Bugünlerde sekiz metre yüksekliğinde dev bir küp Londra’da Thames Nehrinde yüzüyor. Milenyum Köprüsü yakınlarında konuşlandırılmış olan küpün üstünde sarı ceketli bir çocuk modeli var. Dev küp 70x70 lik karelere bölünmüş ve her karede çeşitli çizimler ve yazılar seçiliyor. Geceleri komple aydınlatılan küp, üzerindeki çocuğun gökyüzüne gönderdiği ışık çizgisiyle nehrin iki yanında yürüyenlerin, köprüden geçenlerin dikkatini çekiyor. 1984’ten beri New York’ta yaşayan Güney Kore’li sanatçı Ik-Joong Kang’a ait olan çalışma, 66 yıl önce yaşanan Kore savaşı sonrasında Kuzeyden göç etmek veya kaçmak zorunda kalmış olan 200.000’den çok Kore’li mültecinin özlemine ve yaşadıkları acılara dikkat çekmek istiyor.
Bu istek, milyonlarca insanı ilgilendiren bir acıya dokunduğu için hem çok güçlü, hem de, Suriye’deki savaştan kaçan mültecilerin dramının canlı olarak yaşanmaya devam ettiği, Akdeniz ve Ege denizinin binlerce mültecinin cesetleriyle dolduğu dünyamızda, Brexit sonrası yabancı düşmanlığının hızla arttığı İngiltere’de, mültecilerin yoğun olarak yaşadığı kuzey tarafına giderek artan bir öfkeyle bakan ve “sizi istemiyoruz!”u daha cesurca söylemeye başlayan Londra’da olduğu için de çok yerinde.
Bildiğiniz gibi iki tane Kore var. Güney Kore ve Kuzey Kore. İkisinin de adını çok duyuyoruz. Tek başına Kore dendiğinde, biz güneyi anlıyoruz, hani Türkleri çok seven, kahraman askerlerimizi nereye gittiklerini bilmeden, apar topar yolladığımız sonra da bine yakınının sağ dönemediği Kore. Kuzey Kore’yi de biliyoruz, sosyalizm adına yaptığı distopik uygulamalarla kapitalizmin kara propagandasına malzeme olmasından ve babadan oğula geçen abartılı diktatörlerinden dolayı. Kore savaşı işte bu iki Kore arasında 1950 yılında başlayıp 3 yıl süren ve 2 milyon insan öldükten sonra başladığı noktada biten anlamsız bir savaş.
Peki neden iki tane Kore vardı da bunlar savaştılar? Çünkü 2. Dünya savaşından faşizmi yenmenin gururu ve gücüyle çıkan iki süper güç ABD ve Sovyetler Birliği, Japon işgalinden kurtardıkları Kore’yi adeta paylaşırlar. ABD güneyde Kore Cumhuriyeti ilan edince, Sovyetler Birliği de Kuzeyde komünist Kim İl Sung önderliğinde sosyalist bir cumhuriyet ilan eder. Sınır olarak da 38. Paralel ülkeyi bölen çizgi olarak kabul edilir. 1950 yılında Kuzey Kore, 38. Paraleli geçerek Güney Kore topraklarında ilerlemeye başlar. ABD, BM güvenlik konseyine başvurarak, SSCB’nin olmadığı bir oturumda Güney Kore’ye askeri yardım yapılması kararını çıkartır. Bu destekle bu sefer Güney Kore Kuzeyi işgal eder, neredeyse Çin sınırına kadar ilerlediklerinde duruma Çin de müdahale eder ve bu sefer Kuzey Kore Güneyde ilerler. Sonra denge sağlanır ve iki ülke de başladıkları yere dönmüş olurlar. Bölünmüşlükleri de iyice perçinlenmiş olur.
O günden bu güne değişen bir şey olmaz, iki milyon kişi öldükleriyle kalırlar. Kore hala iki parça. Türkleri çok seven Güney Kore ve reel sosyalizmin çöküşü sonrası Marksizm-Leninizm’in kılavuzluğunu da terk etmiş, dünyadan izole bir Kuzey Kore. İki Kore o gün bugündür hala kavgalılar. Az yumuşama olmaya görsün, az barış konuşulsun hemen bir fırsatını bulup birbirlerine köpürme halindeler.
Kore Savaşı başlar başlamaz Demokrat Parti iktidarı BM kararını göstererek, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı'nın yaptığı bir toplantı kararıyla Kore’ye asker göndermeye karar verir. Zira o sırada Türkiye NATO’ya girmek için beklemektedir. DP iktidarı Kore’yi bunun için bir fırsat olarak görür. NATO üyeliğine ve Kore’ye asker gönderilmesine sosyalistler ve komünistler dışında kimsenin bir itirazı yoktur. Ana muhalefet CHP, karar Meclis'te alınmadığı için itiraz etmektedir. Öncülüğünü akademisyen Behice Boran’ın yaptığı Barışseverler Cemiyeti savaşa ve Kore’ye asker gönderilmesine karşı bildiriler dağıtır. DP iktidarı savaş karşıtı bildiri dağıttığı için Behice Boran ve Adnan Cemgil’i tutuklatır. Barış istemek şimdi olduğu gibi o zaman da suç olur ve barışseverler hapse atılırlar. Sonuçta 4500 kişiden oluşan bir Türk tugayı Kore’ye gönderilir. Nereye, nasıl ve neden gittiğini bilmeyen mehmetcik, resmi devlet söylemiyle “Türk’ün gücünü ve kahramanlığını gösteren destanlar yazar.” Ne yazar bilmiyoruz ama, 1953’te imzalanan ateşkese kadar bu savaşta, biri albay, 3'ü binbaşı, 6'sı yüzbaşı olmak üzere 724 insanımızı kaybederiz, 2068 yaralı ve 234 de esir vardır. 1953 Ağustosu'nda özgürlüklerine kavuşan esir Türk askerlerinin 5'i subay, 3'ü astsubay, 226'sı da erdir. “Kore destanı” bizim için de son derece acıklıdır sonuç olarak, hiç kimse için anlamı olmayan dünyanın öbür ucundaki bu savaşta, ölüsü, yaralısı, esiri derken giden askerimizi neredeyse üçte ikisi telef olur.
Totally Thames festivali kapsamında sergilenen “Yüzen Düşler” adlı bu çalışmasında Güney Kore’li sanatçı Ik-Joong Kang, savaş sırasında ve sonrasında Kuzey Kore’den göç etmek, kaçmak zorunda kalan insanların acılarını ifade edebilmek için bir ekip oluşturarak, kuzeyli mültecilerin artık anılarında kalmış olan kuzeydeki yaşamlarını anlatan çizimlerini ve el yazılarını toplar. Aradan 66 yıl geçmesine rağmen bellekler tazedir, kimi evini, kimi komşusunu anımsar, kimi de bahçesindeki elma ağacını. Bir gün dönme umudu hepsinde vardır. Proje sürecinde yoğun duygusal anlar da yaşanır, çoğu yaşlı olan katılımcıların bazıları bu süreçte ölürler. Kang, bu çizimlerin 500 tanesini 70x70 ebatlarında büyütüp geleneksel Kore pirinç kâğıtlarının üzerine aktarır ve hepsini bir küpte birleştirir. Ortaya 8 metre yüksekliğinde dev bir küp çıkar. Bu küp yüzer bir platforma oturtularak Thames Nehrinin ortasına yerleştirilir. Küpün üstündeki Kore’li çocuğun gökyüzüne yolladığı ışık ise geleceği ve umudu simgelemektedir.
Festivalin kurucusu ve sanat direktörü Adrian Evans "Çatışmalar nedeniyle yerinden yurdundan ayrılmak zorunda kalmış kişilerin yaşadıkları acıların hepimizi etkileyen sonuçları var. İngiliz toplumunun Avrupa Birliği'ni terk etme kararında da yaşadığımız göçmen akını etkili olmuştur” derken çalışmanın güncelliğini vurguluyor. Aradan 66 yıl geçse de savaşın yol açtığı acılar geçmiyor, savaştan geriye kalan binlerce kişisel dram ve acılı hikâye hep tazeliğini koruyor. Üstelik, çatışmalar bitmiş olsa bile bölünmüşlük nedeniyle aynı acılara yenileri eklenmeye devam ediyor.
Kore’de, Japonya’da, Almanya’da, Suriye’de veya Türkiye’de yaşananlar hep aynı aslında. Savaş nedeniyle yerini yurdunu terk etmek zorunda kalan insanların hikâyeleri sürüyor. Bu hikâyeleri duymak için dünyanın her yerinde dokunabileceğiniz insan bulmak çok da zor değil. Lefkoşa’da, Diyarbakır’da, İzmir’de, Atina’da, Roma’da, Londra’da, Paris’te…