“Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru…” Amerika Birleşik Devletleri’nde Trump’ın yeni başkan seçildiği günlerde, bizde de çobanlık konuları konuşulmaya başlayınca kafamda iki şey dönmeye başladı: Shakespeare’in 66. Sonesi ve yıllar önce izlediğim İdiokrasi (Idiocracy) adlı Amerikan yapımı bir komedi filmi. Sone beklesin, önce filmi konuşalım biraz. Sinemasal değerinden çok, şaşırtıcı konusu ve ortaya attığı fikir nedeniyle aklımda yer eden ve zaman zaman da hatırladığım film, bir distopya örneği sayılabilir. Yönetmenliğini Mike Judge’un yaptığı 2006 yılı Amerikan yapımı film, ne yazık ki, parlak konusuna rağmen Hollywood kalıplarında, vasat bir komedi düzeyinde kalmış.
Filmin üzerine oturduğu fikir en başta anlatıcı dış ses tarafından verilir: Zeki ve uyum sağlama becerisi gösteren canlıların çoğalıp ayakta kalacağını öngören evrim teorisi tersine dönmüştür, çünkü dünyadaki zeki insanlar çeşitli duyarlılıkları ve kaygıları yüzünden pek çoğalmamakta, ya hiç ya da genellikle tek çocuk yapmaktadırlar. Görece daha düşük zekalı ve eğitimsiz insanlar ise bu kaygılardan uzak oldukları için bol bol üremektelerdir. Yıllar geçtikçe, zeki ve duyarlı insanlar azalırken, yemek, içmek ve sevişmek dışında bir şey düşünmeyen insanlar hızla çoğalmıştır. Aradan 500 yıl geçtiğinde ise, bu zeka yoksunu insanlar yaşamın bütün alanlarını ele geçirmişlerdir. Film 500 yıl sonraki bu durumun yarattığı komik olayları anlatır.
Filmin ana fikrini bilimsel olarak ele alırsak, pek bir yere varamayız. Evet, zeka ile bilgisizlik, eğitimsizlik, duyarsızlık aynı şeyler değildir. Kimse zeki olanın daha iyi yöneteceğini ya da zeki insanların kendilerine daha iyi yöneticiler seçeceğini garanti edemez. Ama söz konusu filmde öne çıkarılan zekayı biz bilinen anlamıyla değil, insanlığın tarihsel süreçte yarattığı uygarlık ve değerler seviyesi olarak düşünebiliriz, ki zeka da zaten bugün insan için sadece IQ değil, toplam bir seviye olarak tanımlanmaktadır.
Distopyaların bir bir gerçek olup yaşandığı günümüz dünyasında son yaşananlar, söz konusu filmi sadece bana değil, sanıyorum ki, birçok kişiye hatırlatmıştır. Şimdi durup düşünelim, Donald Trump, cinsiyetçi ve ırkçı söylemlerini saklama gereği bile duymayan, dünyanın gidişatı konusunda ortaya koyacak herhangi bir düşüncesi olmayan, bunu dert bile etmeyen, arka arkaya üç tane düzgün cümle kurmaktan yoksun, kaba saba bir kapitalist (burjuva değerleri filan, çok uzak şeyler) olarak ABD başkanı seçildi. ( ve işin kötü tarafı filmdeki başkana çok benziyor) Siyaset uzmanları, Trump’ın kazandığı bu zaferi şaşırtıcı bulsalar da bir takım işaretlerinin daha önceden görüldüğünü söylüyorlar. Avrupa’da yabancı düşmanlığına dayanan milliyetçi-ırkçı oylarda görülen artış, İngiltere’de herkesi şaşırtan Brexit sonuçları, birçok ülkede yükselen otokrasi eğilimleri… Aynı uzmanlar, Trump zaferinin bütün dünyada domino etkisi yaparak benzer özelliklerdeki parti veya liderlerin güçlenmesine neden olacağını da söylüyorlar.
Bizler dünyayla birlikte bu konulara kafa yorarken, Cumhurbaşkanı Erdoğan kendini bir anda toplumun çobanı olarak tanımladı. Cumhurbaşkanı hazır “ben sizin çobanınızım” demişken, çobanlık ve sürü kavramları üzerinde de düşünmeden edemedim. Öyle çok derine gitmeye de gerek yok, basit sosyoloji kavramları bize yeter. Toplum dediğimiz kavramın sürüden ayrılan yanları nedir? Toplumu kim ya da kimler yönetir, sürüyü kim idare eder? Toplum, kendisinin ve çevresinin farkında olan bilinçli bireylerden oluşur. Sürü dediğimizde eksik olan şey bilinçli bireylerdir. Bir sürü söz konusu olduğunda, çoban kavramı belki iyi olabilir, burada bir tercih yoktur zaten, çoban sürüyü güder, onların rızası ya da seçimi aranmaz. Toplum ise bilinçli bir birlikteliktir ve baskı ve zor altında değilse yöneticisini kendisi belirler. Topluma sürü demek o toplumu aşağılamaktır. Seçilmiş bir yöneticinin kendisini çoban olarak görmesi ise, hem toplumu hem de kendisini aşağılaması anlamına gelir. Yönetici kişi kendisini çoban olarak görüyor ve adlandırıyor ise toplumun ilk işi o çobanı oradan indirmek olmalıdır.
İdiokrasi, Trump ve çobanlık meselesi, hepsi bir araya gelince 66. Sone dönmeye başlıyor insanın kafasında … ve durum hiç de iç açıcı görünmüyor. Can Yücel’in nefis bir şekilde “Türkçe söylediği” Shakespeare sonesini bir daha, bir daha okuyalım…
66. SONE
Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen' e
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.
İdiokrasi filminin etkileyici giriş bölümü Ezginin Günlüğü’nden 66. Sone