Eskilerin devrimci şairi Ataol Behramoğlu Cumhuriyet Gazetesinde geçtiğimiz günlerde yazdığı “HDP’ye oy vermek” başlıklı yazısında ilginç saptamalar yapmış ve bir takım mantık yürütmeler sonucunda, aman HDP’ye oy vermeyin sonucuna varmış. Ortaya koyduğu argümanlar siyasi perspektif anlamında Sözcü gazetesinin ufkunu pek aşamadığı için okuyup geçmek de mümkündü benim için; ne var ki, bir zamanlar şiirlerini okumuş olmamın hatırına yazmadan da edemedim. Ne diyor Ataol Behramoğlu? Aman HDP’ye oy vermeyin. Peki neden? Bu bir modadır, modaya uymayın. İşbirlikçidir. Demokrat değildir. Hep laf üretiyor. Ulusal bütünlük içinde bir etnisiteyi temsil ediyor, filan... Peki kime oy verelim? Bu konuda bir şey demiyor. Aman aman HDP’ye vermeyin de kime verirseniz verin diyor. Yanlış anlaşılmasın ben burada Behramoğluna karşı olarak, “Hayır HDP’ye oy vermeliyiz.” demeyeceğim. O ayrı bir yazı konusu. Ben daha çok yazarın, aslında hiçbir tutar tarafı olmayan düşüncelerini, ortalığı dumanlayarak, lafı çevirerek bize demokrasi adına konuşuyor gibi yutturmaya çalışırken, nasıl da aslında, -ulusalcı filan demeyeceğim, kibar olmaya gerek yok- milliyetçi ve ırkçı sularda dolaştığını göstermeye çalışacağım. Ne diyor şairimiz? HDP’ye oy verme eğilimine “Şimdilerde bir moda var” diyor. Yani insanların, seçime giren dört büyük partiden yani AKP, CHP ve MHP’den değil de oylarını HDP’den yana kullanmalarını bir “moda”, bir sorun olarak görüyor. Bu arada “HDP’nin doğal seçmeni” dediği kişilere diyeceği olmadığını söylüyor. Pes doğrusu... Bir, “HDP’nin doğal seçmeni” kimlerdir? Yazar burada kimleri kastediyor? Bir anlamda gözden çıkardığı Kürt’leri mi? İki, bütün siyasi partiler kendi seçmeni dışındaki seçmenlere ulaşmaya çalışmaz mı, eğer onları etkileyebilirse, ancak o zaman başarılı olmazlar mı? Aksi halde hiçbir partinin oyu değişmeden hep aynı kalmaz mıydı? HDP için sürekli olarak “Aman Türkiye partisi olsun, Kürt partisi olmasın” diye tutturup, sonra da “doğal seçmeni”yle yetinmesini beklemek nasıl bir mantıktır. “İnce hesaplara, yüksek entelektüel usavurmalara benim aklım pek ermiyor.” diyor, doğrudur, siyasete hele hiç ermediği daha da doğru. Şöyle yazmış: “Öncelikle, HDP kime ve neye güvenerek seçimlere parti olarak girme kararı aldı? Bir başka deyişle, barajı aşacağı güvencesini nereden alıyor? Barajı aşamayıp parlamento dışı kalırsa ülkede neler olabileceğinin hesabını yaptı mı?” Yani ortada 12 Eylül’den kalma faşist bir, %10 barajı var; bu baraj, o günden beri gelen iktidarların hepsinin işine gelmiş ve kullanılmış bir baraj, demokrasimizin utancı, hepimizin utancı. Şimdi bir siyasi parti bu baraja karşı direnme kararı alıyor. Behramoğlu adeta, baraj yıkılacak korkusuyla mı nedir, baraj savunusuna geçmiş. Efendim, HDP neden düşünmüyor, “vah vah ya barajı geçemezsem ne olacak Türkiye’nin hali?” Bir zamanlar devrimci şiirler yazan Behramoğlu acaba barajın nasıl yıkılacağını düşünüyor? Bir siyasi parti olarak, kendisine oy veren milyonlarca insana, “madem baraj var ben de teslim olayım, aşmaya çalışmayayım, noolur noolmaz, ya aşamazsam, kimbilir neler olur” mu demeli?
Behramoğlu, HDP’ye oy isteyenlerin çağrısı için “Bu çağrı gizli bir tehdit de içeriyor: Eğer HDP’ye oy vermezsen, demokrat değilsin. Ulusalcısın, şusun busun...” diyor ama çağrı yapanlara parmak sallamaktan da geri durmuyor. Zamanında da, Demirtaş’ın konuşmalarından etkilendiniz, ya da zaten destekçisiydiniz, oy verdiniz, bakın neler oldu sizin yüzünüzden demeye getiriyor. Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasının sorumluluğunu Demirtaş’a oy verenlerin üstüne yıkıyor.
Behramoğlu feci yazısına devam ediyor, “Demokrasi savaşımında bu partiye güvenmem için bir neden var mı? Dinci-faşist partiyle ve onun değişmez lideriyle iş ve ağız birliği içinde çözüm arayışında olan parti, bu değil mi? Gördüğünüz gibi dil çirkinleşiyor. Şair kızgın. İlk darbeyi çözüm süreci alıyor. Soruyoruz: 30 yıldır süren ve binlerce gencimizin ölümüyle sonuçlanan savaşın bitmesi için acaba kimler kimlerle görüşecek? Savaşın bitmesi için, onlarca barış şiiri yazmış bir şair olarak Behramoğlu’nun önerisi nedir? Bir savaş nasıl biter acaba? Savaşan taraflar görüşmedikçe bir savaş biter mi? Tabi ki “Dinci-faşist” de olsa karşında kim varsa onunla görüşülecek. Bunun başka çaresi var mıdır? Şunu da soralım: Acaba ne yapsalardı, Kürtlere hak verirdi Behramoğlu?
Devam edelim, “Ortağına arada bir yönelttiği çakma eleştirilerin gerçekliğine ve samimiyetine neden inanayım? “ortağına” diyor Behramoğlu, bunu neye dayanarak söylüyor acaba, eleştirilerin “çakma” olduğu nereden belli acaba? Ya da biz Behramoğlu’nun hükümet karşıtı yazılarının “çakma” olmadığına nasıl inanalım. “Bu parti, AKP’nin iktidar oluşundan bugünlere ülkemizin üzerine karabasan gibi çöken faşist baskı ve saldırılara karşı, laf üretmekten başka ne yaptı?” diye devam ediyor. Oldu olacak memleketin bütün sıkıntılarının sorumluluğunu HDP’ye yıkıp rahatlayalım. Bu nasıl bir yaklaşımdır? Bir siyasi parti ne yapar? Politika üretir. HDP’nin geçmişten beri her türlü baskı ve zulme karşı yaptıkları ortada değil mi? Acaba bunun onda biri bir mücadeleyi hangi başka muhalafet gücü yaptı? Behramoğlu lafı devamla Ergenekon ve Balyoz davalarına getiriyor. Bu konuda HDP ne yapmışmış? “Nasıl alçakça planlar olduğu şu günlerde artık herkesin görebileceği açıklıkta ortaya dökülen Ergenekon ve Balyoz faciaları yaşanmaktayken, ne gibi karşı duruşlar sergiledi?” Yazarın ordu sevdasına yoğrulmuş devrimciliği böylece görünür oluyor. Sanki memleketimiz defelarca darbe görmemiş, sanki 12 Eylül darbesinin yıkımı hala devam etmiyormuş, sanki bu ülkenin topraklarında, binlerce kayıp, faili meçhul, JİTEM’cilerin eseri toplu mezarlar yokmuş, sanki bu ülkede asla darbe tehdidi olmamış; sanki hukuk sistemini parmağında oynatan bir iktidarın, orduyla yeniden flört etmek amacıyla yaptığı politika değişikliği sonucu darbeciler yeniden sokağa salınmamış gibi... Ne yapsaymış acaba HDP? Ergenekoncu katillerin, JİTEM’ci katillerin, Hrant’ın katillerinin savunuculuğunu mu?
“Asıl amacı ve hedefi, ulusal bütünlük içindeki bir etnisitenin, ekonomik ve sınıfsal olmaktan kat kat daha çok, kimlik sorununda odaklanan bir siyasal hareketten, ülkenin bütününde demokrasi için savaşım vermesini düşünüp beklemek, nasıl bir mantığın ürünüdür?” Dikkat edin şairimiz çok utangaç, Kürt bile diyemiyor, ulusal bütünlük demeden edemiyor, etnisite, ulusal bütünlük içindeki etnisite diyor... Acaba Behramoğlu memlekette onlarca yıldır süren savaşa neden olan o küçümsediği “etnisite”nin sorunları çözülmeden, ülkenin bütününde nasıl bir demokrasi savaşımı verecek? O “etnisite” ana dilinde eğitim alamazken, kendi bölgesiyle ilgili kararlarda söz sahibi olamazken, faşist barajlar nedeniyle temsilcilerini bile Ankara’ya gönderemezken, ülkenin bütününde nasıl bir demokrasi olacak? Behramoğlu’nun devrimciliği yerini milliyetçiliğe bırakmış ama ,“kimlik” sorununu küçümseyip, her sorunu “ekonomik ve sınıfsal” bir zemine oturtup sonra da devrimden sonraya ertelemeye dayalı o eski devrimci sekterliği sapasağlam duruyor yerinde maşallah.
Behramoğlu asıl rahatsız olduğu meseleye ise en sonda geliyor. “Yeni Cumhuriyet’imiz” diyor, “900’den fazla sanatçı aydının imzaladığı HDP’ye destek çağrısına” gereğinden fazla yer verdi. Yeni Cumhuriyet dediği, son zamanlarda Cumhuriyet gazetesine yapılan yeni transferler ve yönetim değişikliği. Bilindiği gibi, Aydın Engin yazmaya başlayınca, önce Mustafa Balbay, ben o adamla aynı yerde yazmam diyerek tripler (twit) atmış sonra sakinleşmişti... Cumhuriyet başka yazarlardan da gelen tepkilere rağmen kendini yenilemeyi sürdürdü. Ceyda Karan, Özgür Mumcu, Nuray Mert transferleri, Can Dündar’ın genel yayın yönetmenliği... Behramoğlu anlaşılan bunlardan da dertli. “Fakat acaba destekçiler içindeki birkaç değerli yazar ve sanatçı sayısı bu abartılı rakamın haber başlığına çıkarılmasını hak edecek düzeyde miydi?” Behramoğlu’na göre, bu 900 kişiden birkaç yazar ve sanatçı değerli, gerisini boşver, haber bile olmaya değmez. İşte karşımızda bir zamanların meşhur devrimci şairi Ataol Behramoğlu. Kendi şiiriyle veda edelim: “Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider” Ve diyelim ki: Evet bu aşk çoktan bitmiş artık sıra çekip gitmekte..
@ymbymb