylemlerinde yer aldım. Politik bir öğrenciydim. Ülkede muhalif, politik bir öğrenci olduğunda hakkında çok fazla dava açılıyor. ODTÜ’de mesela ölümden dönen benim, polisleri tespit edemedikleri için soruşturma bile yok, bana kamu malına zarar vermekten ceza veriliyor…”Barış, buradan devletin Cebeci kampüsüne hıncına geçiyor. Bir yandan da, “Ruhsat gaspını neden buradan başlatıyorum” diye hem kendine hem de bana soruyor. İkimizin de cevabı bildiğine emin olduktan sonra devam ediyor: “Cebeci kampüsü özellikle Gezi’den sonra devletin özellikle yöneldiği, gözüne batan bir yer oldu. Şehre çok yakın, şehre etkisi yüksek, akademisyeniyle öğrencisiyle muhalif bir üniversite. Buraya müdahale de adım adım geldi. Bizlere açılan davalar da bu müdahalenin bir ayağıydı.”
Üniversitede okurken hakkında açılan davaları pek önemsemediğini söylüyor Barış. “Kabullenme psikolojisine” girdiklerini de ekliyor. Öğrencilik sürecinde hakkında açılan her davadan beraat eder Barış. Bir tanesi hariç. 10 Ekim Ankara Katliamı sonrası, Eğitim Sen'in yaptığı boykot çağrısına uyduğu gerekçesiyle eğitim öğretimi engellemekten 6 yıl 3 ay ceza alır. Ceza henüz kesin değildir, istinaftadır. Ancak stajından sonra bir buçuk yıl boyunca Türkiye Barolar Birliği, avukatlık ruhsatını vermez. İtiraz eder. TBB, kararından döner. Barış, 28 Mayıs 2020’de Ankara Barosu’da yemin ederek, resmi olarak avukatlığa ilk adımını atar ancak bu sefer de Adalet Bakanlığı devreye girer. TBB’ye dava açar, yürütmenin durdurulmasını ister. 14 Ağustos 2020’de yürütmeyi durdurma kararı çıkar ve Barış’ın ruhsatı geri alınır.“Her ne kadar terör örgütü üyeliği suçlamasından beraat etmiş olsam da, hiçbir delilin olmadığı bir davada, eğitim öğretimi engellemekten ceza aldım. Ancak bu ceza da kesin değil. Masumiyet karinesi ihlal ediliyor. Terör örgütü üyeliğinden herhangi bir şekilde ceza veremeyecekleri o kadar ortada ki, eğitim öğretimi engelleme gibi bir gerekçeyle ceza verdiler. Çok kısa bir ara dışında benim şu an üç yıldır ruhsatım gasp ediliyor.”Bütün bunların kendisini nasıl etkilediğini soruyorum; “Türkiye’de yaşadığımın farkındayım” diyor. Gezi davasında verilen cezaları, Barış Akademisyenleri’nin yaşadıklarını hatırlatıyor.“Tek ben değilim ama kişisel olarak zor bir süreç. Evet, ayaktayım. Evet, pes etmiyorum. Ama avukat olmak benim hayalimdi. Yıllar geçti, üniversiteyi kazanalı on yıl oldu. Ben hâlâ avukat değilim. On yıl önce avukat olmaya karar verdim, bunun için uğraştım ama o kadar belirsiz bir süreçteyim ki. İstinaf süreci çok uzun. Yargıtay’ı da var. Bu belirsizlik hayal kırıklığı yaratıyor. Ama şunu biliyorum: Ben, en sonunda avukat olacağım. Şu ana kadar yaptığım her şeyin arkasında durdum. Haklı olmanın bilinciyle ayakta duruyorum.”