“Dile ki uzun sürsün yolun. Nice yaz sabahları olsun, eşsiz bir sevinç ve mutluluk içinde önceden hiç görmediğin limanlara girdiğin!” *
Keşan’dan başlayan bisiklet yolculuğumun son durağı Atina. “Hızınız arttıkça gördükleriniz azalır” diyordu bir kamu spotunda, otomobilleri kastederek. Bisiklet en yavaş otomobil sürüşünden bile kat kat daha fazla şey görmek demek; santim santim tırmandığınız yokuşu inerken, rüzgarı bedeninizde, yüzünüzde hissetmek demek. İçinden geçtiğiniz köylerin kasabaların evlerinden yayılan yemek kokularını duymak, geçip gidişinizi şaşkınlıkla izleyen bir çocukla göz göze gelmek, tekerleğinizin önünden kaçan karıncanın telaşına tanık olmak demek.
Larissa’dan sonra kilometrelerce süren biçilmiş sapsarı tarlaların arasından geçtim, anlaşılan buralar Yunanistan’ın tahıl ambarıydı. Atina’ya yaklaştıkça arazi yeşillendi, dağlar tepeler kendini gösterdi. Bize de onları aşmak düştü. Yolculuğun başından beri en dikkat çekici olan yol boyunca gördüğümüz, terkedilmiş küçük işletmeler oldu. Benzinci ve restoranlar başta olmak üzere, bir zamanlar üretim yapılan yerler olduğu çok belli olan küçük çaplı işletmelerin sayısı çok fazlaydı. Bu görünümün, ekonomik krizin bir göstergesi olduğunu düşündüm hep yol boyunca.
Yunanistan tarihinin belki de en büyük krizini yaşıyordu. Küresel sermayenin Avrupa kanadının avucuna düşen ekonomi, büyük bir borç batağına saplandırılmış, halkın elinde avucunda ne varsa onları da talep eder bir noktaya gelmişti. Ocak ayında bütün bu sıkıntılı ortamda, emekçilerin bir umudu olarak iktidara gelen solcu Syriza ise, sermaye çevrelerinin adeta sömürgeci bir ruhla dayattıkları yeni reçeteleri kabule zorlanıyordu. Bense ömrümün neredeyse yarısında hayatımda bir şekilde yer almış Sokrates, Platon ve Aristoteles’in şehrine giriyordum. Bisikletimle, pedal pedal gelmiştim felsefenin memleketine, gururluydum fakat Yunanistan krizdeydi ve Atina’nın beni özel bir törenle karşılayacak hali yoktu.
Atina’da beni misafir eden bisikletçi dostlarım Yorgo ve Güner’in evinin balkonuna çıktığımda şehir hakkında ilk izlenimim oluşmuş oldu. Akropol merkezli bir şehir. Yüksek bina yok. Dış çevre dağlarla çevrili, ortadaki yüksekliğin tepesine kurulmuş Akropol’ü bütün şehir görebiliyor. Dostlarım sayesinde şehri bisiklet üzerinde hızlıca gezme ve orada yaşayan insanlardan bilgi edinme şansım olacak. Yorgo, Yunan vatandaşı bir asker, konuşmalarımıza bisikletle başlasak da kriz hep ön plana çıkıyor. Bütün iktidarlara kızgın, ülkenin bu hale gelmesinden onları sorumlu tutuyor. Syriza iktidarından da umutsuz. İşte biraz onun anlattıkları biraz benim gözlemlediklerim...
Atina bisiklet için kolay bir şehir değil, belediyelerin bir bisiklet politikası olmadı, şimdi de yok diyor Yorgo. Şehir merkezinde yoğun bir trafik var. Pire liman bölgesi ve sahil bandı dışında kalan şehir merkezi çok dik olmasa da inişli çıkışlı. Son zamanlarda katlanır bisiklet yaygınlaşıyormuş. Belki ekonomik kriz de insanları daha çok bisiklet kullanmaya zorlar diye düşünüyorum.
Yorgo devam ediyor, hafiften gülümseyerek, Papandreu bisiklete binerdi. 2008’de düşüp, kolunu yaralamıştı, geçenlerde yine düşmüş. Başka da bir şey yaptığı yok, Yunancayı bile doğru düzgün bilmez, Amerikan doğumlu diye de bilgi veriyor. Çipras diyorum, o biner mi bisiklete? Hayır diyor. Problem diye devam ediyor, gençliğin umutsuzluk içinde olması, kimse ilerde bir ışık görmüyor ne yazık ki işsizlik çok yaygın. Gençler baba parası yiyor, bu utanç verici bir durum onlar için ama çareleri yok. Herkes gözünü sola çevirip orada umut aradı ama o da aynı çıktı. İşte beş aydır iktidardalar, onlar da bir şey yapmadı. Beş ay az bir zaman değil mi diyorum, yok diyor, iyiye doğru bir işaret yok. Problem büyük ve onlar çok deneyimsizler, referandum denildi fakat yapılan aslında bir referandum değildi, çünkü ‘evet’ ya da ‘hayır’ sonuç aynı olacaktı. Nitekim ‘hayır’ çıktı ve sonuç aynı.
Önümüzden geçen 4-5 kişilik bir bisikletçi grubunu görünce sohbetin yönünü bisiklete çeviriyorum. Her şeye rağmen Atina’da epeyce bisiklete binen insan var gibi diyorum. Var tabii diyor, dün akşam baktım bilgisayardan, bugün 11 farklı tur var şehirde. Bunlar akşam 7’de başlıyorlar, değişik yerlerden hareket edip şehir merkezinde dolaşıyorlar. Hafta sonlarında ise daha uzun mesafe turlar için buluşuluyor. İşe gidip gelmek için, ulaşım amaçlı bisiklet kullanımı pek yok diyor Yorgo, Atina’da. Burada bisiklet daha çok bir hobi aracı, hatta bir tür yeni moda diye de ekliyor. Bisiklet yolu veya paylaşılmış yol hiç görmedim Atina’da diyorum, doğru diyor, hiç bisiklet yolu yok, ama Selanik’te az da olsa var.
Kriz bisiklet kullanımını etkiler mi diye soruyorum, en azından işe gidip gelmek açısından. Bakalım göreceğiz diyor, zaten bu günlerde metro ve otobüsler bedava, ATM’lerden sınırlı para çekilebildiği için diye de ekliyor... Zaten bankalar da kapalı ülkede, amma kritik bir dönemde gelmişiz ülkeye diye düşünüyorum. Bu arada Atina’da şöyle bir güzellik var, metroya günün her saatinda bisikletinle ek bir ücret ödemeden binebiliyorsun. Tek şart, en ön veya en arka vagona binmek (İzmir Büyükşehir belediyesinin kulakları çınlasın).
Yorgo en büyük problemlerden biri yolsuzluklar deyince sohbet yeniden krize geliyor. AB parayı verdi ama iktidarlar bu paraları doğru yerlere kullanmadılar. Aslında parayı verenler de bunun böyle olduğunu biliyorlardı fakat görmemezlikten geldiler, niye öyle yaptıkları şimdi anlaşılıyor aslında. Çipras da kuzu değil aslında diye devam ediyor (sanırım saf, temiz değil anlamında kullanıyor) bütün hayatı politikayla geçmiş biri. Syriza sonuçta karma bir parti, Syriza’nın bazı yöneticileri, ülkeyi bu hale getiren, çalan partilerin elemanları, oralardan gelmeler. Bütün politikacılar çok konuşuyorlar ve vaatlerde bulunuyorlar. Komünistler tamamen başka bir dünyadan konuşuyorlar, onlar romantik, en çok da onlar konuşuyorlar. Çipras vaadettiği gibi temizlik işçilerini yeniden işe aldı, bazı özelleştirmeleri durdurdu, bunlar güzel şeyler gibi ama uzun vadede karşılığı yok. Bu yüzden de çok anlamlı değil.
Pire limanından başlayıp sahil boyunca giden yola gidiyoruz, trafik çok yoğun değil, sağımızda deniz, kıvrıla kıvrıla gidiyoruz, buralarda daha yüksek apartmanlar da var. Bu arada Atina’da gördüğüm en yüksek binayı soruyorum, terk edilmiş kullanılmayan bir bina. Yorgo askeri cunta zamanında bir şekilde yapılmış yasa dışı bir bina, o zamandan beri duruyor, hiç kullanılmadı diyor. Askeri cuntaların marifetleri ne kadar benziyor birbirlerine diye geçiyor aklımdan. Sahil bandı epeyce uzun, birkaç tane marinadan geçiyoruz, çok büyük yatlar görüyorum. Oturuyoruz deniz kıyısına, devam ediyor Yorgo, Euro sistemi içinde kalmalıyız ama bu sistemin sorunları var, Almanya egemenliğinde yürüyor işler. Bak bizim eve, kullandığımız her şey Alman malı, buzdolabı, çamaşır makinası...Bizde sadece turizm var, sanayi yok. Avrupa para veriyor, kendi mallarını satıyor. Üretim yok, marul, domates, zeytinle de yürümüyor işler. Sanayi yok. İnanmayacaksın belki, Almanya’dan zeytinyağı, İtalya’dan salça alıyoruz.
Akşam olurken sahilden çıkıp, merkeze doğru yol alıyoruz. Yunan Parlementosu dün geceden beri, Avrupa'nın dayattığı ‘yeni sömürge’ kurtarma paketini görüşüyor. Parlemento binasının bulunduğu Sintagma Meydanı'na yaklaştıkça meydanda gösterilerin yapıldığını öğreniyoruz. Yorgo, başka yollara sapıyor, meydana girmiyoruz. Sintagma’da, parlementoda kabul edilen kurtarma paketi ve Syriza yönetimi protesto ediliyor. Yorgo, yapacak bir şey yok, olacağı buydu diyor. Şimdi hızla laf yerine iş üretme zamanı. Sıkıntı zaten var, bari bu sefer sonunda bir düzelme umudu olsun...
Yunanistan’ın heyecanlı, hareketli günleri devam edecek gibi görünüyor. Antik dönemin ruhuna uygun olan da bu. Konuşulacak, tartışılacak, siyaset üretilecek. Benden bu kadar. Pire limanından, Sakız’a giden gemi beni bekliyor... Ne mi kazandım bütün bu yolculuktan? Kavafis söylesin: “Geçtiğin bunca deneyden sonra öyle bilgeleştin ki, Artık elbet biliyorsundur ne anlama geldiğini İthakaların.”
*Şiir: Konstantin Kavafis / İthaki (Şiirin tamamına şuradan ulaşabilirsiniz.)
@ymbymb