Kapitalist dünyanın en simgesel tüketim araçlarından biri olan otomobil, orta ve alt sınıflar için kolayca ulaşılabilir ve vazgeçilmez bir yaşam tarzı nesnesi olarak sunuldukça, trafiğe çıkan araç sayısı her geçen gün artıyor. Nüfus artışıyla birlikte otomobil sayısı daha da arttıkça, kentler otomobiller tarafından adeta istila ediliyor. Otomobillere yer açabilmek için insani alanlar daraltılıyor, insanlar yürümek, koşmak, oyun alanları bulabilmek için kent dışına kaçıyorlar. Her geçen gün daha hızlı ve daha donanımlı olan otomobiller paradoksal bir şekilde aslında kullanılamaz hale geliyor ve saatte 10 km hızla caddelerde dur-kalk yapan metal kutulara dönüşüyorlar.
Kent planları yapılırken, artan nüfus için toplu taşıma sistemlerine daha çok ağırlık verilmesi gerekirken, artan otomobil sayısı dikkate alınmakta ve daha çok yol, daha geniş yol, daha çok kavşak, daha çok alt-üst geçit planlanmaktadır. Trafiğin rahatlamasını sağlamak amacıyla yapılan bu yatırımlar otomobil kullanımını daha da teşvik ettiği için, çok kısa bir süre sonra yine yetersiz kalmaktadır. Bu arada olan insani yaşam alanlarına olmakta, yaya dolaşımı kısıtlanmakta, otopark sorunları büyümekte, hava kirliliği ve gürültü artmaktadır. Öyle saçma bir kısır döngü ki, otomobiller daha lüks, daha hızlı, daha ulaşılabilir hale geldikçe aynı zamanda daha kullanılamaz hale gelmektedirler.
Bütün büyük kentleri ilgilendiren bu sorun, Avrupa merkezli olmak üzere, kent yöneticilerini çeşitli önlemler almaya zorlamaktadır. Bu önlemlerin başında otomobilleri kent merkezlerine sokmamak, caydırıcı olmak, toplu taşım olanaklarını olabildiğince geliştirmek, ulaşımda temel bir araç olarak bisikleti ön plana çıkarmak gelmektedir.
Bizim büyükşehirlerimize baktığımızda, otomobili kent yaşamı için bir sorun olarak görmek bir yana, yapılan her şeyin otomobil öncelikli olarak yapıldığını görebiliriz. Üstelik bütün bu yapılanlar, gelişme olarak gözteriliyor ve öyle algılanıyor. Aslında otomobil için yapılan her yatırım, kentte yaşayanlar için, daha dar kaldırım, daha az yürüme alanı, daha kirli hava, daha çok gürültü, daha az yeşil alan anlamına gelmektedir. Büyük kentlerimizde yaşayan otomobil sahibi insanlar bir illüzyonun içine hapsediliyor. Kentli insan, otomobille hızı, konforu, özgürlüğü elde ettiğini düşünürken, tersine zorlukla sahip olduğu metal kutuların içine hapsolmaktadır. Üstelik o metal kutu hapisliği için, daha çok çalışmakta, daha çok zaman harcamakta, daha çok gerilmektedir. Öyle ki sonuçta kimin kime sahip olduğu tartışılabilir bir konuya dönüşmektedir.
Bugün, Istanbul’a, İzmir’e, Ankara’ya kuşbakışı bakan bir insan neler görür? Yollar yollar yollar, otomobillerle kaplı yollar. Üst geçitler, alt geçitler, duble yollar, viyadükler, köprüler... Hepsi otomobiller için... Bu şehirlerde yaşayan insanların otomobili bir araç olarak kullandıklarına dışardan birini inandırmak olanaksızdır. Görülen daha çok, asıl yaşayanın otomobiller olduğu, insanların ise, otomobillerine benzinci, sigortacı, yıkamacı ve park yeri arayan birer köle olduğudur. Vizyon sahibi olduğu düşünülen belediyeler, daha çok alt geçit, daha çok üst geçit, daha çok köprü yaparak trafik sorununu çözeceğini sanıyor, oysa ki dünyanın hiç bir yerinde bu yolla trafik sorununun çözüldüğü görülmemiştir. Dünya otomobilsiz kentler günü, otomobillerin kent yaşamındaki giderek artan olumsuz etkisine dikkat çekmeyi amaçlıyor. Bu artan olumsuz etki, insani yaşam alanları dediğimiz parkların, kaldırımların, sokakların, yaya yollarının giderek azalması, yok olması, aynı zamanda temiz bir çevrede yaşama gibi temel bir insan hakkının ihlali demek. Kent yaşamına katılan her otomobil, bizim hareket alanımızın, kaldırımımızın, parkımızın, spor alanımızın azalması, havamızın daha da kirlenmesi anlamına geliyor.
Bu yıl 13. sü kutlanan Avrupa Hareketlilik haftası 16-22 Eylül tarihlerinde gerçekleşti. Nedir bu haftanın özü? "Otomobilsiz Gün" İspanya‘da 1994 yılında düzenlenen ve kentlerin otomobillere göre şekillenmesinin yol açtığı problemlere dikkat çekmeyi amaçlayan konferans ile gündeme gelmiş daha sonra 22 Eylül 1998 de Fransa’da bir kampanya olarak başlatılmış, 2000 yılında ise Avrupa Komisyonu tarafından benimsenmiştir. Böylece, eylül ayının 3. Haftası Avrupa Hareketlilik Haftası, Haftanın son günü olan Pazar günü de "Dünya Otomobilsiz Kentler Günü" olarak kutlanmaya başlanmıştır. Daha sağlıklı, daha insani ve daha yaşanabilir kentler için duyarlılık oluşturmak, bunları tehdit eden gelişmelere dikkat çekmek, sürdürülebilir enerji kaynaklarına yönelimi teşvik etmek, tüketim güdülerini frenlemek, ayrı bir enerji gerektirmeyen insan gücü ile yönlendirilebilen taşıma araçlarını yaygınlaştırmak bu güne özgü amaçlar olarak saptanmış. Her yıl farklı bir temayı öne çıkaran etkinliğin bu yıl ki teması "Temiz hava için sıra sizde!" olarak belirlenmiş.
Bu yıl 22 Eylül için en göze çarpıcı etkinliklerden biri İzmir’de gerçekleşti. Sema Gür adlı bir bisikletsever tarafından çağrısı yapılan “Süslü Kadınlar Bisiklet Turu” kadınlar arasında geniş yankı buldu. Trafiğin terörize etmesi, bisiklete yer, yol olmaması yüzünden sokağa çıkamayan kadınlar bu turu coşkuyla karşıladılar. Günler öncesinden hazırlıklar başladı, turda ne giyileceği uzun uzun planlandı. İzmir’li kadınlar sadece kendilerini değil, bisikletlerini de süslediler. Pazar günü İzmir adeta çiçek açtı. Konak meydanında toplanan kadınlar, Alsancak’a kadar etraftakilerin şaşkın bakışları altında pedalladılar, bir yandan da bisiklete karşı bir duyarlılık oluşturmak için hazırladıkları çeşitli el ilanlarını dağıttılar.
Sema Gür, okuduğu basın bildirisinde şunları söyledi: “Dünya Otomobilsiz Kentler Günü’nde buradayız. Şehir yaşamı bizleri farkında olmadan bir yerlere hapsediyor. Evlere, işyerlerine, alışveriş merkezlerine, otomobillere...Ve zannediyoruz ki tek ulaşım aracı otomobil ve yollar bir tek onlara ait! Soluduğumuz havayı ne kadar kirlettiğini de hissetmiyoruz çoğu zaman. Ne kadar çok insan bisiklete binerse, o kadar otomobil daha az trafiğe çıkacak. Kadınlar da yollarda bisikletleriyle daha çok görünerek öncü olacaklar. İşte bu yüzden buradayız...
Bisikleti istersek günlük yaşamımızın bir parçası yapabiliriz. Biz ne kadar çok görünür olursak, bisiklet yolları ile ilgili o kadar yaptırım gücümüz olur, o kadar sesimiz duyulur. Son zamanlarda yollarda birçok bisikletçi arkadaşımızı yitirdik. Eğer düzgün bisiklet yollarımız olsaydı, o gencecik hayatlar sönmeyecekti. İşte bu yüzden buradayız... “
Çok merak ediyorum, böylesi önemli bir gün için İzmir Büyükşehir Belediyesinin acaba bir hazırlığı, etkinliği var mıydı? Kimse duymadı, doğrusu ben haberlerinin bile olduğunu düşünmüyorum. Oysa bir çok avrupa şehri o gün için kent merkezini tamamen trafiğe kapatmıştı. Hani bizim belediye de bir-iki caddeyi kapatsaydı, bir etkinlik yapsaydı, olmadı belediyenin önünden hareket eden, kenti bir anda cennete çeviren yüzlerce kadına birer bardak su ikram etseydi. Olmaz mıydı?