Sosyolog Pınar Selek'le sohbetimiz, "Sosyolog olmak lafını sevmiyorum" cümlesiyle başlıyor. Bir şey olmanın kendisine uymadığını anlatıyor ekran başında. Ben Ankara'da, o Fransa'da. 2009 yılından beri sürgünde.
Röportaj öncesinde tanışmıyoruz aslında. Röportaj vesile oluyor tanışmamıza. O, ülkeden gitmek zorunda kaldığında ben daha İstanbul'a üniversiteye yeni gelmişim. Bu rastlantılardan konuşuyoruz arada. Ortak tanıdıklara selamlar yollanıyor. Bir an için, 25 yıl dört beraat gören davadan bahsetmek için değil de, muhabbet etmek için bir araya gelmişiz gibi oluyor.
Ben de bırakıyorum davayı bir kenara. Geliriz oraya da. Ama bir insanın sadece hakkında açılan ve 25 yıl süren bir davadan ibaret olmadığını görmek istiyorum. Başa dönüyorum, en başa. Ve 90'larda, hiç de popüler değilken seks işçisi trans kadınlarla, Kürtlerle ilgili araştırmalar yapmaya neden karar verdin diye soruyorum. Aklından bir zorun mu var dercesine.
Ama önce o, yarım bıraktığı sosyolog cümlesini tamamlamak istiyor. "Yaptığımız işler, kimliğimize dönüşüyor ama onlar bir iş, kimlik değil" diyor ve daha da baştan başlıyor anlatmaya.
Sosyoloji öğrenmek istemesinin ilk nedenini, 12 Eylül sonrası büyümesine bağlıyor. Toplumsal direnişlere daha çocukken tanık olmasından, babası direnişlerin, sendikal ve siyasi davaların avukatı Alp Selek'in tutuklanmasından ve annesinin koca bir dünyanın sığdığı küçük eczanesinden bahsediyor.
"Babamı ben 9 yaşındayken evden aldılar. Cezaevine onu ziyarete gidiyorduk. Annemin eczanesinde sürekli insanlar buluşuyordu. Koltuklar vardı. Çaylar, kahveler içilir, sohbetler edilirdi. Çevremdeki insanların bugünden yarına sessizleştiğini görüyordum. Televizyondaysa bambaşka bir dünyayı izliyorduk. Kafamda çok ciddi sorular vardı ama bu sorular arasında bağ kuramıyordum. Bütün bunları düşünürken, sosyoloji okursam iyi olacağına karar verdim. Son derece varoluşsal sorular beni sosyolojiye götürdü diyebilirim. Kısacık bir hayat var ve bu hayatı birlikte nasıl yaşayacağız? Sorum buydu."
Çocukluğundan hatırladığı, hiç unutmadığı bir diğer şeyse bir tiyatro oyunu. Annesinin götürdüğü Gergedan oyunu, şimdi bile aklına kazınmış. Ionesco'nun, yavaş yavaş herkesin gergedanlaşmasını anlattığı klasikleşen oyunundan bahsederken gözlerinin ışıdığını fark ediyorum. Oyundan biraz haberdarım ama sahnede hiç izlemedim. O ışıltı kaybolmasın, bir de bana oyunu anlatmakla uğraşmasın diye çaktırmamaya çalışıyorum. Çakıyor. Doğalında kısaca anlatıyor oyunu bana. Bunu yaparken de bilmediğimi bildiğini çaktırmamaya çalışıyor o da bana.
"Düzen seni nasıl içine alıyor ve nasıl disipline ediyor? Bunu yapmamak benim için önemliydi. Gergedanlaşmamak, sıraya girmemek benim için sembolik olarak cidden çok önemliydi. Buradan başlayınca senin çevrenin bile normal gördüğü şeyleri sorgulamaya başlıyorsun. Militarizmden başlayarak ben hayata, topluma bakmaya başladım. Annemin eczanesindeki karşılaşmalarla da birlikte şunu öğrendim hayatta: Kapını açınca, bir başka insana hazır olunca…"
Tam burada "hazır" yerine hangi kelimeyi kullansa diye duralıyor. Uzun yıllar Fransa'da sürgün olmaktan, aralarda Fransızcayla Türkçe karışıyor. O kelime ararken biraz da şakasına, "müsait" diyorum. Tutuyor bu kelimeyi. Türkçede "müsait kadınlığa" yüklenen olumsuz anlamlarla da dalga geçerek devam ediyor anlatmaya.
"Müsait olunca bir başkasına, kapın olmayınca çok fazla karşılaşma yaşanıyor. O karşılaşmalar benim sorularımı da büyüttü. 90'lara geldiğimizde artık sadece militarizm, devlet, sınırları sorgulamıyordum; artık mutluluk, adalet arayışı da başlamıştı. Üniversiteye gitmeden önce yavaş yavaş feminist oldum. Feminist olmak hiç görülmeyen, çok farklı gibi görülen alanlar arasındaki gizli ya da görünmeyen bağları anlamamı sağladı. O dönem çok fazla insanla tanışıyordum, müsait olarak. Gideyim eşcinsellerle de ilgileneyim, gideyim Kürtlerle de ilgileneyim gibi bir şey olmadı anlayacağın."
Gergedanlaşmamak için kendisini, kendi sevdiği şeyleri de sorguladığını anlatıyor Pınar Selek. Sadece askerlere hazırolda durmamaktan öte bir şey olduğunu düşünüyor gergedanlaşmamanın. Özgür olmayı da, özgür ilişkiler kurmayı da gergedanlaşmamaya bağlıyor. Hâlâ sürdürüyor bu egzersizi. Çocukluk aşkı Sadri Alışık'ın Ah Güzel İstanbul filmini seneler sonra izlediğinde nasıl utandığını anlatıyor mesela.
Sosyoloji okumak istemesinde başka biri daha etkili: Behice Boran. Babası Alp Selek, 12 Mart sonrası Boran'ın avukatlarından. Sadece Boran'ın da değil. TİP'in avukatı olarak senelerce hem işçilerin hem de sosyalist siyasetçilerin haklarını savundu. Haliyle, Pınar çocukken evlerinin geleni gideni bolmuş.
"Behice Boran bizim eve gidip gelirdi. O zamanlar Türkiye İşçi Partisi başkanıydı. Bize çok samimi davranırdı. Hani çocukken size samimi davranan insanlara ısınırsınız ya, öyle bir şeydi. Sonra bana Behice Boran'ın sosyolog olduğunu, köy araştırmasında sınıf kavramını kullandığını, bölümü kapattıklarını anlattılar. Hatta Genelkurmay Başkanı o dönem, ‘Bize sosyolog lazım değil' demiş."
Genelkurmay başkanının adını hatırlamıyor. "Zaten genelkurmay başkanları değil, Behice Boranların adı hatırlanıyor" diyor. Biraz da çocukluk kahramanı Behice Boran'ın elinden alınana hıncından istiyor sosyolojiyi.
Sosyoloji istediğine emin olsa da, 90'da liseyi bitirince iki yıl gitmiyor üniversiteye. Sıraya girmemek için sokağı istiyor. Yarı zamanlı sokakta yaşamaya başlıyor. Babası tutuklandığında kendisine kalan, kardeşi Seyda'ya uyumadan önce masal anlatma, masallar tükenince yenilerini uydurma alışkanlığını da taşıyor yanında. O yarı zamanlı sokakta yaşama döneminde bazen tanıdığı insanların önünden geçip gidip kendisine bakmadığına bile tanık oluyor, bazen de şiddete. Hortum Süleyman'ın şiddetini…
"Birdenbire ben elleri cebinde, İstanbul'da görünmeyen dünyanın ortasında durup hayatı anlamaya başladım. Trans kadınlar sayesinde bu mümkün oldu. O anda hayatıma giren trans kadın arkadaşlarım bana çok şey öğretti. Bana çok şey anlattılar. Kim, kimdir? Görünmeyen dünyada ne olup bitiyor? Bunları hep onlardan öğrendim. Bir yandan da sokak çocuklarıyla da arkadaş olmaya başlamıştım. Kendi sözümüzü yaratmak, sokakta birleşen sözleri ifade edebilmek için bir sokak atölyesi yapalım dedik. Sokakta yaşayan çocuklarla geliştirdik bu atölyeyi. Onlara trans kadınlar da olsun, genelevde çalışan kadınlar da olsun dedim. Başta çocuklar kızıyordu. Sonra Pınar ablanın arkadaşları diye kabul ettiler. Atölyeyi açtık. Demet, Esmeray, Hande… Geldiler. O atölyede fark ettiler ki sokak çocuklarıyla trans kadınlar aynı dili kullanıyor. Gacı, paparon, madi, beybi gibi kelimeleri hem kızlar hem de sokakta yaşayan çocukların kullandığını fark ettiler. Sokağın, sokak alt kültürünün birbirinden habersiz ortak bir dili varmış. Hepsinden de önemlisi, herkes Hortum Süleyman'dan çekmiş. Ciddi şiddete uğramışlar. Birdenbire orada bir ittifak gelişti. Bunlar, Ülker Sokak'tan önce oldu. Biz orada büyük bir deneyim yaşadık birlikte. Ben de oraya cezaevi kapıları, hapishane önünde bekleme deneyimini götürmüştüm. Benim için en büyük okul buydu. Ülker Sokak'ın gelişinin de farkındaydım açıkçası. Midye satıcıları, sokak çocukları, trans kadınlar… Hepsine saldırılar artıyordu."
Sonra Ankara'da iki yıl okuyor. Birinci sınıfta Diyarbakır'a ve Siverek'e gidiyor arkadaşlarını görmeye. İstanbul sokaklarından sonra ikinci büyük karşılaşma oluyor Pınar için bu yaz ziyaretleri. "Bu ülkede olup bitenlerin farkında değilmişim" diye anlatıyor.
"Sana anlatılan bir teori var ama bir yandan da Ermenilerle karşılaşmışsın, Kürtler var, kadınlar var. Cinselliği sorgulamaya başlıyorsun. Feministsin. Özel olanın politik olduğunu biliyorsun. O görünmez bağlar ve sıraya girmemenin cinsel anlamda da sıraya girmemek olduğunu anlayınca, bütün egemenlik sisteminin iki insanın sevişmesiyle neden bu kadar ilgilendiğini de sorguluyorsun. Aynı sistemin hepimize farklı bir şekilde vurduğunu anlamaya başlamıştım."
Militarizm, milliyetçilik ve cinsel rejim arasındaki bağları fark etmesiyle; yaşadığı karşılaşmaların eklediği insani boyutlar eş zamanlı ilerliyor yani. Ülker Sokak zamanlarında İstanbul'a dönmüş olan Pınar Selek, televizyonda arkadaşlarını görüyor. Demet Demir'in dayak yediğini görür görmez hemen yanlarına gidiyor.
"Ben Ülker Sokak'a öyle araştırma için filan gitmedim yani. Arkadaşlarımı gördüm, desteğe gittim. Hani bir şekilde oraya ekmek sokarım, yemek sokarım diye gittim. Araştırma kısmı sonradan kızların isteğiyle geldi. Yazmamı istediler. Ben de yazayım dedim ama Maskeler, Süvariler, Gacılar mesela bir ‘trans kadın' kitabı değil. Ezilenlere bakmıyor. Hep egemenler, ezilenlere bakıyor. Ben, egemenlere bakmak istedim. Bunlar olurken bir yandan da anti-militarist olarak Kürt hareketini araştırmaya başladım. Ben genelde ikili çalışırım zaten. İki ayrı araştırmayı aynı anda yaparken iki çalışmanın birbirine konuştuğunu fark ettim."
Pınar'ın araştırmasından dolayı tutuklanmasına geçiyorum. Pınar, 1998'de tutuklandıktan iki ay sonra cezaevindeyken televizyonda görüyor kendisine tutuklanma gerekçesiyle hiçbir ilgisi olmayan Mısır Çarşısı patlamasından suçlama yöneltildiğini.
"Sokaktan bütün arkadaşlarım cezaevi önüne gelmişlerdi. Ben, gelmesinler diye haber yolluyordum ama bana değil, bizim ortak düşümüze sahip çıkmak için geliyorlardı. Ortak mücadelemiz, o atölyemiz içindi. Birden cezaevi önünde trans kadınları, sokak çocuklarını görünce afallamıştı cezaevi de. Onların bana sahip çıkması her şeyi değiştirdi. Hayatımdaki en önemli an, onları orada görmekti. Devlet, herhalde bu kızın solcu babasının birkaç arkadaşı, İHD filan gelir, konu biter diye düşünüyordu. Ama öyle olmadı. Birden düşman ilan edilmek, idamla yargılanmak şok etmişti ama hakiki karşılaşmaların ne kadar büyük bir güç yarattığını fark ettim. Mucizeler de yaratabilecek bir güç bu. Silahlı güçlerin anlayamadığı bir güç."
Cezaevinden çıktıktan sonra barış mücadelesi sürüyor. Kadınlar Barışa Yürüyor kampanyasından, Amargi'ye barış ve feminizm hep gündeminde oluyor. Bu arada dava iki ileri bir geri sürüyor. Davanın detayları, işkence, kötü muamele, dört kere verilen beraat kararı herkesin malumu. Bilineni tekrarlamak istemiyorum. Sürgündeki hayatını soruyorum son olarak.
"Önce Almanya sonra Fransa… Olduğum yerde dümeni elime alacağım dedim. Burada da çok ciddi sosyal mücadeleler var. Dünya çapında mesela göçmen mücadelesi var. Buradaki sorunlarla çok fazla haşır neşir oldum. Avrupa politikalarından kaynaklı göçmenlerin çok ciddi sorunları var."
Sekiz bin kişi tam da pandemi zamanı sınır politikalarına karşı eylem yaptıklarını anlatıyor. Kadınlar Barışa Yürüyor kampanyası gibi geliyor bana. Eylemlerden bahsederken bir kez daha gözleri ışıyor. "Buradakilere, buradaki karşılaşmalara müsait oldum" diyeyim sana diyor…
1998'de "terör örgütü propagandası yapmak" suçlamasıyla tutuklanan Pınar Selek, Mısır Çarşısı Davası'nda yargılandı. Yaptığı araştırmasına el konulan Selek, işkenceye uğradı. Kendisine uygulanan Filistin askısında sol kolu çıkan Selek için kolunun üstüne düştüğüne dair tutanak tutuldu. Selek, Mısır Çarşısı Patlaması'ndan yargılanacağını Ümraniye Cezaevi'nde tutukluyken televizyondan öğrendi.
9 Temmuz 1998'de meydana gelen Mısır Çarşısı patlamasından 2 gün sonra ve patlama ile ilgili geniş çaplı soruşturmanın yapıldığı bir süreçte gözaltına alınan Pınar Selek'e patlama ile ilgili tek bir soru dahi sorulmamıştı.
İddianamede isimlerine yer verilen tanıklar, poliste ve savcılıkta avukat olmaksızın verdikleri ifadelerde Selek'i suçladı. Selek'i suçlayan sanıklardan Abdülmecit Öztürk, duruşmada ise Selek'i tanımadığını ve ifadeleri işkence altında verdiğini söyledi. Duruşmalarda, Öztürk'ün Türkçe bilmeyen halası da ne yazıldığını bilmediği kağıda parmak basmaya zorlandığını anlattı.
Polisin, Mısır Çarşısı patlamasına ilişkin olay yeri raporları da, ardından hazırlanan çok sayıda bilirkişi raporu da patlamanın bombadan kaynaklandığına dair herhangi bir bulgu ortaya koymasa da dava 25 yıldır sürüyor. 25 yıldır devam eden yargılama sürecinde altı ayrı olay yeri inceleme ve kriminal raporunda patlamada bomba izine rastlanmadığı belirtildi. Uzmanlar, tüpgaz kaçağından dolayı patlamanın meydana gelmiş olabileceğine yönelik görüş bildirdi.
Mahkeme, 2008'de davayı beraatle sonuçlandırdı. Savcılık, Öztürk hakkındaki beraat kararını temyiz etmedi ve karar kesinleşti. Selek hakkındaki karar ise Yargıtay'a taşındı. Yargıtay 9. Ceza Dairesi, bu kararı da mahkumiyet verilmesi için bozdu.
Selek, bu davadan dört kere beraat etti. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 25 yıllık yargılama süresince mahkemelerin 4 kez beraat kararı verdiği Pınar Selek'in, "ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası" öngören eski Türk Ceza Kanunu'nun 125. maddesinden cezalandırılması gerektiğine karar verdi. Yargıtay, beraat kararının bozulmasını ve hapis cezasının onanmasını talep etti.
17 Ocak 2023 günü Yargıtay Ceza Genel Kurulu beraat kararının bozulması ile ilgili gerekçeli kararını İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderdi. Mahkeme de Pınar Selek'e ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesi gerektiğine ilişkin kararı doğrultusunda Selek hakkında tutuklama ve kırmızı bülten çıkartılmasına karar verdi.
Selek, dördüncü beraatini bundan 8 yıl önce almıştı. 8 yıl boyunca davada bir gelişme olmadı. Ta ki geçtiğimiz Haziran ayında Anadolu Ajansı (AA) aracılığıyla beraat kararının bozulduğu haberi, daha karar imzadan çıkmadan, dava dosyasına konulmadan servis edilene kadar.
Pınar Selek, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemiyle yeniden yargılanıyor. Dava, 31 Mart Cuma saat 10.00'da İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülecek. Davayı takip eden Hala Tanığız Platformu, 31 Mart'ta bir kez daha "Pınar Selek'in beraatini elimizden alamazsınız" demeye çağırıyor:
"Siz Pınar'ı mahkûm edemezsiniz ama biz bir insana, ailesine ve uğruna mücadele ettiği herkese dayatılan bu insanlık dışı zulmü 25 yıldır her gün her an mahkûm ediyoruz. Dile kolay 25 yıl boyunca Mısır Çarşısı komplosunun her bir yalanı tek tek ortaya kondu. Pınar Selek'in beraati ortak onurumuzdur. Bahsi geçen 25 yıl, bizim kendi tarihimiz. Bu beraat bizim gençliğimiz, adil, eşit ve özgür bir ülke hayalimiz. Bu beraat bizim ortak mücadelemiz. Son 25 yıldır tanık olduğumuz her bir siyasi cinayette, barışa yönelik her bir provokasyon girişiminde biz meydanlara, sokaklara ve hayatlarımıza bu şiarla sahip çıktık. Şimdi hepinizi 31 Mart'ta bir kez daha mahkemeye, öncesinde de ülke içi ve uluslararası mecrada dayanışma çemberini her koldan genişletmeye çağırıyoruz. Pınar Selek'in beraatini elimizden alamazsınız. Hayatımızı, hakikatimizi, umudumuzu elimizden alamazsınız. Buradayız. Bugün, yarın, daima… Bir yere gitmeyeceğiz. Karanlık kaybedene dek!"
Yıldız Tar kimdir? Sıfatsız gazeteci, Boğaziçi terk, Cranberries hayranı, fantastik roman müptelası. 2013 yılında gazeteciliğe başladı. Etkin Haber Ajansı'nda editör, Özgür Radyo'da program yapımcısı ve sunucusu olarak çalıştıktan sonra 2014'ten beri LGBTİ+ internet gazetesi KaosGL.org'ta sırasıyla muhabir, editör ve yayın yönetmeni olarak çalıştı. Halen bu görevi sürdürüyor. Sol, sosyalist siyasi partilerle LGBTİ+ hakları üzerine röportajları "Yoldaş Ben İbneyim" başlığıyla, trans kadınlarla röportajları "Dönmelere Doyamadık" ve Türkiye'deki LGBTİ+ hareketinin tarihine ilişkin sözlü tarih çalışması "Patikalar: Resmî Tarihe Çentik" ismiyle kitaplaştı. Kaos GL Derneği'nin senelik medya izleme raporunu kaleme alıyor. Çeşitli gazete, dergi, kitap ve dijital mecralarda LGBTİ+ hakları, hafıza çalışmaları, edebiyat, nefret söylemi ve medya okur yazarlığı üzerine yazıları yayımlanıyor. T24'te "İnsan Manzaraları" başlıklı portre röportajlar yapıyor. |