Tarihin her döneminde, dünyanın her yerinde iktidar, kendi dünya görüşü...
Tarihin her döneminde, dünyanın her yerinde iktidar, kendi dünya görüşü doğrultusunda ve iktidarını kavileştirmek ve hele hele o kutsadığı ahlak dizgesini milletin başına çorap gibi örmek için her şeyden önce kitlelerin kitap okumaması için çabalamıştır. Kitap yasaklamak, kitap yakmak sadece Hitler faşizmine özgüymüş gibi belleklere yerleşmiş olabilir, ama öyle değildir. Bu bir iktidar illetidir ve sivil itaati sağlamak, çoğunluğu baş eğen, diz çöken köleler yapmak, özgürlük mücadelesi veren, zihinlerini özgürce çalıştırıp yaşamak isteyen herkesi tutsaklaştırmak için ustalıklı ve ‘organize’ işlerdir. Somali’deki elmas madenleri ve yardımların eşleştirilmesi konusu hakkında bir şey bilmiyorum, ama ‘hegemonun’ insanı bir nefeste öldürebilecek 9 başlı Hidra denli güçlü olması gerektiğini en çok kendisinin bildiğini tarih örnekleri ile göstermiştir.
Bir Herkül mü gerekecek, iktidarın Hidra hallerine son vermek için bilemiyorum ama Hidra’nın Herkül tarafından kesilmesi gereken her başı yerine yeni iki baş çıktığını da unutmayalım. Mecaz yerini bulacaksa, dert ‘iktidar’ kavramındadır ya da iktidarı halkı dize getirmek, sivil itaate zorlamak için kullanan birtakım yanlış insanların o koltuklara oturmasıdır. Gel gör ki iktidar öyle bir illettir ki o koltuğa oturan kendi şeklini koltuğa veremez, su gibileşir ve içine girdiği kabın şeklini alır. Herkül (Herakles) de gelse başa, kendisi Hidra’ya dönüşebilir. Gerçek hayatta örneği çok görülebilen ‘kahramanın dönüşümü/başkalaşımı’ konusunu daha sonra başka sanat yapıtları örnekleri üzerinden inceleyeceğim ama iktidarın kitap yasaklamak ve çevirisi yapılmış bir kitabı yayınevi yetkilisinden çevirmenlerine kadar tüm kadroya bir ‘gözdağı’ verme eğilimi yeni değildir ama yenilmesi, derhal alt edilmesi gereken bir eğilimdir. Tarih boyunca yasaklanan, ortadan kaldırılmaya çalışılan kitaplar listesine bakınız:
http://onlinebooks.library.upenn.edu/banned-books.html ya da
http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_books_banned_by_governments Mahkemelere ‘düşen’, yasaklanan ya da imha edilen kitaplar arasında birçoğu şimdi müfredatlardadır. Bunlardan sadece birkaçını size, kendi alanımdan, Amerikan yazınından örnekleyeyim: 1899 yılında yayımlanan ve en az 50 yıl tarihten silinen The Awakening (Kate Chopin,
Uyanış, Çev. Necla Aytür) adlı roman bugün baştacımızdır ve öğrencilerimiz severek okuyorlar. Alice Walker’ın
Renklerin Moru adlı romanı da yıllar önce yurdumuzda birtakım yobaz/bağnaz kafaların patırtı koparmalarına yol açmıştı. Spielberg filmini yaptı, yapıt şimdi müfredatımızda ve zevkle okuyup tartışıyoruz, görmezden gelmemek için ‘ensesti’. Çaresiz kız çocuklarımızın (Ünzile’lerin) sadece ve sadece candostu başka bir kıza ve Allah’a mektup yazarak ve onlardan medet umarak aile içi şiddete ve enseste maruz kalmayı yazgıları gibi bilmesinler diye. Çocuk romanı diye bilinen
Huckleberry Finn’in Serüvenleri adlı roman da çocuklara okutulması gereken kitaplar arasında yer alırken, içinde ırkçılık söylemi örneği ‘nigger’ (zenci) sözcüğü geçtiği için bugün bile kimi eyaletlerde Amerika’da yasaklanabilmektedir fakat bu roman Huck isimli bir çocuk ile siyahi Jim’in inanılmaz dostluğunu ve yolculuğunu anlatmaktadır ve yazın ve eğitim-öğretim uzmanlarınca baştacı edilmiştir. Hatta İngiliz şair W. H. Auden’a göre bütün Amerikan sanatının fışkırdığı yegane romandır. ABD’nin Alaska eyaletinde
İncil de (‘bile’ mi deseydim) içinde barındırdığı 300’den fazla ensest ve şiddet öyküsü yüzünden çocukların okumaması gereken kitapların yer aldığı raflara konmuştur. Rafları yüksek yaparsınız, çocuklar erişemez, okuyamaz, kimi ilaçlar gibi. Yetişkinler de o kitapları çocuklarına okumazlar. Bugün neredeyse ‘oyuncak’ görselliğine sahip çocuk kitapları iktidarı varken, hiçbir çocuğun Beat Kuşağı’nın (Yıkık Kuşak) yazarlarından William Burroughs’un bir
Yumuşak Makine kitabını satın alıp okuyacağını sanmıyoruz. Hiçbir ana-baba da yetişkinler için yazıldığı apaçık bir kitabı çocuğuna okumaz, okumasına da izin vermez.
Hamlet, Macbeth, Kral Lear, Venedik Taciri gibi Şekspir başyapıtlarının yasaklanmış olduğu aklınıza gelir miydi? Kitap yasaklamak ya da yakmak totaliter rejimlerin, zorbanın başvurduğu bir yöntemdir. İnsan bağnaz/yobaz doğmaz. Ama iktidarını korumak için bağnazlığı marifet bilir. Yasaklanan kitaplar listesinde hizalarında ne zaman, hangi iktidar zamanında yasaklandıklarına da bakınız. Totaliter rejimleri ya da aşırı din iktidarının hüküm sürdüğü (New England, Boston gibi) yerleri göreceksiniz. Kitap, zorbalığı marifet bilen her iktidar için tehlikedir. İktidar da bunu bilir ve yenilmemek için yanına özellikle ‘sonradan görme’ ve cebini doldurmaya eğilimi ve itaat kültürü ile ‘talan kültürünün’ el ele yürümesi için kapitalizmin özünde de bulunan ve insanların kendilerine ihanet etmediklerini sanmalarını sağlayan yepyeni ‘nouveau riches’(sonradan görme yeni zenginler) yaratmayı da ihmal etmez. Çeviri alanında bu sıralar sık sık açılan davalar karşısında üyesi bulunduğum ÇEVBİR’in tavrını aşağıda arkadaşımız Turan Parlak’ın metni ile sizlere duyuruyorum. Fakat her mahallede bir yeni ‘cevheroğulları’ yaratma için ‘evin’ gerçek sahiplerini oradan atabilme yüzüne ve gücüne sahip olmak gerekliliğini çok güzel anlatan bir tiyatro yapıtını da geç de olsa burada gündeme getirmek istiyorum:
Zülfü Livaneli’nin romanından Zeynep Avcı oyunlaştırmış ve Nedim Saban yönetmiş. Tiyatrokare’nin kalburüstü oyuncuları, Nuri Gökaşan, Celile Toyon, Ayça Varlıer (geçen sezon birçok ödül aldı Rukiye/Roxy rolüyle) Halim Ercan, Dicle Alkan ve Gökçer Genç başarılı oyunculukları ile Leyla'nin Evi'ni ayakta alkışlatıyorlar. Oyun, beni çoğalan ‘Cevheroğulları’nın’ sivil itaat düzeni ve yağma kültürü içinde yükselirken kendilerinde hak gördükleri gerçek ‘ahlaksızlıklara’ dikkat çekmesi ile mest etti. Bütün memleketi simgeleyen Leyla’nın evinin yağmacılardan kurtulup gerçek sahiplerine ve yine hak eden gelecek kuşaklara geçmesi için insaniyet, hakkaniyet gibi kavramlar vicdan ile birleşince, elinde Kur’an ile inanç ve adaleti, tesbih ile sabır ve sebatı birleştiren eski kahya yeni zengin baba Cevheroğlu’nun dönüm noktasını belirlemesi ile yüreklerimize su serpilir. Kur’an da uzun süre Sovyetler’e girişi yasak kitaplar arasındaymış.Baskı ile yazarların, çevirmenlerin, yayıncıların başlarına geleceklerden korkup kendilerini sömürgeleştirebileceklerini ümit etmek iktidarın gaflet ve dalalet haline işarettir. Aydın yazar, başı hep dik dolaşandır.
Kitapla oynanmaz, kitapla aşık atılmaz! İktidarın bilmediği, göremediği bu ayrıcalığın sadece belli kitaplara ait olduğunu sanmasıdır, ideoloji ve hegemonya hatalarını böyle ört bas etmeye çalışır. Kitapları yasaklayan, konuşma, yazma özgürlüğüne el, dil uzatanın iktidarı uzun olmaz. Bu iktidara karşı kültürü sürdürebilmek için de oyundaki Leyla gibi, Yusuf gibi direnmeli, birlikte hareket etmelidir. Herkes ‘best-seller’ yazmayı öğrenirse, sonumuz ne olur? Allah korusun!
Çevir sivil itaati, iktidar yanmasın! İtaat kültüründen beslenen ve o kültürü besleyen iktidarın izledigi/gözaltında tuttuğu ve itaat etmeye zorladığı yeni ama görünmez hapishaneler, hücreler, Panopticon’lar oluşturan bir çoğunluğa ‘nostalji’ tuzağına saplanmadan dikkat çektiği için
Leyla’nın Evi’ni, henüz izlemediyseniz, kaçırmayın. (8 Ekim Ctesi,20.30, Muammer Karaca; 9 Ekim Pazar 15.30, Profilo Salon 1; 19 Ekim Çarşamba, 20.30, Kozyatağı Kültür M.; 20 Ekim Perşembe, 20.30, Cadde Bostan Kültür M.; 23 Ekim Pazar, 15.30 Profilo, Salon 1.) Jeremy Bentham’ın tasarladığı PANOPTICON isimli hapishaneyi sivil itaatlilikle ilintileyerek bir sonraki yazımda işleyeyim. Şimdi kitapları katli vacip ilan eden iktidara karşı Turan Parlak’ın kısa metni ile sizleri baş başa bırakıyorum: ------
Yumuşak Makine DavasıŞimdilik yargılamakla yetiniyorlar... Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu, eserleri bugün dünyanın dört bir yanında ders olarak okutulan William Burroughs'un
Yumuşak Makine adlı yapıtının edebi eser niteliği taşımadığına hükmetmiş, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı da kitabın içeriğinden ötürü Sel Yayıncılık ve çevirmen Süha Sertabiboğlu'nu mahkemeye sevk etmiştir. Bundan elli yıl önce yayımlanmış bir edebi eseri, "Zira insanlar ilkel hayatlarından bugüne kadar dünyanın her yerinde ve her toplumunda cinsi uzuv bölgelerini kapalı tutmayı ve cinsi münasebetin gizliliğini vazgeçilmez kural olarak uygulayagelmişlerdir. Bu, toplumumuzda da böyledir" gibi tuhaf yargılarla, uluslararası toplumda ancak trajikomik olarak algılanabilecek bir yaklaşıma ve dolayısıyla, hepimizi utandıran bu tutuma imza atılmıştır. Milyonlarca çocuğun sefalet ve yoksunlukla yüz yüze olduğu, temel sağlık hizmetlerinden mahrum bırakıldığı, devlet denetimindeki kurumlarda şiddete, işkenceye ve tacize maruz kaldığı, hatta hüküm verilerek cezaevine gönderildiği ülkemiz koşullarında; Devletin,"çocukları koruma" sorumluluğunu, ifade özgürlüğünü kısıtlamaya alet etmesini protesto ediyoruz. Meslektaşımız, çevirmen Süha Sertabipoğlu'nu aklanana kadar destekliyor; çevirmenlik mesleğinin karalanmasına izin vermiyoruz...
Sessiz kalırsak yakmaya da başlarlar! TURAN PARLAK Not: ”
Yumuşak Makine” davasının ikinci duruşması 11 Ekim Salı günü saat 9'da Çağlayan Adliyesi'ndeki İkinci Asliye Mahkemesi'nde yapılacak. Duyarlılığımızı ve desteğimizi göstermenin tam zamanıdır; bekliyoruz!