Dış politikasının merkezini demokrasi ve insan hakları kavramlarının oluşturacağını vurgulayan ABD’nin 46. Başkanı Joe Biden ve yönetimi, Kudüs ve Gazze’de İsrail tarafından işlenen insan hakları ihlalleri konusunda İsrail’e kınamadan öte somut bir tepki verilmediği, İsrail-Filistin sorununun çözümü için somut bir plan ortaya koyma gayesi taşımadığı gerekçeleriyle hem başta sol Demokratlar hem de Filistin konusunda hassasiyete sahip uluslararası kamuoyu tarafından eleştiriliyor. Son bir haftadır yaşananlar karşısında, her ne kadar zorla evleri elinden alınan Filistinliler konusundaki endişesini belirtmiş olsa da ABD yönetimi, iki tarafı eşit bir şekilde kınayan ve İsrail’e yönelik roket saldırılarını daha yüksek tonda gündeme taşıyan bir tutum benimsedi. Özellikle öldürülen Filistinli çocuklar hakkında ısrarlı sorulara rağmen İsrail’i kınamayan, hatta TRT World muhabiri Yunus Paksoy’un öldürülen çocukların fotoğraflarını hatırlatmasına rağmen net bir mesaj vermeyen Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price’in ikircikli tavrı hem ABD’de hem de Türkiye’de kamuoyunun tepkisi çekti. Biden yönetiminin bu tutumunu eleştiren çoğu kişi, Biden yönetiminin Trump öncesi Obama hükümetinden dahi daha az Filistinlilerin haklarını gündeme getirdiğini, Trump döneminde ciddi manada İsrail lehinde şekillenen ABD dış politikasının somut olarak değişmediğini belirtiyor. Sanırım bu nedenle de Biden’in İsrail-Filistin sorununa ilişkin politikasını anlamak için öncelikle Trump’tan nasıl bir ABD-İsrail ilişki modeli devraldığını kısaca hatırlamak gerekiyor.
Trump, İsrail ile ilişkiler konusundaki politikalarını ve önerilerini kızı Ivanka Trump’ın eşi Jared Kushner ile oluşturdu. Aynı zamanda İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun aile dostu olan Kushner, Trump’ın kampanya döneminde özellikle İsrail konusundaki konuşmalarını yazdı, İsrail ile ilişkilerin kurulması konusunda ciddi efor harcadı. Başkan seçildikten sonra Trump damadını üst düzey danışman olarak görevlendirdi ve ikili İsrail’e ilişkin politika üretimi konusunda ciddi bir mesai harcadı.
İkinci yurtdışı ziyaretini İsrail’e gerçekleştiren Trump, hem Netanyahu ile hem de Filistin Lideri Mahmud Abbas ile görüştü, Ağlama Duvarı’nı görev sırasında ziyaret eden ilk ABD Başkanı olarak tarihe geçti. Başkanlığı boyunca Netanyahu ile ciddi bir dostluk kuran Trump, her ne kadar iki devletli çözüm önerisini savunduğunu söylese de tek devletli çözümü de destekleyebileceğini belirtti. Trump İsrail lehine en çok adımlar atan ABD başkanlarından biri oldu ve Filistinlilerin hukukunu neredeyse hiç gündeme getirmedi.
Trump 6 Aralık 2017’de resmi olarak Küdus’u İsrail’in başkenti olarak kabul ettiğini açıkladı ve 14 Mayıs 2018 tarihinde ABD’nin İsrail Büyükelçiliği İsrail’in 70. Bağımsızlık Yıl Dönümü’nde Tel Aviv’den Kudüs’e taşındı. 25 Mart 2019 tarihinde, Trump İsrail’in işgali altındaki Golan Tepeleri'ndeki hakimiyetini tanıdığına dair bir başkanlık beyannamesi imzaladı. 2020 yazında ise damat Kushner’in çabalarıyla İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Sudan ve Fas arasında normalleşme ve diplomatik ilişkilerin yeniden tesis edilmesine yönelik andlaşmaların imzalanmasına vesile olundu.
Trump başkanlığı döneminde her ne kadar İsrail-Filistin sorununa ilişkin bir barış planı açıklasa da bu plan Filistinliler aleyhine bariz bir eşitsizlik doğurduğu ve Batı Şeria’daki İsrail yerleşimlerini hukuken kabul ettiği için Filistinliler tarafından destek görmedi. Trump sadece İsrail lehine sonuç doğuran kararlara imza atmakla kalmadı, aynı zamanda Filistinlilere yönelik 200 milyon dolardan fazla maddi yardımı kesmek, İsrail’in Filistin’de işlediği insan hakkı ihlallerine yönelik soruşturma yürüttüğü için Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne yönelik yaptırımlar öngörmek (ABD’nin Afganistan’daki faaliyetlerine ilişkin de savaş suçu incelemesi yaptığı gerekçesinin yanı sıra), Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Washington temsilciğini kapamak gibi doğrudan Filistinlere zarar veren kararlara da imza attı. Trump ile Netanyahu döneminde yoğunlaşan ilişkiler iki ülkenin iç siyasetinde de etki doğurdu. Hem Cumhuriyetçiler İsrail konusunda çok daha fazla destekleyici söylem üretmeye başladı; hem de Netanyahu, Trump ile ilişkisini ve ABD’nin İsrail lehine olan dış politikasını seçim sürecinde kullandı, Trump ile posterlerini, dostluğunu kampanyasının içeriklerinden biri haline getirdi.
Sonuç olarak, hala yenildiğini kabul etmediği bir seçim sonucu görevi Biden’a teslim eden Trump, halefine iki devletli çözüm amacından uzaklaşıldığı, İsrail-Filistin arasındaki hali hazırda eşit olmayan ABD dış politikası dengesinin İsrail lehine ciddi anlamda bozulduğu bir düzlem devretti.
Biden, hem Cumhuriyetçileri hem de İsrail konusunda Cumhuriyetçiler ile neredeyse aynı sayfada olan bazı merkez Demokratların tepkisinden çekiniyor ve aynı zamanda dış politika önceliği İran ile yürütülen nükleer müzakereler, Çin ve Rusya ile rekabet olduğu için seleflerine nazaran İsrail-Filistin meselesine yeterince önem vermiyor.
Seleflerinin aksine bu konuyu çözmek, İsrail ve Filistin’i aynı masada buluşturmak, barış sürecine somut planlarla katkı sunmak gibi bir önceliği şimdilik gözükmeyen Biden, Trump döneminde atılan adımların hepsini etkisiz kılmayı da amaçlamıyor. Buna rağmen Biden, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne yönelik yaptırımları iptal etti, Filistinlilere yönelik maddi yardımları tekrar aktif hale getirdi, Filistin temsilciliğinin Washington'da tekrar açılabileceğini söyledi ve her ne kadar Kudüs’e taşınan büyükelçiliği Tel Aviv’e geri taşımayacağını belirtse de Doğu Kudüs’te Trump tarafından kapatılan ve Filistinlilerin yoğun kullandığı konsolosluğun yeniden açılacağını açıkladı.
Biden, ayrıca Netanyahu’nun agresif ve milliyetçi politikalarını onaylamıyor ve özellikle İran ile müzakerelerin ilerleme sürecinde Netanyahu yönetimine çok güvenmiyor, bu nedenle Trump göreve geldikten iki gün sonra Netanyahu ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirmesine karşılık Biden ile Netanyahu ilk telefon görüşmesini Şubat ortasında oldukça geç bir vakitte gerçekleştirdi. Netanyahu ve Biden arasındaki telefonun gecikmesi Biden’in bir mesajı olarak algılandı. Bu küçük adımlar bile Cumhuriyetçilerin ve Trump’ın tepkisini çekti ve Biden ve Demokratlar Filistin’in, Hamas’ın yörüngesine girmekle, İsrail’e ihanet ile suçlandı. Hatta Mar-a-Lago’daki malikanesinden siyasete yön vermeye çalışan Trump, yaşanan son gelişmelere verilen ABD tepkisini de yetersiz buldu, Biden’i güçsüz bir lider olarak tanımladı ve ABD yönetiminin iki tarafı da kınayan tutumunu eleştirdi, İsrail’in yalnız bırakıldığını söyledi, Filistinlileri kınaması ve Hamas’ı engellemesi gerektiğini belirtti.
Biden’in İsrail politikasını eleştirenler sadece Cumhuriyetçiler değil, farklı bir bakış açısıyla da özellikle sol kanat Demokratlar da Biden’i eleştiriyor. Senatör Bernie Sanders başta olmak üzere Senatör Elizabeth Warren, Temsilciler Meclisi üyeleri Rashida Tlaib, Ilhan Omar, Alexandria Ocasio-Cortez gibi isimler İsrail’e karşı eleştirilerin artması, askeri yardımların İsrail insan hakkı ihlali gerçekleştirdiği zaman askıya alınması, Filistinlilerin yaşadığı sorunların daha fazla gündeme getirilmesi gerektiğini belirtiyor ve sosyal medya aracılığıyla İsrail’i Biden yönetiminin aksine çok sert bir üslupla tenkit ediyor. Biden her ne kadar, İsrail’e askeri yardımların koşulsuz devam edeceğini sıklıkla gündeme getirse de Demokrat Parti’nin yeni isimleri, özellikle önseçimde zafer elde eden sol kanat isimler Filistin konusunu ve İsrail eleştirilerini çok daha sık gündeme getirmeye başladı ve hem merkez Demokratları hem de Biden yönetimini zorlamaya başladı.
En azından şimdilik Biden yönetimi İsrail’in güvenliğine öncelik verdiğini belirten, iki tarafı da eşit bir biçimde yaşanan gerginlikten dolayı sorumlu tutan, İsrail’in işlediği insan hakları ihlallerini yoğun bir şekilde gündeme almayan bir tutum benimsiyor. Biden bu tutum nedeniyle ne İsrail’in daha fazla desteklenmesini savunan Cumhuriyetçileri ne de Filistinlilerin hukukun da eşit bir biçimde korunması gerektiğini savunan sol Demokratları memnun ediyor. Yaşanan şiddetin dozunun artarak devam etmesi durumunda, Biden’ın konuyu öncelikleri arasına alıp çözüm için somut bir plan sunması, tarafları aynı masada buluşturmaya çalışması ve net bir politika önerisi oluşturması oldukça muhtemel. Her ne kadar bu süreç belirsiz olsa da kesin olan tek bir şey var: Biden, ne kadar bazı önemli ama küçük adımlar atsa da Filistinlilerin hukukunu korumak konusunda henüz ciddi bir çaba içerisinde değil, fakat aynı zamanda İsrail ve Netanyahu ile ilişkilere Trump kadar önem vermiyor ve selefi kadar İsrail’in politikalarını açık bir şekilde desteklemiyor.
Bütün bu yerel ve küresel parametreler ışığında Filistin-İsrail sorunu nezdinde ABD dış politikasının hangi eksende ilerleyeceğini, demokrasi ve insan haklarının küresel çapta korunması gayesinin dış politikasının temel ekseni olacağını belirten Biden yönetiminin, Filistinlilerin insan hakları ve hukukunun korunması için ne kadar somut adım atacağını ilerleyen günlerde hep beraber gözlemleyeceğiz.